En Sıcak Konular

Mesut Yılmaz'a ikinci vuruş...

3 Şubat 2009 16:02 tsi
Mesut Yılmaz'a ikinci vuruş... Susurluk'u örtmekle suçladığı Mesut Yılmaz'a köşesinden cevap hakkı tanıyan İsmet Berkan, bugün de o cevabı mektupta yakaladığı açıkla Yılmaz'ı vurdu.

 İsmet Berkan / Radikal

Mesut Yılmaz’ın mektupları

Bir iddia ortaya attım, kabul etmeliyim ki, bir hayli ağır da bir iddiaydı bu. Hakkında iddiada bulunduğum kişi olarak, eski başbakanlardan Mesut Yılmaz, cevap hakkını kullandı, bana bir mektup gönderdi. O mektubu köşemde aynen yayımladıktan sonra, mektup hakkında da bazı görüşlerimi yazdım, bu arada temel iddiamı sürdürdüm. Son olarak dün yine bu köşede Mesut Yılmaz’ın cevabi mektubunu gördünüz.
Cevap hakkına saygım sonsuz, o yüzden Mesut Yılmaz yine cevap hakkını kullanmak isterse, kullanabilir. Sonuç olarak bana göre çok önemli bir şey yapıyor, ülkemizde varlığı iddia edilen hukuk devletimizin nasıl işlemediğini eski bir başbakanın yardımıyla masaya yatırıyoruz. Bana göre önemli bir arkeolojik faaliyet bu; çünkü bugün karşılaştığımız Ergenekon, dün işlemeyen ve işletilmeyen hukuk devletinin bugüne yansıması, başka bir şey değil.
Mesut Yılmaz’a ilişkin temel iddiamı yinelemek istiyorum: Türkiye, Susurluk kazası sonrası, hukuk devletini adam edebilme ve işletebilme konusunda büyük bir olanak yakaladı. Dönemin başbakanı olarak Mesut Yılmaz da bence unutulmaz bir hizmet verip bugün hâlâ bir başvuru kaynağı olarak yararlandığımız o ünlü Susurluk Raporu’nu hazırlattı. Raporun
hazırlık aşamasında Mesut Yılmaz, müfettiş Kutlu Savaş’a büyük bir destek verdi, hatta MİT Kutlu Savaş’ı arşivine sokmayınca Başbakan olarak bizzat gitti, bir bütün gününü MİT’te geçirdi ve gereken bilgilerin alınmasını sağladı.
Bunlar hep Mesut Yılmaz’ın hanesine yazmamız gereken puanlar. Ama aynı Yılmaz, Susurluk Raporu’nun ortaya çıkardığı somut suçların mahkemelere yansımasında, raporun yazım aşamasında olduğu kadar hevesli davranmadı, o yüzden ‘Susurluk’ adı altında kapsamlı bir yargılama yapılamadı. Bu şikâyet de doğrudan ‘Susurluk’ davasına bakan hâkim heyetinden, onların gerekçeli kararından geldi.
Yani Susurluk, üç-beş özel timcinin, bazı çetecilerin yargılandığı bir dava oldu; bu suçun her yerinde izi görünen devlet kurumları (isimleriyle söylemek gerekirse Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği, Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığı, Olağanüstü Hal Bölge Valiliği) ve bu kurumları yönetenler başta olmak üzere kamu görevlileri ile suça izin veren siyasi otorite hiçbir zaman adli yargılamanın konusu olmadı, olamadı.
Mesut Yılmaz, bir önceki mektubunda ‘Benim elimden bu kadarı geldi’ demişti, son mektubunda bu anlamda yeni bir şey söylemiyor.
Buna karşılık aynı Yılmaz, son mektubunda, o dönemde devlet kurumlarında yaşanan yozlaşmayla ilgili çok çarpıcı örnekleri yeniden hatırlatıyor. Özellikle MİT ile Alaattin Çakıcı arasındaki ilişkiler, geçmişte bu köşede de defalarca ele alındığı gibi rezalet kelimesiyle bile anlatılamayacak boyutlarda. Umarım benzer ilişkiler hâlâ devam etmiyordur. (Bu denli hassas ve önemli bir denetim konusunun kurumların kendi iç denetimleri dışında hiçbir biçimde denetlenmemesi, siyasetçilerin bu kurumlar için hiçbir hesap sorma-denetleme mekanizması geliştirmemesi ayrıca dikkate şayan bir eksik demokratikleşme örneği. Batı’da bu gibi kurumlar parlamento denetimine tabi.)
Mektubunda Yılmaz, halen hapiste bulunan Çakıcı’ya karşı verdiği mücadelenin bedelini hükümetten düşürülmekle ve Yüce Divan’da yargılanmakla ödediğini öne sürüyor. Ben buna çok katılmadığımı söylemek zorundayım.
Her şeyi basite indirgeyecek olsak, sonuçta yapılmak istenen bir bankanın satılmasıydı. Bu bankanın satışına ağır kurallar getirmek, bu kuralları daha ihale aşamasında uygulamaya koymak, bana göre suç örgütlerinin değil gerçek bankacıların ihaleye ilgi göstermesini sağlar, böylece başbakan da ihalede ‘mafya kovalamak’ zorunda kalmazdı.
Türkbank konusunu ben hiç açma niyetinde değildim ama Mesut Yılmaz konuya girince mecburen ben de giriyorum. Başbakan olarak Yılmaz, Türkbank ihalesiyle bu denli yakından ilgilenmese, fiyat pazarlıklarına girmese, gece yarısı ihaleye katılacak işadamlarını evinde kabul etmese, telefonlara çıkmasa, ihaleyi kazanan işadamını gazete-TV almaya teşvik etmese, satın alınan gazete ve TV’lere yönetici seçimi dahil pek çok konuya müdahil olmasa bence Yüce Divan’a da gitmezdi.

 



Bu haber 740 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,554 µs