• Açlık ve kıtlığın hâkim olduğu asırlardan sonra 20. yüzyıl, her türlü rafine gıda ve teknolojiye kolayca ulaşabileceğimiz bir refah ve konfor sağladı. Aşırı beslenmenin sağlığa yararlı olduğu düşüncesiyle insanlar, 20.yüzyılın ikinci yarısında sürekli yiyip içerek yüzyılların açlığını telafi ettiler. Konforlu yaşamın bir parçası olarak algılanan asansör, araba ve koltuktan oluşan Bermuda şeytan üçgeni’nin gönüllü hücre hapsi olduğunu fark etmeden, TV ve bilgisayar karşısında sürekli bir şeyler atıştırarak göbekli bir toplum yarattılar. (1)
• Eski yüzyıllarda insanların gezdiği alanlar, binalar ve caddelerle işgal edildi. Temiz havamız egzoz, sigara gibi kanserojen maddelerle kirletildi. Kanalizasyon suları ve kimyasal atıklarla kirletilen suyumuzun yerine sunulan boyalı sıvı ve içkilerle vücudumuz şişirildi. Yemek kültürümüz, hormon ve sindirim sistemini alt üst eden, fast-food denilen tıkınma kültürüne yenik düştü.
• Sigara, alkol, asitli içecekler, fast food, genetik yapısı bozuk ve hormonlu ürünlerinde sinsice kullanıldığı bu sağlık savaşında, binlerce yıllık tarihimizde görülmemiş bir felaketin içine sürüklendik. İnsan ömrünü uzatan ilaç ve teknolojilere rağmen, sağlıksız yaşam tarzı çaresiz kaderimiz oldu. Dünya savaşları sonrası barışa kavuştuğumuzu zannederken, sinsi ve daha ölümcül bir savaşın kurbanı olduk.
İnsanlığa savaş açan bu gizli düşman; Sağlıksız yaşam tarzı
• Bu düşmana karşı koymak çok zor. Bize dost gibi yaklaşıyor, hayatı kolaylaştırma, konfor ve refah gibi maskeler takarak bizim kuyumuzu kazıyor. Kullandığı silah ve yöntemler mükemmel. Bunlarla baş etmek gerçekten çok zor. Hamburgerden kolaya, sigaradan oturgan yaşantıya kadar her şey insanları gönüllü olarak teslim alıyor. Sigaradan derin bir nefes çekerken kendimizden geçiyor, sıkıntıların kaybolduğunu zannediyoruz. Oysa gerçek bu değil. İçi tuz dolu janjanlı şeyleri çıtır çıtır yerken tansiyonun yükseldiğini fark edemiyoruz.
• Geçtiğimiz yıl dünyada 7 milyon, son 10 yılda ise 60 milyon insan sadece yüksek tansiyondan öldü. İki dünya harbinde ölenlerden daha fazlasını sadece yüksek tansiyondan kaybettik. Dünyadaki şeker hastası sayısı ise, son 10 yılda 30 milyondan 230 milyona çıktı. Her yıl 6 milyon insan sigaradan, 17 milyon insan ise kalpten ölüyor.
Yaşam tarzımız hastalık üretiyor
• Her yerden hastalık ve hasta fışkırıyor. Sağımız solumuz hasta dolu. Şöyle bir çevreye bakınız, sağlam insan yok gibi. Sağlam zannettiklerimiz de aniden ölüp gidiyor. Sağlığımız bu kadar kötü mü? Evet bu kadar kötü. Ulusal bir felaketle karşı karşıyayız ve işin kötüsü farkında bile değiliz. Ne yapacağımızı bilemiyoruz, bilsek bile bir şey yapamıyoruz. Giderek sağlıksız bir toplum oluyoruz. Türk toplumu kalp damar hastalıkları, kanser ve bulaşıcı hastalıklar da milli bir felakete doğru hızla ilerliyor... Son 10 yılda kanserli hasta sayısı 6 kat arttı. Sağlıksız çevre ve yaşam tarzı nedeniyle her yıl 120 bin kişi kanser oluyor. Nefes darlığına yol açan ilerleyici akciğer hastalığı ise hızla artıyor.
