demokrasiyi hak ediyor! | " /> demokrasiyi hak ediyor! | "/>

En Sıcak Konular

Türkiye demokrasiyi hak ediyor!

3 Şubat 2009 14:29 tsi
Türkiye demokrasiyi hak ediyor! 'Yazarları linç ettiren, hapislere attıran başbakanlardan, yazarlara saygı gösteren başbakanlara gelmek az iş değil...'

Ahmet Altan / Taraf

Çetin Altan ve başbakan

Talih bazen, insanı kuşkulandıracak kadar iyi davranır birine.
“Ben bunu hak ediyor muyum” diye sorarsın kendine.
Bu çağın en büyük yazarlarından birinin, Çetin Altan’ın oğluyum ben.
Ve hep “ben bunu hak ediyor muyum” diye sorarım.
Bu “armağanı” hak edebilmek için uğraşırım.
Talihe olan borcumu ödeyebilmek için tek yapabildiğim, babamın yürüdüğü yolda, onunki kadar parlak, güçlü, etkili adımlarla olmasa da yürümeye çabalamaktır.
Önceki akşam babamı Aya İrini’nin sahnesinde izledim.
Sanem’in deyimiyle, “seksen yaşında biri olarak çıktı sahneye ve kırk yaşında biri olarak indi.”
Yaşlılık, onun hınzır ruhunun üstüne örttüğü ince bir harmaniye gibidir, yazmaya ya da konuşmaya başladığında, beni her zaman çok şaşırtan zekâsının rüzgârı, önce hafif hafif kıpırdatır o örtüyü, sonra iyice sallamaya başlar, sonunda o harmaniye uçar gider ve ortaya genç bir adam çıkar.
Öylesine gençtir ki onun o hali, onun yanında küçük bir kedi yavrusu gibi duran ben, kendimi yaşlı bir adam gibi hissedip, onu “oğlum” gibi görmeye başlarım.
Kendinden yaşlı olan “oğluna” hayran bir “baba” olur çıkarım.
Bakmayın böyle yazdığıma, elbette böyle şeyler söyleyemem ona, nerde bende babama “seni oğlum gibi görüyorum bazen” diyecek cesaret, ben babamdan korkarım.
Bir şey söylemesine gerek yok, gözlerinde belirecek küçücük bir “bunu beğenmedim” ifadesi beni derinden sarsmaya yeter.
Garip bir ilişkidir çünkü bu.
O benim babam ama o Çetin Altan.
Onun yazdığı ve söylediği cümleler belirledi benim hayatımı.
Babaca değildi öğütleri hep yazarcaydı.
“Yazıya ihanet etme,” dedi, “bu ihanetlerin en büyüğüdür.”
Bir yazarı izleyerek büyüdüm.
Yazarlar, yüz binlerce, milyonlarca insanın dikkatini çeken büyük bir ışık gibidirler, o ışığı onların içinde yanan nasıl bir ateşin yarattığına tanık oldum.
O ateş, milyonları ısıtıp aydınlatırken yazarın kendini de yakar.
Bir yazar olabilmek için bazen bir yaşamdan vazgeçmek gerekir.
Kendimi bildim bileli onun yazılarını okurum, birçok yazısını ezbere bilirim, birçok yazısı bana hayatta nasıl durulması gerektiğini öğretmiştir, başkalarına öğrettiği gibi.
Ama ben o yazılardan başka şeyler de gördüm.
Cebinde sadece elli kuruş varken gazeteden nasıl istifa ettiğini gördüm.
Her sabah tek başına evden çıkıp mahkemelere gittiğini gördüm.
