çıkışı ve Türkiye'nin geleceği! çıkışı ve Türkiye'nin geleceği!

En Sıcak Konular

Erdoğan'ın çıkışı ve Türkiye'nin geleceği! 3 Şubat 2009 18:03 tsi
Erdoğan'ın çıkışı ve Türkiye'nin geleceği! 'Bu günlerde Birleşik Devletler’in Türkiye’ye olan ihtiyacı Türkiye’nin Birleşik Devletler’e olan ihtiyacından fazladır' diyen Friedman, bakın geleceği nasıl yorumladı

ERDOĞAN’IN ÇIKIŞI VE TÜRKİYE’NİN GELECEĞİ

George Friedman*

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz hafta İsviçre Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu sırasındaki İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez’le yaptığı açık oturumda patladı. Erdoğan, Perez’den çok moderatör Washington Post yazarı ve editörü David Ignatius’a Perez’e daha çok süre verdiği için sinirlendi. Arkasından Erdoğan, “İsrail halkını, Cumhurbaşkanı Perez’i ya da Yahudi halkını herhangi bir şekilde hedef almadım. Ben bir başbakanım ve Anti-Semitizm’in insanlığa karşı suç olduğunu açıkça söyleyen bir liderim” diye konuştu.

Buna rağmen uluslararası basın Erdoğan’ın muhakemesindeki güzel noktalar yerine, İsrail’in Gazze’deki politikasına ilişkin saldırıları ve birçoğunun Perez ve İsrail’e karşı yapıldığını düşündüğü öfkeli terk edişine odaklandı. Bu keşmekeşin, Erdoğan gayet de iyi yakıştığını düşünüyoruz. Türkiye İsrail’in etkin müttefiklerinden. Bu ortaklık hesaba katıldığında Gazze’deki son olaylar Erdoğan’ı zor bir duruma soktu. Türk başbakanının, Türk ordusunu İsrail’le ilişkileri koparacağı yönünde alarma geçirmeden Türkiye’nin ılımcı İslamcı toplumundaki takipçilerine İsrail politikalarına muhalefetini gösterme ihtiyacı duydu. Planlı olsun ya da olmasın, Erdoğan’ın Davos’taki patlaması İsrail’le ilişkileri gerçekten tehlikeye atmadan kendisini İsrail’e ve İsrail Cumhurbaşkanı’na karşı sesli muhalefet yaparken gösterebildi.

Erdoğan’ın siyasi pozisyonun giriftliğini anlamak önemlidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı’ndan sonra çöküşünden sonra Türkiye, laik bir hükümete sahip oldu. Hükümetin laikliği, orduyu ulusal-kurtuluş için bir araç olarak kullanan modern ve laik Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasını koruma rolüne sahip ordu tarafından garanti altına alınmıştır. Buna karşılık Türkiye toplumunda radikal İslamcılardan ultra-laiklere kadar geniş bir yelpaze vardır.

Erdoğan seçilmiş ılımlı bir İslamcıdır. Böyle olduğu için ordu tarafından şüpheyle karşılanmakta ve dini konularda gideceği yerler sınırlanmaktadır. Sağ tarafında Türk kamuoyunda kendisine yol arayan daha sert İslamcı partiler vardır. Erdoğan bu iki güç arasında dengeyi korumalı, askeri darbe ve İslami terörizm gibi aşırı sonuçlardan kaçınmalıdır.

Bu arada jeopolitik perspektiften Türkiye her zaman rahatsız bir yerde olmuştur. Küçük Asya, Avrasya’nın pivotu, eksenidir. Asya ve Avrupa arasında ile Arap dünyası ve Kafkasya güney cephesi arasında kara köprüsüdür. Erki Balkanların, Rusya, Orta Asya, Arap dünyası ve İran’ın ötesine uzanmaktadır. Alternatif olarak Türkiye her yönden yayılan güçlerin de hedef tahtasıdır. Buna bir de Akdeniz ve Karadeniz arasında Türkiye’yi bağlantı noktası haline getiren Boğazlar’ın kontrolünü eklediğinizde Türkiye’nin pozisyonun giriftliği daha açık hale gelir: Türkiye her daim komşularından baskı görmüş ve komşularına baskı yapmıştır. Doğu Akdeniz dahil her yöne sonsuza dek yayılabilir.  