• Şişman insan sayısı ülkemizde 10 yıl içinde iki kat artarak 11 milyon oldu. Şişmanlık, hareket azlığı ve aşırı beslenme zemininde gelişen şeker hastası sayısı, 1990 yılında 1 milyon iken, şimdi gizli şekerle birlikte 5 milyonu aştı. Tansiyonu normalin üstünde olanların sayısı rekor düzeye ulaşmış durumda. METSAR çalışmasına göre toplumun yüzde 56’sının kan basıncı normalin üstündedir (2). Erişkin nüfusun 15 milyonu yüksek tansiyon hastası. Tansiyonu normal olanların yüzde 63’ü yani 21 milyon kişinin tansiyonu da yükselme eğiliminde (3). Metabolik sendrom giderek artıyor. Bu sayı batı ülkelerinin şimdilik 2 katıdır (4). Gençlerde % 10 iken, yaş ilerledikçe inanılmaz derecede artarak, 60-70 yaş arasındaki erkeklerde %61’e, kadınlarda ise % 75 oranına çıkmaktadır (2). Yaşam tarzımız sadece bizi hasta etmiyor. Evlerde yaşayan kedi köpekler de bizimle aynı kaderi paylaşıyor. Şişmanlayan kedi ve köpekler için koşu bantları piyasaya çıktı bile.
• Sigara, alkol, fast food, asitli içecekler, yanlış beslenme, egzersiz azlığının sonucu sağlıksız yaşam tarzımız, bataklığın sivrisinek ürettiği gibi hastalık üretiyor; kanser, felç, kalp hastalığı ve ölümlerin hızla artmasına yol açıyor. Yaşam tarzını düzeltmek yerine, hastalarının teşhis ve tedavi sorunlarıyla baş edemeyen sağlık sistemimiz yorgun. Felaket büyük: Ülkemizin sadece kalp damar sağlığı alanındaki kayıpları bile, günümüzün işgallerinden, tsunamiden ve beklenen depremde tahmin edilen kayıplardan daha fazla, farkında değiliz.
Bu yaşam tarzının sonuçları milli felaket gibi
• Her yüz bin erişkin erkek nüfusta koroner kalp hastalıklarından ölüm oranı, Kore ve Çin’de 50 iken Türkiye’de 650! Bizde 13 misli fazla (5). Kalp hastalıklarından ölümler yılda 260 bin (bunun 170 bini koroner kalp hastası). Koroner kalp hastası sayısı ise 3 milyon. Önümüzdeki 10 yıl içinde önlem alınmazsa 3 milyon insanımızın bu sinsi savaşta kırılacağı bekleniyor (6).
• Sağlık Bakanlığı ile Başkent Üniversitesi işbirliğiyle yurt çapında yapılan araştırma; bir yıl içinde hayatını kaybeden 430 bin kişiden 372 bininin, yaşam tarzını değiştirmediği için öldüğünü gösterdi. Üç yılda tamamlanan araştırmanın çarpıcı sonucuna göre Türkiye'de sağlığa dikkat edilse toplam ölümlerin yüzde 86'sı önlenebilir (7). Uyutulan toplumun zihnine şırınga edilen ise, uçurumdan atlayan 372 koyun!
Asıl soykırım bu! Asıl tartışılacak konu bu!
• Çünkü bu felaket her yıl tekrarlanıyor. Tarihimizin hiçbir döneminde böyle sürekli bir felaketle karşılaşmadık.
• Derelere akıtılan zehirler, içme suyumuza karışan kanalizasyon suları, yemyeşil çevreye atılan, toprağa gömülen binlerce varil içindeki kimyasal atıklar, filtresiz bacalardan üstümüze çöken zehirli dumanlar, devasa gemilerle ülkemize sokulan milyonlarca ton radyasyonlu hurdalar...
• Kanserojen maddeler ve kirletilen hava her çeşit kanser, kalp-damar ve akciğer hastalığına davetiye çıkarıyor. Çevre kirlenmesi, korunmasız zavallı halkımız da her çeşit kanser, hastalık ve ölümlere yol açarken, sözde uygar (!) dünyanın çöplüğü oluyoruz. Bize dayatılan kirlenmiş çevre ve yaşam tarzı hastalık saçıyor. Çevre felaketi sağlık savaşına dönüşüyor.