Bir şafak vakti, darbecilerin polisleri onu almaya geldiklerinde, onlara nasıl gülerek, “ben hazırlanırken bir kahve için beyler” dediğini gördüm.
Bir hapishanenin parmaklıkları arasında nasıl yaralı bir aslan gibi durduğunu gördüm.
İlk torununun yüzüne ilk kez demir bir kafesin arkasından bakarken yüzünde beliren gülümsemeyi gördüm.
Yeryüzündeki bütün yazarlar gibi yazar olmanın tek kişilik çilesini çekerken, bu ülkede yazar olmanın getirdiği belaları nasıl sırtlandığını da gördüm.
Meclis’te onu linç etmeye kalktıklarında eve, yüzlerce adamın alçakça çiğnediği mosmor vücuduyla döndüğünü gördüm.
Ben Taksim Meydanı’nda onun elli bin kişiyi bir sözüyle güldürüp, bir sözüyle ayağa kaldırdığını gördüm.
Sıkıyönetim mahkemelerinde savunmasını yaparken, onun sözlerinden korkan askerî yargıçların nöbetçilere “susturun onu” diye nasıl bağırdıklarını gördüm.
Doğru bildiğini söyleyebilmek için bütün taraftarlarını ve dostlarını kaybetmeyi göze aldığını gördüm.
Ben onun, bugün ikisi de başka diyarlara uçmuş olan annesiyle karısına sövdüklerinde nasıl yumruklarını sıktığını gördüm.
Ben onu gördüm.
Ben onu her yerde gördüm.
Ben sadece “baba” dediğim bir adamı değil, ömrüm boyunca bir yazarı gördüm.
Bugün böyle bir yazı yazıyorsam, bunu babam için değil, bir yazar için yazıyorum.
Ben onu önceki gün Aya İrini’de gördüm.
Bir ödül veriyorlardı.
Ama orada bir ödülden daha başka bir şey gördüm.
Seksen iki yaşındaki bir yazar konuşurken, bir başbakanla kültür bakanı, iki genç delikanlı gibi bir kenara çekilip ayakta dinlediler.
Birçok şey gördüm ama bunu hiç görmemiştim.
Böylesine doğal bir nezaket, böylesine zarif bir saygı...
Belalarla kutsanmış bir hayatın herhangi bir noktasında karşılaşacağımı sanmadığım, bu topraklarda pek rastlanmamış bir sahneydi.
Bundan etkilendiğimi itiraf edeyim.
Nasıl bir ülkede yaşadığımı biliyorum, yazarlara bu ülkede neler yaptıklarını, ne acılar çektirdiklerini biliyorum, onları öldürdüklerini, işkencelerden geçirdiklerini, hapishanelerde çürüttüklerini biliyorum.
Bazen, “hiçbir şey değişmeyecek mi” diye umutsuzluğa kapıldığım da oluyor.
Ama önceki gece Aya İrini’de yaşananları izlerken, “bir şeyler değişiyor galiba” duygusuna kapıldım.
Yazarları linç ettiren, hapislere attıran başbakanlardan, yazarlara saygı gösteren başbakanlara gelmek az iş değil...
Yarın belki yeniden bizi ümitsizliğe düşürecek olaylarla karşılaşacağız ama bugün ümitliyim.
Ve, şunu anladım, “ümitli olmak” güzelmiş.
Şunu da anladım, “ben çocuklarımızın bu tür bir saygının gelenekselleştiği, böyle bir gelişmişliğin doğallaştığı bir ülkede yaşamalarını istiyorum.”
Öyle bir ülkeyi hayal etme imkânını gördüm ben geçen gece.
Ve bu hayal hiç bozulmasın istedim.