Jeopolitik meydan okumayla başa çıkmak için Türkiye’nin iki farklı yolu vardır:

Laik Yalnızcılık 

Ordu bakış açısından, Türkiye’yi 1. Dünya Savaşı’na sürükleyen Osmanlı İmparatorluğu bir felaketti. Atatürk’ün çözümlerinden biri sadece Türkiye’yi savaştan sonra küçültmek değil aynı zamanda yeniden bir imparatorluk macerasına sürüklenmesini engellemekti.

İkinci Dünya Savaşı’nda hem Müttefikler hem de Miğfer, Türkiye’ye kur yaptı ve onun huzurunu bozdu. Güç bela tarafsızlığını koruyan Türkiye, başka bir ulusal felaketten ülkeyi korudu.

Soğuk Savaş sırasında Türkiye’nin pozisyonu aynı şekilde zordu. Kuzeyden Sovyet baskısını hisseden Türkler, NATO ve Birleşik Devletler’le müttefik olmak zorunda kaldı. Türkiye’nin elinde Sovyetlerin ölesiye istediği bir şey vardı: Boğazlar. Sovyet donanması engellenmeden Akdeniz’e açılabilirdi. Doğal olarak Türkler coğrafyaları hakkında bir şey yapamadıkları gibi bağımsızlıklarını feda etmeden Boğazları Sovyetlere teslim edemezlerdi. Fakat kendi kendilerini de koruyamazlardı. Sonuç olarak ellerindeki tek seçenek olan NATO üyeliğiyle Türkler Batı ittifakına dahil oldu.

Bu konu üzerinde yüksek derecede milli birlik vardır. Hangi ideolojide olursa olsun Sovyetler Türkiye’ye doğrudan bir tehdit olarak görüldü. Bu nedenle NATO ve Birleşik Devletler’i kullanarak toprak bütünlüğünü garanti altına alınması ilahi nihayette etrafında bir fikir birliği oluşabilecek bir şeydi. Tabii ki, tüm bu şeylerin olduğu gibi NATO üyeliği de yan etkilere yol açtı.

Amerika’nın Türkiye ile ilişkilerine (Sovyet’lerin güneye ilerlemesini durduran İran’la)  karşılık olarak Sovyetler, Arap ülkelerinde ittifak ve yıkıcılık stratejisi oluşturdu. İlk önce Mısır arkasından Suriye, Irak ve diğer ülkeler 1950-1970’ler arasında Sovyet nüfuzu altına girdi. Türkiye kendisini Sovyetler ile Irak ve Suriye arasında bir mengene arasında buldu. Sovyet silahları ve danışmanlarıyla Mısır’ın da Sovyet yörüngesinde olması, Türkiye’nin güney cephesini ciddi şekilde tehdit altına soktu.

Türkiye’nin bu duruma iki olası cevabı vardı. Bir tanesi ordusunu ve ekonomisini güçlendirerek dağlık coğrafyasının avantajlarını kullanarak saldırıyı caydırmaktı. Bunun için Türkiye’nin Birleşik Devletler’e ihtiyacı vardı. İkinci seçenek bölgede Sovyetlere ve solcu Arap rejimlerine düşman olan diğer ülkelerle işbirliğini geliştirmekti. Bu şartlara uyan iki ülke İsrail ve 1979 öncesi İran Şahlığı’ydı. İran Irak’la kısıtlıydı. İsrail de Suriye ve Mısır’a. Aslında bu iki ülke güneydeki Sovyet tehdidini etkisizleştiriyordu.

Böylece Türkiye’nin İsrail’le ilişkileri doğdu. Her iki ülkede Amerikan Sovyet-Karşı ittifak sistemine dahildi ve doğu Akdeniz’deki şartlar için ortak genel çıkarlara sahipti. Her iki ülkenin de Suriye’ye dair çıkarları bulunuyordu. Türk ordusu ve dolayısıyla Türk hükümetinin bakış açısından, İsrail’le yakın işbirliği çok anlamlıydı.