• AİDS, hepatit B ve C, kuş gribi, kene virüsü… Sağlığa zararlı yüzlerce madde; sigara, alkol, boyalı içecekler, hamburgerler ve sağlığa zararlı bir sürü katkı maddeleri… Batı ülkelerinde yasaklanan sağlığa zararlı bir sürü kimyasallar, zirai ilaçlar, zehirli variller, radyasyonlu hurdalar… Saymakla bitmez. Ölümlerden ölüm beğenin! Bir toplumu yok etmenin yeni yöntemi bu olsa gerek. Önce, hastalık üreten ortamlarda yaşamaya zorlanan ve sonra da kendini tedavi ettirmek için çırpınan zavallı bir toplumun kısa hayat hikâyesi budur...
Kanlı savaşlardan daha ölümcül bir düşmanla karşı karşıyayız!
• Sağlıklı gençlerimizi alıyor, hantal, göbekli, sigara kokan hastalıklı yaratıklara çevirip atıyor. Şimdi de masum yavrularımıza saldırıyor. Çocuklarda bile metabolik sendrom oranı çığ gibi artıyor. Bu felaket değilse nedir?
• Dünyada ve Türkiye’de ölümlerin birinci nedeni olan kalp damar hastalıkları ve insanlığın en yaygın sağlık sorunu olan hipertansiyon, şeker hastalığı, kolesterol yüksekliği, şişmanlık ve metabolik sendrom; bu yaşam tarzıyla yakından ilişkilidir. Yaşam tarzını düzelterek bu insanlık düşmanlarını yenmede ne kadar başarılı olursak, kalp, tansiyon, kolesterol ve şeker ilacı kullanma ihtiyacımız o kadar azalır, bu hastalıklara yakalanma ve bunlardan ölme oranları da o ölçüde düşer. Bu yüzden yaşam tarzı değişikliği, hastalıkları önleyici kardiyoloji programlarının da temelidir (8, 9).
• Amerikan Kalp Birliği’nden, Avrupa ve Türk Kardiyoloji Derneği’ne kadar tüm bilimsel kuruluşlar, şeker hastalığından yüksek tansiyona, metabolik sendromdan şişmanlık ve kolesterol yüksekliğine kadar sağlığımızı ve hayatımızı tehdit eden risk faktörlerinin tedavisinde ilk önce ve ısrarla yaşam tarzı değişikliğini şart koşmaktadırlar (10-14). Çünkü yaşam tarzındaki köklü değişiklik, 1 yıl içinde bile koroner damar sertliğinde önemli gerilemeye yol açar. Şişman kişilerin vücut ağırlığının % 5-10’u arasında kilo vermesi kan basıncı, kan şekeri, kan yağları ve kanın pıhtılaşması üzerine iyi etki gösterir. Yaklaşık 4 kg’lık kilo kaybı bile riskli hastalarda şeker hastalığına gidişi önler. Fiziki aktiviteyi artırmanın hemen akla gelen önemli iki yararı, HDL kolesterol düzeyinde artma ve tüm sebeplere bağlı ölüm oranında azalmadır (14).
• Bütün bu yararlara rağmen, yaşam tarzımızı neden değiştiremediğimiz ve nasıl değiştirileceği konusu, hâlâ önemli bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. En gelişmiş canlı olan insanoğlu nasıl oluyor da dış dünyanın dayatmasına karşı koyamıyor? Kendi hayat programlarını ve özgürlüğünü niçin yaşayamıyor? Diğer tüm canlılardan farklı olarak çevreyi değiştirme yeteneği olan insan, nasıl oluyor da aşağıda özetlenen yaşam tarzının kölesi oluyor?
Yaşam tarzımız F tipi!
• Dış dünyadaki yaşama alanlarımız, binalar, caddeler, arabalar ve çevre kirliliği ile işgal edilmiş durumda! İçinde yaşamaya çalıştığımız küçücük evlerimiz ise eşyalarla... TV karşısında gömüldüğümüz, bize kalan tek özgürlük alanımız olan rahat koltuğumuz ise uzaktan kumandalı bin bir kanal ve reklâmla beynimizin işgal edildiği, yeniden düzenlendiği F tipi mini hapishanemiz! Küresel yaşam tarzı seçeceklerimizin listesini önceden hafıza kartımıza işliyor, biz de sözüm ona özgür seçimler yapıyoruz. Bunun neresi özgürlük?
