derin devlet | " /> derin devlet | "/>

En Sıcak Konular

Asıl devlet derin devlet

13 Şubat 2009 14:08 tsi
Asıl devlet derin devlet 'Teşkilât-ı Mahsusa'yı kurmuş bir toplumda, “dış yardım”a ihtiyaç mı var?'

Murat Belge / Taraf

Şaşmaktan şaşmaya fark var

Hayatta “şaşırma”nın da farklı biçimleri var. Bunların başında hiç bilinmedik bir şeyin öğrenilmesinin yaratığı “şaşkınlık” gelir. Hani, “Vay canına! Böyle miymiş? Hiç aklıma gelmezdi!” gibi sözlerle açığa vurulanı. Ama bir de tersi olabilir: “Hayret! Tam da tahmin ettiğim gibiymiş!” Ersöz-Karamehmet mükâlemesi bende ikinci tepkiyi yarattı.

Bu bilgiler şimdi Ergenekon dolayımıyla kamuya yansıyor. Ama “Ergenekon”dan cinayetler, provokasyonlar, bu çeşit iyiden iyiye kural ve yasadışı eylemler anlıyorsanız, o mükâlemede o tip şeyler pek yok; buna karşılık, bu toplumun olağan yapısı var. “Olağan yapı” olduğu için de hepimiz bunu bir biçimde biliyoruz. Ama aynı zamanda, bir generalle bir holding başkanının konuşmasında bizzat bulunmamışsak, böyle bir konuşmanın nasıl geçeceğini de bilmiyoruz. Onun için, gerçeklikle “tahmin”in birbirini bu kadar tutması “şaşırtıcı” olabiliyor. “Hayat sanatı ne kadar iyi yansıtıyor” diyoruz.

“Olağan yapı” dedim. Bu kavram şu ortamda bana çok önemli görünüyor. Birkaç yazıyı bu konuyu açmaya ayıracağım o nedenle. Dün, bir rastlantıdan ötürü “Susurluk” diye ad koymuştuk; bugün “Ergenekon” diyoruz. “Nereden çıktı?” diye düşününce “Kontr-gerilla” veya “Özel Harp” gibi terimlere ve bunların ardında hayal meyal seçilen karanlık figürlere tosluyoruz. Daha gerilerde bir “T.M.T.” anısı beliriyor vb.

Bir de “Gladyo” kelimesi... Bu, doğrudan NATO’ya bağlanıyor. “Bir Komünist işgal durumunda direnişi örgütlemek üzere...” falan filan. Bana en az inandırıcı gelen bu. NATO olmasa ya da biz NATO üyesi olmasaydık, bu toplumda böyle bir yapılanma olmayacak mıydı yani?

Mümkün değil. “Modernleşme” yoluna girer girmez bunun için en güvenilir araç olmak üzere “Teşkilât-ı Mahsusa”yı kurmuş bir toplumda, “dış yardım”a ihtiyaç mı var, bu konuda?

Fenomenin ne olduğunu anlamak için, “derin devlet” gibi deyimler buluyoruz, falan. “Derin” değil, “asıl devlet” demek daha yerinde olur. Çünkü göstermelik “resmî” yüzeyde değil, “gerçeklik”te olanlar, bu yapı içinde belirleniyor, biçimleniyor.

Gene başa dönelim. Nedir, kalın çizgilerle, bu toplumun gelişme kalıbı, kuruluşundan beri?

Toplum içinde bir “modernleşme” talebi vardır, ama buna sahip çıkan bir orta sınıf yoktur. Olduğu kadarıyla orta sınıf (ticaret burjuvazisi vb.) bir “Türk ulus-devleti” kurmak gibi bir ideal sahibi olamazdı, çünkü “Türk” değildi. Böyle bir ulus-devletin orta sınıfı olmaya aday Türkler ise henüz ekonomide böyle bir ağırlığa sahip değildi. Büyük çoğunluk ise bu gibi davalarla ilgisi olmayan köylülerden oluşuyordu. Bütün bunların merkezinde, tek örgütlü güç, uyum içinde davranma yeteneğine en fazla sahip ordu bulunuyordu. 1908’de İkinci Meşrutiyet’e, 1923’te Cumhuriyet’e giden süreci bu ordu yaratmıştı. Ulus-devlet de, böyle, iki aşamalı bir harekât sonucunda kurulabilmişti.

“Kurucu güç”, kurduğu nesneye kendi damgasını vurur. Bu kural Türkiye için de geçerli olmuştur. Rejimin merkezinde, ulus-devlet ve modernleşme meşalesini ellerinde tutan az sayıda eğitimli aydının yanında ya da gerisinde örgütlü güç, ordudur, dönüşümün lokomotifi, ordudur. Lokomotifin arkası sıra çekeceği katar, yani toplum ise, zihninde kendine göre şekillendirdiği Müslümanlık’tan başka bir düşünsel birikim olmayan yoksul köylü yığınıdır. Biraz “ürpertici” bir alıntı vereyim, 1960’ta yayımlanmış bir kitaptan (bu alıntılar daha sonra iyice çoğalacak): “Kışlalar birer karakter imalathanesidir. Memleketler ise ona iptidai malzeme hazırlıyan birer yardımcı müesseseler gibidir.”

Neymiş yani? “Toplum” dediğimiz şey bir “ham madde” kaynağı (ama yazar bunu “iptidai” diye nitelemekten özel bir haz almış olabilir). Bu “ham madde” ancak kışlada işlenebilir ve orada gerçekleştirilir. Yani “bir milletin ruhu” kışlada biçimlenir. Kışla esastır, memleket “yardımcı müessese”dir.

Bu alıntıyı yaptığım kitabı, eminim, çok az kişi okumuştur. Kitap pek bilinmez. Buna rağmen, bu satırlarda sergilenen zihniyet, büyük çoğunluk için öyle çok bilinmedik, duyulmadık bir şey değildir (benzer durumlarda “münferit vaka!” şartlı refleksi gösteren bir azınlık dışında). Yani, yazının başında değindiğim “şaşkınlık” tiplerinin ikincisine uyar. Böyle bir şeyin düşünülmüş, tasarlanmış olmasına değil de, bu açıklık ve kesinlikle formüllenmiş olmasına şaşarız.

Bu noktadan, “derin” dediğimiz yapıya kaç adım var?



Bu haber 632 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,241 µs