Başbakan Erdoğan'ın o gece yaptığı konuşma :

"VEHİMLER ÜRETEN ANLAYIŞ YERİNİ ÖZ GÜVENE BIRAKTI"

Törende konuşan Başbakan Erdoğan, ödüle layık görülen Çetin Altan'ı övdü. Altan'ın Türkiye'nin tarihinde önemli anlarında düşüncelerinden dolayı çok ağır bedeller ödediğine dikkat çeken Erdoğan, bu sebeple ödülün Altan'a verilmesinden büyük memnuniyet duyduğunu belirtti.

Türkiye'nin yakın tarihinde düşüncenin serüvenind meşakkatli yolculuklar yaşandığını vurgulayan Erdoğan, kemikleşen önyargılar ve tahammülsüz anlayışların bedelini tüm Türkiye'nin ödediğini ifade etti.

Bu tür ödüllerin aynı zamanda Türkiye'ye öz eleştiri imkanı da sunduğunu aktaran Erdoğan, "Eleştireye tahammül olmadan yol alamayız. Söz olmadan, yazı ve fikir olmadan uygarlık iddiamızı gerçekleştiremeyiz. Farklı düşünmek asla bir biribirimizi anlamaya, en azından anlama çabasına mani olmamalıdır. Demokrasinin temeli tahammül duygusudur. Eleştirel bakışı kastediyorum; ancak hakaret demiyorum. Farklılıklar arasında diyaloğunu geçerli olmasıdır. Bugün mutlulukla ifade ediyorum ki Türkiye artık ne Çetin Altan'ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkâm eden bir Türkiye'dir; ne de Nazım Hikmet'i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan bir Türkiye'dir. O algılarıyla vehimler üreten Türkiye yerini öz güvene bırakmıştır." dedi.

Çağ dışı ideolojik sloganların Türkiye'nin yürek ve aklını artık ele alamayacağını vurgulayan Erdoğan şöyle konuştu: "Hüviytemizi koruyarak uluslararası camianın saygın bir ülkesi olacağız. Halk ve halkın iradesiyle birilkte yaşatacağız. Türkiye taşıdığı yüksek değerlerle modern dünyanın bunalımlarına çareler üretebilecek bir ülkedir. Bu ülkenin tarihi ve kültürel hüviyetini hiçbir zaman reddi miras etmeden, gözümüzün ışığı gibi koruyacağzı. Türkiye daha fazla özgüreşceşek, daha fazla demokratikleşecek, kalkınacak."

ÇETELERLE MÜCADELE

Başbakan Erdoğan, konuşmasının büyük bir kısmını demokratikleşme ve çetelerle mücadeleye ayırdı. Başbakan Erdoğan, Türkiye'de hiçbir risk almadan ülkenin imkan ve kaynaklarına göz diken çevrelerin olduğuna dikkat çekti.

Türkiye'nin bu çevrelere artık müsade etmeyeceğini dile getiren Erdoğan, "Bu ülkede istikrar, demokrasi, hukuk devletnin eksiksiz işleyişi çok büyük önem arz ediyor. Sağ ve sol kutuplaşmaların artık yaşamak istemiyoruz. Aşırılıklardan uzak bir ülke bir zemin arayışı içindeyiz. Pusu kurma siyasiteni görmek istemiyoruz. Birbirimizin ayağına basılmasını görmek sitemiyoruz. Hepimizi bu ülkenin insanlarıyız. Her şeyden önce birbirine saygı duyma zorunluluğumuz var. İmtiyazlı çevrelerin hiçbir risk almadan emek, değer üretmeden bu ülkeninih imkan ve kaynaklarına göz dikmesini de istemiyoruz. Statükoyu muhafaza ederek değişime direnilmesini de istemiyoruz." şeklinde konuştu.

Türkiye'nin çetelerle mücadele ve hukukun üstünlüğünün yükseltilmesinin konuşulduğu bir dönemden geçtiğini belirten Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Çetelerle mücadelede hukukun üstünde yükselmeyi konuşuyoruz. Biz çetelerle mücadele ederken, biz mafya ile mücadele ederken inanıyorum ki bu mücadelede bizim yanımızda olması gereken bir millet var ve biz bunu görüyoruz. Ülkenin içe kapanması için tuzak ve hile siyaseti kurulmasını istemiyoruz. Hukuk tanımayan çeteler mafya olsun istemiyoruz. Türkiye tam bir demokrasiyi hak etmeyen bir ülke olamaz. Çünkü bunu biz hak ediyoruz ve bunu gerçekleştirmemiz lazım. Son 6 yıldır bu amaçla bütün dünyada mekik dokuyoruz. Azimle kararlılıkla çalışıyoruz."

Konuşmasını Çetin Altan'ın demokrasi dışı her dönemde gösterdiği onurlu ve doğru tavıra atıfta bulunarak devam Başbakan Erdoğan, "İyi ki varsınız. İyi ki yazıyorsunuz. Sayın Altan tebrik ediyorum. Teşekkür ediyorum." sözleriyle tamamladı.



Bu haber 445 defa okundu.


Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.




    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,810 µs