• Ne yiyeceğimizden ne giyeceğimize ve ne yapacağımıza kadar her şey beynimize bir virüs gibi gizlice yüklenen dış programlar tarafından belirlenmiş oluyor. Yani bizler, başkalarının programladığı sanal bir hayatı yaşıyormuş gibi yapıyoruz. Aslında yaşadığımız bizim hayatımız değil, bizim kimliğimizi ve kişiliğimizi silen, ne olduğu belirsiz dış dünyanın bitmek bilmeyen istekleri...
Özgürlüğümüzü kaybediyoruz. Modern yaşantı bu mu?
• Bilgi ve paranın akışkanlığı sayesinde sınır tanımadan her yere yayılan yaşam tarzı, tsunami gibi bize ait ne varsa içine çekiyor ve kendi istediği şekle dönüştürüyor. Medyatik kanallarda hızla yayılan hastalık üreten küresel yaşam tarzı virüsü, yanlış ve zararlı bilgilerle zihnimizi kirletirken, özgür irademizi felç ediyor. Hayatımızı ve sağlığımızı felakete götüren kötü alışkanlık ve bağımlılıklar karşısında, bizleri ‘elimde değil, yapamıyorum’ diye sızlanan zavallılara dönüştürüyor.
• Hayatı kolaylaştıran asansör, taşıtlar, cep telefonu ve koltukta geçen uzaktan kumandalı yaşam, kas gücümüzü eriterek bizleri yağ tulumuna çeviriyor. Sunulan yaşam tarzını, uyuşturucu almış gibi mutlu bir şekilde yaşıyoruz. Hamburgeri zevkle ısırır, buz gibi kolayı zevkle içer, sigaradan derin bir nefes çekerken, cep telefonuyla konuşurken insanlar mutlu olmuyor mu? Mutlu bir şekilde hastalığa koşarken de, tedavi olurken de yaşam tarzı adı verilen küresel balinayı besliyoruz.
• Hayatı kolaylaştırsın diye aldığımız taşıtların kalabalığı yüzünden nefes alamıyoruz. Şehirler taşıtların istilası altında. Egzoza boğulmadan yürüyecek yol kaldı mı? Bu mu modern yaşantı? İnsanları taşımak yerine arabaları taşımaya çalışıyoruz. Çevreyi kirleten milyonlarca taşıt ve çözdükçe düğümlenen trafik keşmekeşi! Tükenen sadece benzin, mazot ve ekonomi değil. Zamanımız, sabrımız, temiz havamız, sağlığımız ve hayatımız… Asıl tükenen bunlar!
• Bedenimizi esir alan taşıt, asansör ve koltuktan oluşan ‘Bermuda şeytan üçgeni’ne hapsedilen tüm yaşantımız, üzerine eklenen kredi kartı, cep telefonu ve internetten oluşan ikinci bir üçgenle, sanki bir kara deliğin korkunç çekim gücü altındaymış gibi her geçen gün biraz daha eziliyor, felç oluyor. Kredi kartlarıyla yaptığımız tüm alışverişlerimiz, yediğimiz, içtiğimiz, cep telefonuyla konuştuğumuz ve duyduğumuz, internetle beynimize giren çıkan her şey küresel iradenin bilgisi ve kontrolü altında. Dev ekranda sanki sanal bir hayat sürüyoruz. Kendi yaptığımızı zannettiğimiz şeyler, sanki büyük bir gözün bilgi ve programının parçası. Her yerde kameralar… Tüm yaşam tarzımız, her şeyimiz gözetim altında. Hafıza kartlarımız yaşam tarzı denilen dış dünya tarafından işlenirken, ‘modern kuklalar alemi’ yeni yaşam biçimi oluyor. Bu zihinsel teröre karşı konulmazsa; bedensel, ruhsal ve sosyal sağlığımız bu yaşam tarzının ürettiği şiddet ve tüketim kültürünün kurbanı olurken, insan aklı, vicdanı ve tüm değerleri zihinsel soykırıma uğrayacaktır.
• İhtiyaçlara göre değil reklâmlara göre belirlenen tüketime dayalı yaşam tarzı, üretmediğimiz malları ve olmayan paraları bize harcatarak sürekli artan faizlerle geleceğimizi ipotek altına alıyor. İnsanlar bir rüya âleminde, olmayan geleceğini tüketiyor, borçlanıyor. Tüketmenin dayanılmaz hafifliği sınırlı kaynakları tüketirken, atıklarla temiz çevremizi kirletiyor, dünyamızı çöplüğe çeviriyor.