İslamcı Uluslararasıcılık

Buna rağmen Türkiye’nin ikinci bir vizyonu daha vardır. Müslüman bir güç olarak Türkiye’nin kendi ulusal güvenliğini garantiye almasının ötesinde sorumlulukları bulunur. Bu bakış açısı tabi ki ülkenin İsrail ve Birleşik Devletler’le olan ilişkilerini koparabilir. Bir anlamda bunun küçük bir önemi vardır. İsrail artık Türkiye’nin ulusal güvenliği için harcanamaz değildir ve Türkiye Birleşik Devletler’den bağımsızlığını kazanacak kadar büyümüştür. (Bu günlerde Birleşik Devletler’in Türkiye’ye olan ihtiyacı Türkiye’nin Birleşik Devletler’e olan ihtiyacından fazladır.)

Bu ikinci vizyon içerisinde Türkiye, Müslümanları desteklemek için gücünü dışarıya çıkarmalıdır. Bu bakış açısı eğer sonuna kadar takip edilirse Türkiye’yi, örneğin Arnavutlar ve Bosnalıların desteği için Balkanlar’a müdahil kılacaktır. Aynı zamanda Türkiye, Arap rejimlerini şekillendirmek için etkisini güneye doğru da yöneltmelidir. Tabi ki bu Türkiye’nin doğal bağları ve etkisinin olduğu Orta Asya’da derinlemesine müdahil olmasına yol açacaktır. Nihai olarak bu vizyon Türkiye’yi, Kuzey Afrika’daki olaylara etki edecek şekilde deniz gücü statüsüne de taşıyacaktır. Özünde yayılmacı olan bu görüşün ordunun aktif desteğine ihtiyaç duymaktadır. Ancak ordunun evinden çıkmaya midesi pek müsait değildir.

Endonezya, Pakistan, İran ve Mısır’ın yanında Türkiye, İslam dünyasında yakın komşularının ötesinde herhangi bir şeye etki edebilecek askeri ve ekonomik potansiyele sahip beş güçten biridir. Endonezya ve Pakistan dahili olarak parçalanmış ve birliğini elinde tutmaya çabalamaktadır. Potansiyelleri oldukça sıkışıp kalmıştır. Uzun süredir Birleşik Devletler’le muvacehesini sürdüren İran, tüm gücünü bu ilişki için harcamakta dolayısıyla yayılma için seçeneklerini sınırlanmaktadır. Mısır, rejimi ve ekonomisiyle kötürüm haldedir ve bariz dahili evrim geçirmeden güç yansıtması mümkün değildir.

Öte yandan Türkiye, dünyanın en büyük 17. büyük ekonomisidir. Suudi Arabistan dahil diğer tüm Müslüman ülkelerden ve Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya ve Hollanda hariç tüm AB ülkelerinden daha fazla gayri safi milli hasıla üretmektedir. GSMH’si İsrail’in 5 katıdır. Kişi başı düşen milli gelir noktasında küresel ölçekte Türkiye çok daha alt sıralarda yer almaktadır ancak uluslararası sisteme bir ülkenin getirebileceği toplam ağırlık olan ulusal güç genelde kişi başı milli gelirden çok ekonominin büyüklüğüne dayanır. (Çin’i düşünün kişi başı milli gelir Türkiye’nin yarısıdır.) Türkiye, Arap dünyası, Kafkaslar ve Balkanlar’daki istikrarsızlıklarla çevrilidir. İsrail’den sonra bölgedeki en istikrarlı ve dinamik ekonomiye sahip ülke, en etkin silahlı kuvvetlere sahiptir.

Lüzum gerektiğinde Türkiye sınırlarının ötesine çıkar. Örneğin, PKK unsurlarına karşı hava destekli kara harekâtı için Irak’a girmiştir. Ancak Türkiye’nin politikası karışıklıklardan uzak durmaktır. Ancak, Türk İslamcı bakış açısından, İslami rejimin kontrolü altında böylesi bir güç etkisini çarpıcı olarak artıracak bir konumda olmalıdır. Bahsedildiği gibi bu ordu ya da laiklerin istediği bir şey değildir: Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk gücünün altını oyarak nasıl yok ettiğini hatırlıyorlar ve tekrarlanmasını istemiyorlar.

