dili anlamak... | " /> dili anlamak... | "/>

En Sıcak Konular

Bilmediğin dili anlamak...

27 Şubat 2009 11:40 tsi
Bilmediğin dili anlamak... Leyla İpekçi soruyor: “Şehit olmuş evladının Türk bayrağına sarılı naaşına kapanmış Kürtçe ağıt yakan bir anneyi hangimiz anlamayız?” Ve “asıl” meselemize dikkat çekiyor: Varoluş hakikatimizi anlamlı kılacak dil, hangisidir acaba?

Leyla İpekçi/Taraf
Hiç konuşmadığımız Kürtçelerde anlaşmak

Şehit olmuş evladının Türk bayrağına sarılı naaşına kapanmış Kürtçe ağıt yakan bir anneyi hangimiz anlamayız? Ya ağır hapis günlerinde kendisini ziyarete gelen annesiyle anadilinde konuşamayan bir Ahmet Türk’ün parti grubuna yaptığı Kürtçe konuşmayı?

Kürtçe bilmiyoruz ama “çoğul kültürlerle yaşamak çoksesli dillerle mümkün olabilir” mealinden bir konuşmayı anadilinde yapan Ahmet Türk’ün grup konuşmasını yine de anlıyoruz. Bazılarımız anlıyor evet.

Kimileri de anladığını inkâr ediyor. Anadilinde kendini ifade etmen, kendini gerçekleştirmen bir şiddet, bir bölünme hatta tahakküm olarak yansıyor başkalarına.

Hatta grubunda Türk’ü dinleyen Kürt milletvekillerinin üçte birinin onu anlayacak denli Kürtçe bilmemelerinden (anadilini kaybetmiş olmalarından) ironik bir biçimde bahsediliyor.

Ne kadar gecikmiş bir konuşmaydı diye düşünürken, siyasete, AKP karşıtı bir propagandaya malzeme edilmemesi, medyada köpürtülmemesi kaçınılmazdı.

Yine de 91 yılında Meclis’te Leyla Zana’nın ettiği Kürtçe yemine ve ödemek zorunda kaldığı bedele kıyasla büyük bir kıyamet kopmaması, hayatın dinamiklerinin hiçbir siyasete tahvil edilemez olan dilini, bir bakıma hakikatin dilini imliyor bize.

***

Başkalarıyla konuşurken sözünü etmediklerimizi barındıran bir iç dünya var her birimizde. Biricik. Ve her zaman aktarılırken eksilen, kendini eksilten. Öykülerin bittiği, anlatıcıların sustuğu o dil, sustuğumuz dildir.

Düşünceye daldığımız dildir. Korktuğumuz, mahcubiyet duyduğumuz, hayal kurduğumuz, arzuladığımız, umut ettiğimiz, öfke ve kin biriktirdiğimiz, dua ve beddua ettiğimiz dil.

Resmî söylemleri, siyaseten doğru terimleri, gerekçeleri, açıklamaları kabuk soyar gibi, kılıf kaldırır gibi çıkarıp attığımızda, geriye her birimizde ‘neyse o olan’ bu sessiz dil kalacaktır.

Çocukluğun evidir o dil. Başkalarındaki kendimizi, kendimizdeki başkalarını ilk öğrenmeye ve kaydetmeye başladığımızda konuştuğumuz dildir biraz da.

Başkalarından öğrenilemez. Dolayısıyla kimseye de bire bir aktarılamaz. Öyle olsaydı, birbirimizi bütün farklılıklarımızla anlama çabasına da, yakınlaşma arzusuna da, tanışmanın zevkine de gerek kalmazdı.

Bu dilin aktarılamaz oluşu ile birbirimizi anlama maharetimiz arasında bir ilişki var diye düşünüyorum yine de. Yani benim doğrudan aktarmadıklarımı karşımdakinin algılama potansiyelinden bahsediyorum. Peki, neye bağlı bu? İnsanın kendini ötekine verme niyetine.

Başkasıyla yekdil olma meziyetimiz, sınırsız sayıdaki insanı anlama ihtimalini barındırıyor. İnsandaki bu sonsuz değişimin imkânları beni büyülüyor.

Karşımızdaki kendini hiç dile getirmese veya hiç anlamadığımız bir dil konuşsa da: Ona dönük olma niyetimiz, onu işitme arzumuz sayesinde onun dilini anlar gibi oluruz. Belki iç hakikatlerimizin birbirindeki yansımasını bulabilmek umuduyla, belki içimizdeki hikâyeyi paylaşma ihtiyacıyla, ortak bir anlaşma dili tutturmuşuzdur kolayca.

Onun içine doğduğu, onu var eden, ona bir aidiyet veren dilin karşısına kendi konuştuğumuz dili çıkarıp bunu ona dayatmak: ‘Sen olma, öl’ demekle eşdeğerdir. Onu kendi lehçenizle, kendi tonlama ve vurgularınızla, kendinize ait zihin grameriyle anlamlandırmak, onun biricikliğini yok saymaktır.

***

İnsan ancak başkalarındaki farklı olan dili, tonu ve sesleri işitmeye başladığında: Kendi biricikliğine, kendi tekilliğinin derinliklerine inmeye başlıyor. Çünkü insanın içinde hep başkaları yaşıyor. Kendini tanımaya giden yol ötekilerle dolu.

İsterseniz dünyayı paket turlarla gezin, her kıtada gökyüzüne bakın, eğer kendinizi ötekine veremiyorsanız, hep kendinizde gezinmiş durmuşsunuz demektir. Kendinden vermeyen insan kendini de bilemiyor.

Varoluş hakikatimizi hangi dilde anlamlı kılabiliriz ki bu durumda?

İçimizde bir kâinat var. Âlem içinde âlemler. Sonsuz açılışlar var. Kendi içine kapanmış veya kendi içinden açılan bir devam ediş değil midir biraz da insan? Ötekini kendine almadan, onun dilini kendi içinde çoğaltmadan, bu dünyada neden bulunduğunu anlayabilir mi?

Başkasını onun kadim gerçekliğinde, bütün otantikliğiyle anlamaya çalışmak: Bugünün iletişim cehenneminde şiddet içermeyen şahane bir direniş biçimidir diye düşünüyorum. İçinde yaşamsız kaldığımız, öldüğümüz, dirildiğimiz ve başkalarını yaşatmaya çalıştığımız bütün dillerde...  



Bu haber 513 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    2,780 µs