• Markalar dünyasında alış veriş çılgınlığı ve kredi kartı limitiyle belirlenen satın alma gücü özgürlük olarak sunulurken, insanlar, derin iradelerinin sinsice teslim alındığının farkında bile değil. İnsanoğlu, bu sahte özgürlüğün sınırlarını genişletmek için tüm enerjisini, zamanını, aklını ve her şeyini bir ömür boyu tüketiyor. ‘Ne kadar tüketirsen o kadar özgürsün’ anlayışı, küresel üretim dağlarını eritmenin sihirli formülü. Paranın yerini alan kredi kartları, milli egemenliği küresel mağazalar zincirlerine devrederken, yaşam tarzımız artık kuyruğa girmek için aldığımız sıra fişinden öte bir anlam taşımıyor.
• Küresel yaşam tarzı, Tanrı rolü oynamaya ve O’nun insanoğluna verdiği özgürlükleri bir bir elinden almaya devam ediyor. Beğenmezse istediği şekilde gizlice değiştiriyor, ruhumuz bile duymadan. Değişiklikleri moda olarak algılıyoruz. Özgürlüğün tanımı bile değiştiriliyor. Gerçek özgürlük; insanın kendi bedenini kendisinin yönetmesi ve yaşam tarzını kendisinin belirlemesi iken, kredi kartlarının limiti; özgürlüğün yeni tanımı ve sınırı. Artık daha çok özgürlüğün yolu, bu limitleri genişletmek.
• Kızılderililerin ateş suyu ile uyuşturulup her şeylerinin ellerinden alındığı gibi, hayatı kolaylaştırdığı söylenen araçları almak için özgürlüğümüzü kaybediyoruz. Sıradan bir tamirci çırağının bir elinde yabancı sigara, diğer elinde cep telefonu... Aldığı üç kuruşu bunlara yatıran bu insanlar kimin için yaşıyor? Bu insanların yaşam tarzları nasıl sağlıklı olsun? Hayatı kolaylaştırmak amacıyla ortaya çıkarılan araçlar bir süre sonra hayatın amacı haline geliyor. Hayatın amacı artık bu araçları almak, bu araçlar için çalışmak ve bu araçlarla yaşamak oluyor.
• Beyinleri sığlaşan, alışkanlıklara bağımlı kitleler, küresel balinanın ağzına doğru mutlu bir şekilde yüzen balık sürüleri gibi. Yaşam tarzı adını verdiğimiz küresel balina yutuyor, sindiriyor ve posa halinde çıkarıyor. Sosyal atık oluyoruz! Bataklığa dönüşen bu akvaryumda çırpınan insanoğlu; bütün enerjisini, parasını, sağlık ve hayatını anlamsızca tüketiyor, tüketiyor, tüketiyor…
• Peki, böyle bir dünyada, biz kimin hayatını yaşıyoruz? Kaybolan bize ait yaşam nerede?
Da Vinci’nin Şifresi
• Beynimize gizlice yüklenen yanlış programları nasıl değiştirebiliriz? Dış dünyanın bitmek bilmeyen istekleri yerine kendi özgür tercihimizi nasıl hayata geçirebiliriz? Yaşam tarzımızı karartan kötü alışkanlıklardan nasıl kurtulabiliriz?
• Kendi yaşam biçimiyle üstümüzü örten bu okyanusta benliğimizi ve sağlıklı yaşam arzusunu kaybetmeden yaşamak mümkün değil mi? Bizim irademizi hiçe sayan küresel iradenin yaşam tarzına teslim mi olacağız? Bu yaşamda kaybolan kendi irademiz ve bizim hayatımız ne olacak? Başkalarının kurguladığı hayatın figüranı olmaktan başka çaremiz yok mu?
• Yaşam tarzını değiştirin diye feryat eden bilim adamlarına rağmen neden değiştiremiyoruz? Bilim adamları mı anlatamıyor, yoksa biz mi anlamıyoruz? Onların söylediği şeyleri yapmak neden bu kadar zor? Dış dünyanın dayattığı sağlıksız ve yozlaşmış yaşamda kaybolmadan, kendi sağlıklı hayat tarzımızı yaşama şansına ne zaman sahip olacağız? Asıl Da Vinci’nin şifresi bu!