Erdoğan’ın Sıkıntısı ve Türkiye’nin Geleceği

Türkiye’nin derinlemesine bölük bir toplum olduğunu söylemek doğru değildir. Hatta Türkiye ihtilaflarını harmanlamayı öğrenmiştir. Şu anda Erdoğan muhtemelen Türk siyasi spektrumun merkezini temsil etmektedir. Fakat birbiriyle mücadele eden üç erki dengelemede tıkanmıştır. İlki dirençli duran ve tersliklere (tüm dünyayla birlikte) rağmen büyüyecek ekonomidir. İkincisi özellikle dini nedenlerden ötürü abartılı dış karışıklıklar istemeyen yetkin bir ordudur. Üçüncüsü de Türkiye’yi İslam dünyasının ve belki de dünyanın lideri olarak görmek isteyen İslamcı harekettir.

Erdoğan Türk ekonomisini zayıflatmak istememekte ve radikal İslamcı fikirleri de Türkiye’nin orta sınıfını tehdit olarak görmektedir. Ordunun gönlünü almak ve siyasetten uzak tutmak istemektedir. Aynı zamanda orduyu kışlasından çıkarabilecek daha da kötüsü ekonomiyi zayıflatabilecek radikal İslamcıları da sakinleştirmek istemektedir. Yani Erdoğan, ordu ve dini sektör beraber mutlu olarak işin yürümesini istemektedir.

Bu kolay bir şey değildir ve Erdoğan işini daha da zorlaştırdığı için Gazze’ye saldırdığı için İsrail’e açıkça öfkelidir. Türkiye, İsrail-Suriye görüşmelerinde hayatiydi. Bu dünyanın daha geniş bir kısmının Türkiye’nin liderliğini, riskten-kaçınan ordusunun üzerinde biraz hassas olduğu bölgesel angaje olarak görmesi anlamına geliyordu. Erdoğan, bu nedenle İsrail’in Türkiye’nin askeri-sivil erk dengesini tehlikeye attığını ve anlamsız olarak gördüğü Gazze’deki operasyon için tereddütlü adımlarını bölgesel spot ışıkları altına getirerek boşa çıkarttığını gördü.

Yine de Erdoğan İsrail’le ilişkileri koparmak istemektedir. Bu nedenle moderatöre öfkelendi. İster bu hesaplanmış bir şey olsun isterse de duruma verdiği basit bir karşılık olsun netice önemsizdir. Çıkışı gerçekte herhangi bir şeyi koparmadan ona İsrail’le isteyerek koparmış görüntüsünü vermesine izin verdi. Sonuçta bu ince çizgide ustaca yürümeye devam etti.

Soru Erdoğan’ın bu dengeyi daha ne kadar daha götürebileceğidir. Türkiye’nin etrafındaki bölge ne kadar kaotik olursa Türkiye daha güçlü olacaktır ve Türkiye’nin boşluğu doldurması için doğrudan jeopolitik baskı daha fazla dayanılmaz hale gelecektir. Bunu Türk İslamcılığı adındaki yayılmacı ideolojiye eklediğinizde bölgede yeni güçlü bir güç kısa sürede ortaya çıkabilecektir. Bunu önleyebilecek yegâne şey Rusya’daki süreçtir. Eğer Moskova Gürcistan’ı teslim olmaya zorlar ve kuvvetlerini Ermenistan’daki Türk sınırına geri getirebilirse, Türklerin Rusları engellemek üzerine olan politikalarına yüz geri yapması gerekecektir. Fakat önümüzdeki birkaç yıl içerisinde Rus gücü hangi seviyeye ulaşırsa ulaşsın, uzun soluklu Türk gücünün yükselmesi kaçınılmazdır. Bu dikkatlice incelenmesi gereken bir şeydir.

George Friedman, Amerikan politika araştırmacısı ve yazarıdır. Stratfor adlı özel istihbarat firmasının kurucusu ve CEO’sudur. Amerika’nın Gizli Savaşı, İstihbarat Uçurumu ve Savaşın Geleceği adlı kitabın yazarıdır.

(Kaynak: Stratfor, Çev: Oğuz ESER / TIMETURK)



Bu haber 996 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler

    3,509 µs