• Sağlık ve hayatımızı kilitleyen bu şifreyi nasıl çözebiliriz? Bu şifreyi çözmeden yaşam tarzını değiştirmek, hastalıklara karşı koruyucu önlemleri almak mümkün değildir.
Bu şifreyi nasıl çözebiliriz?
• Yaşam tarzı sadece sağlığın ilgi alanı değildir. Küreselleşme sürecinde sağlıktan ekonomiye, eğitimden eğlenceye ve iletişime kadar her alanda devam eden gizli ve açık mücadele, yaşam tarzını değiştirmek veya etkilemek üzerine odaklanmış bulunuyor. İnsanlık tarihinin bu en büyük savaşı, bizimle dış dünya arasında, sonsuz cephede ve sinsice devam ediyor. Bu savaşın galibi, insan bedenine ve onu yöneten beynine hükmedecektir. Bu savaşı; ya biz kazanacağız ve gerçek anlamda özgür olacağız, ya da ipleri dış dünyanın eline teslim edecek ve gönüllü kuklalar olacağız. Bizi ve nefsimizi küresel kukla yapmak isteyen yaşam tarzının beynimize ve bedenimize dolanan iplerini, ya derin irademizle keseceğiz, ya da küresel robot olacağız. Seçim bizim.
• Yaşam tarzını insanın kendisinin belirleme hakkı aslında bütün özgürlük ve bağımsızlık savaşlarının temelidir. Küresel yaşam tarzının bizimle oynadığı ve bizi mat etmeye kararlı bu akıl oyununu nasıl kazanabiliriz? Kötü alışkanlıklara bağımlı yaşamaya bizleri mahkum eden ve başka çare olmadığını dayatarak beynimizi kilitleyen bu şifreyi nasıl çözebiliriz? Asıl Da Vinci’nin şifresi bu!
• Uygarca yaşamak için sağlık ve özgürlüğümüzü feda etmek veya küresel yel değirmenlerine saldırmak gerekmiyor. Modern yaşamın kolaylıklarını elinin tersiyle iterek, Avusturalya yerlisi olan Aborjinlerin ilkel yaşam tarzına da dönemeyiz. Modern yaşam tarzının kolaylıkları ve yararlarını kimse inkar edemez ve sırtını dönemez. Yönetimi, dış dünyanın dayatmalarına kurban etmeden modern dünyanın nimetlerinden nasıl yararlanabiliriz? Direksiyonu dış dünyaya teslim etmeden bize yem olarak sunulan konforlu yaşam tarzının yan etkilerinden nasıl korunabiliriz?
Herkes sonuçlarla uğraşıyor! Sebepler ne olacak?
• Bilim; sebep - sonuç ilişkisi kurmaya çalışarak gelişir. Neden? Çünkü, sonuçları düzeltmenin yolu sebepleri yok etmekten geçer. Günümüz dünyasında ise herkes sonuçlarla uğraşıyor. Çünkü sonuçlarla uğraşmak karlı bir iştir; altın yumurtlayan trilyon dolarlık dev bir sektördür. Hastalık üreten yaşam tarzının sebeplerini ortadan kaldırmak ise, altın yumurtlayan tavuğu kesmektir. Hastalık üreten yaşam tarzının doğal sonucu olan hasta sayısındaki patlama, trilyon dolarlık sektörünün can damarıdır. Bu verimli kaynağın değerlendirilmesi için ne gerekiyorsa yapılır, hiçbir fedakârlıktan kaçınılmaz. Bu sonuçlara yol açan hastalık üreten yaşam tarzı ise dikkate alınmaz. Hâlbuki hipertansiyon bir sonuçtur, şişmanlık, şeker ve kalp hastalığı sonuçtur. Bu sonuçlara yol açan nedenler, risk faktörleri nasıl önlenir? Neden önlenemiyor? Esas sorun bu! Asıl Da Vinci’nin şifresi bu!
• Son 20 yılda sigara tüketimi % 80 artarken, vekillerimiz halkımıza Meclis sigarası içirmek için fedakârca çalıştı. Sonuç; Sigara içiciliğinde de dünya ve olimpiyat şampiyonuyuz. Her yıl 108 bin insanımızı erken yaşta sigaraya kurban veriyoruz. Bırakınız açık alanları, kapalı alanlarda bile sigara içimini önleyemedik. Sadece sigara - alkol ve zararlarına her yıl harcadığımız 30 milyar doların, sağlığa harcanan parayı kat kat geçme çelişkisini anlamak mümkün değil! Kendini hasta etmek için her fedakârlığa katlanan fakat sağlığa gelince yeterli kaynak ayıramayan ve elindeki kıt kaynakları da akıl dışı kullanan bir toplumun yaşam tarzı bu!
• Yüksek tansiyonlu hasta sayısı 15 milyon oldu. Sırada bekleyen aday adayları ise 21 milyon. Biz ise, her 12 kişiden sadece birini tedavi edebiliyoruz. Diğerleri ise riskli yaşantısına devam ediyor. Ne olacak bu hastaların hali? Eldeki imkânlar sınırlı. Bu sınırlı imkânlarla sınırsız istekleri karşılamak ve her yerden mantar gibi biten hastaları tedavi etmek mümkün değil. Sivrisinek üreten bataklığı kurutmak, hastalık üreten sağlıksız yaşam tarzını düzeltmek yerine cibinlik, şaplak, tablet ve sprey dağıtmak sorunu çözer mi? Çok daha ucuz olan hastalıkları önleme ve sağlığı koruma akıl, mantık ve bilimin gereği iken unutulmuş bulunuyor.
• Gündem fındık fıstıkla işgal ediliyor. Fındığı tek tek mi yiyelim yoksa avuç avuç mu yiyelim bunları tartışıyoruz. Raflarda fındık kalmadı. Şimdi daha mı sağlıklıyız? Geçen yıl brokoli ve keten tohumu moda idi. Bu yıl da avokado ve çikolata moda. Sağlık mehdilerimiz şimdi de inciri keşfettiler. Sağlık bilinci vermek yerine sihirli (!) gıdalarla toplum büyüleniyor. Toplumun sağlıklı yaşam istekleri ise uçup gidiyor. Bu televole yaklaşımı yüzünden toplum felakete sürükleniyor ama göremiyoruz. İşte televole anlayışının bizi getirdiği yer burası.
‘Ulusal ve Uluslararası Yaşam Tarzı Kongresi’ düzenlenmelidir
• Hastalık üreten akvaryumun temizlenmesi ve sağlıklı hayata geçişin yol haritasının çizilmesi amacıyla, ortak akıl ve bilimin çözümler ürettiği ‘Ulusal ve Uluslararası Yaşam Tarzı Kongresi’ düzenlenmelidir. Sağlık ve hayatımızı kilitleyen şifreyi çözecek bu hayati organizasyona, üniversitelerden sivil toplum kuruluşlarına kadar pek çok kurum katılmalıdır.
• Bilim adamları, aydınlar, uzmanlar, sivil toplum liderleri; İçinde yaşadığımız akvaryumun suyu olan yaşam tarzını kirleten kaynakları, çevre ve sağlık savaşını, zihinsel işgal ve soykırımı, bilinçaltı programlamayı ve bunları temizleyen akıllı filtreleri anlatmalılar. Hindistan’da kolanın neden yasaklandığını, hamburger ve gazlı içeceklerin Çin’den Amerika’ya sağlığı nasıl bozduğunu, bir kalçası yüz kilo gelen vinçle taşınan yaşam tarzı kurbanlarının genetik yapısı değiştirilmiş gıdalara olan nefretini, bir cep telefonu için yüz kontöre satılan bedenleri, kıyılan canları, kredi kartları yüzünden sönen ocakları, alkolü, sigarayı, bizi bağımlı yapan sağlığa zararlı her şeyi, alınacak önlemleri, çözüm yollarını… anlatmalılar.
• Bizleri uzaktan yönetilen küresel robotlara çevirmeye çalışan yaşam tarzımız buna izin verir mi? Ne yiyeceğimizden ne içeceğimize ve nasıl yaşayacağımıza kadar her ayrıntıyı sanki bir kader gibi zihnimize yükleyerek, sağlıklı ve özgür yaşama hakkımıza el koyanlar buna izin verir mi? Küresel yaşam tarzının konforlu kucağından inerek sağlıklı yaşam tarzına geçmek isterken küresel devin ayakları altında kalabiliriz. Ama unutmayalım ki sağlıklı yaşama geçiş, bu zihinsel baskıyı yenebilen aydın ve bilim adamlarının üzerinde yükselecektir.
• Bu yaşamsal konuda bir akademi veya enstitünün bulunmayışı ve toplumun küresel mehdilere teslim edilmesi, bilimsel sefaletimizin ne boyutlarda olduğunun göstergesi olabilir mi? Kendi yaşamsal sorunlarımızı çözümlemeye yönelik bilimsel araştırmalar ve kongreler yapmayı ne zaman akıl edeceğiz? Kendi sorunlarımızın çözümü için dışarıdan bilim adamları mı ithal edeceğiz? Böyle mi çağ atlanıyor? Bilimsel çözümleri ortaya koymak bize düşmez mi? Nerede bizim bilim ordumuz?
• Atatürk’ün düzenlediği Milli İktisat Kongresini örnek alan ‘Ulusal Yaşam Tarzı Kongresi’ni mutlaka başarmalıyız. Türk milletinin yaşam tarzını sinsice değiştiren, sağlığını ve niteliklerini yozlaştıran ve yok oluşa sürükleyen küresel yaşam tarzına karşı, Atatürk’ün başlattığı ‘Ulusal Sağlık ve Yaşam Tarzı’ projesine devam etmeliyiz.
• Önümüzdeki 10 yıl içinde, evlerde, yollarda, işyerlerinde, hatta statlarda ani ölümlerle sarsılacağımızı söylemek için âlim olmaya gerek yoktur. Kalp damar hastalıkları ve kanserden ölümler sanki bir katliamı andıracaktır. Kıt kaynaklarımızı kendi ulusumuz için, kendi aydın ve bilim adamlarımızın ışığında daha akıllıca kullanarak, çıkış yolunu bulmak zorundayız(1).
Kendi geleceğimize kendimiz sahip olmalıyız! (ATATÜRK, 27 Ocak 1923, İzmir)
Kaynaklar
1- Yeşilçimen K: Hastalık Üreten Yaşam Tarzımız Nasıl Değişir. Hayy kitap 6. Baskı, 2006
2- TÜRKİYE METABOLİK SENDROM SIKLIĞI ARAŞTIRMASI Oğuz A ve ark.
www.abdiibrahim.com.tr/haberler/ppt/Metsar_Sunum_28022005.ppt –
3- Türk hipertansiyon prevalans çalışması. Türk hipertansiyon ve böbrek hastalıkları derneği. 2005 s: 69
4- Onat, A.:Türk erişkinlerde kalp sağlığı. TEKHARF. Logos yayıncılık, 2003
5- Duran E.:Kalp ve damar cerrahisi. Sönmez B.:Koroner arter hastalıkları cerrahi tedavisi. Cilt II, Sayfa 1344. 1. Baskı Çapa Tıp Kitabevi, Ulus matbaacılık. İstanbul, 2005.
6- Onat, A.:Türk erişkinlerde kalp sağlığı. TEKHARF. Logos yayıncılık, 2003
7- Yılda 372 bin kişi pisi pisine ölüyor. www.sabah.com.tr/2005/07/24/gun101.html
8- W. Philip T. James:Obesity management: the cardiovascular benefits Eur Heart J Suppl 2005; 7: L3-L4
9- David A. Wood: Guidelines on cardiovascular risk assessment and management. Eur Heart J Suppl 2005; 7: L5-L10
10-European guidelines on cardiovascular disease prevention in clinical practice. European of cardiovascular prevention and rehabilitation. December 2003 vol. 10 (supl): 1-78
11-Third report of the national cholesterol education program expert panel on detection, evaluation and treatment of high blood cholesterol in adults final report. Circulation 2002, 106:3143-3421
12-European Society of cardiology guidelines for the managment of arteriel hypertension 2003. j of hypertension. 2003, 21:1011-1053
13-Leif R. Erhardt: Managing cardiovascular risk: reality vs. perception. Eur Heart J Suppl 2005; 7: L11-L15.
14-Luc F. Van Gaal, Ilse L. Mertens, and Dominique Ballaux :What is the relationship between risk factor reduction and degree of weight loss? Eur Heart J Suppl 2005; 7: L21-L26.
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle