Cengiz Çandar
0 0 0000
Andıç ve iki şarjör kurşun...
Bundan sekiz yıl önce bugün (12 Mayıs 1998), o sırada ders verdiğim Bilgi Üniversitesine giderken, arabada radyodan İnsan Hakları Derneği Başkanı Akın Birdalın vurulduğunu, ağır yaralı olarak hastaneye kaldırıldığını işitmiştim. Akın Birdalın vücuduna iki şarjör dolusu kurşun boşaltılmıştı.
Bekliyordum. Birimize olacaktı. Akın Birdalın ismi, on gün kadar önce M. Ali Birand ve benim ismimle birlikte, daha sonra adının Andıç olduğunu öğrendiğimiz kahpe tertipte yer almıştı. PKKnın ileri gelenlerinden biri olan Şemdin Sakık yakalanmış, ne ifade verdiği, hazırlık soruşturması gizli olduğu halde, bizzat bundan sorumlu olanlar tarafından basına sızdırılmaya başlamıştı. Gazetelerde, Şemdin Sakıkın bazı gazetecilerin PKKdan para aldığını söylediği haberleri yer almıştı. Ardından, Oktay Ekşi, Alçakları Tanıyalım diye bir başyazı kaleme almıştı. Daha sonra, Uğur Dündar, bunu Kanal D Haber Bülteninde sanki söyledikleri doğruymuş gibi eda ve yüz ifadesiyle açıklamış ve bu hayasızca yalan ertesi gün dönemin en fazla satan Hürriyet ve Sabah gazetelerinde sürmanşet olarak yayınlamıştı. Şemdin Sakıkın böyle bir şey söylemediğini, bunun ifadesine sokuşturulduğunu hemen, bu pis tertibin Andıç adlı bir Genelkurmay çalışması olduğunu iki yıl sonra (2000) öğrendik.
Kişiliklerimize yönelen alçakça tertibin kokusu önceden çıkmıştı. Haberini almıştım. Daha sonra, tüm kamuoyuna ilan edildi. Kamuoyu, tabii ki bunun tertip olduğuna değil, gerçek olduğuna inandırılmak isteniyordu. İçlerinde benim de bulunduğum birkaç kişi için toplu linç ya da suikast yoluna geçit verilmişti. Onun için, birimizden birine bir şey olmasını bekliyordum. Akın Birdalın vurulduğunu duyduğum anda, Hepimiz adına demek ki vurulmak için o seçildi düşüncesi aklımdan geçti.
Bir saat sonra, Bilgi Üniversitesindeki dersliğin kapısı açıldı. Üniversite idaresinden biri, çok acele ama çok acele Sabah gazetesini aramam gerektiğini bana söyledi. Aradığımda, Akın Birdal olayını bana haber veren ve derhal gazeteye gelmem gerektiğini söyleyen bir sesle karşılaştım. Beni korumak, sakınmak istiyorlardı.
Bunu o pis tertibe dahil olduğunuz, o yalan haberi sürmanşet yayınladığınız zaman düşünmeliydiniz. Şimdi endişelenecek bir şey yok. Benim ve M. Alinin güvenliği Akın Birdalın vurulmasıyla sağlanmış oldu. Akın Birdal hepimiz adına vuruldu dediğimi hatırlıyorum.
Öğleden sonra Sabah gazetesine vardığımda, gazete patronu Dinç Bilgini gerçekten çok kaygılı ve vicdani eziklik halinde gördüm. Zaten o gün, benim askıya alınmış sütunum, Dinç Bilginin talimatıyla askıdan indirildi ve yarı-sansür altında tekrar yazmaya başlamam istendi.
Bu konu, bu Andıç konusu, Dinç Bilginin geçen hafta Nazlı Ilıcakın -ki, bu Andıçı 2000 yılında ortaya çıkartan oydu- televizyon programında yaptığı açıklamalarla birdenbire yine gündeme taşındı. Çok kişi yazdı, çizdi. Birkaç televizyon programına konu oldu.
Türkiyeye özgü tipik tuhaflıkların bir göstergesi, Andıçın devlet sistemi ve medya içindeki birinci derece sorumluları hatırlanacağına ve onlara ilişkin hesaplar açılacağına, siyasi güç merkezleri- iş dünyası- medya arasındaki kirli ilişkileri ortaya döken, yaptığı yanlışları gayet açık bir dille anlatan Dinç Bilgine yüklenilmeye kalkışıldı. Yanlış yaptık demesi, yapılanlardan pişman olduğunu ve üzüntü duyduğunu söylemesi bazı arkadaşlarımızı kesmedi; Dinç Bilginin söyledikleri, anlattıkları kerameti kendinden menkul ahlak zaptiyeleri tarafından yetersiz bulundu.
Ben, Dinç Bilginin soylu bir davranış gösterdiğini, o dönemin bu işlerine ilişkin en az günahkarının o olduğunu söylemiştim ve aynı kanıyı koruyorum. Dinç Bilgin ve o döneme ilişkin Hürriyetin rolünden ötürü defalarca kamuoyu önünde özür dileyen, Andıça uymayı meslek hayatının silinmez tek lekesi olarak hatırlayacağını yazmış olan Ertuğrul Özkökün dışında, o günlerin hiçbir doğrudan sorumlusu hiç kimse ağzını açmadı. Onların özürleri ve pişmanlıkları -eğer varsa- Ertuğrul Özkök yazdıktan bunca zaman ve artık yani Dinç Bilginin bu açıklamalarından sonra değerini yitirir. Herhalde, bu konunun bir manevi de olsa, bir zaman aşımı olmalı değil mi; Akın Birdalın vücuduna o yüzden giren iki şarjör kurşunun sekizinci yıldönümünde?
Andıçın diğer mağduru, arkadaşım ve meslektaşım M. Ali Birand, dün Postadaki yazısına ANDIÇ bir daha tekrarlanır mı? başlığını atmıştı. Niye tekrarlanmasın? Andıçın Nazlı Ilıcak sayesinde ortaya çıkarılmasının ardından, M. Alinin dediği gibi Yapanlar, yani gerçek sorumlu komutanlar bugüne dek ağızlarını açmadılar. Hâlâ da suskunlar. Ancak kamuoyu ve TSK mensuplarının önemli bölümünün vicdanlarında cezalandırıldılar.
Bu yetiyor mu? Hukuk tarafından cezalandırılmadıkları sürece yetmez; çünkü, şayet hukuki ceza yoksa, bunun anlamı, Andıç ve Andıçlar devam edebilir, bir sakıncası yok demektir.
O zamanlar ve daha sonra birkaç vesile ile Andıç, Türkiyenin Dreyfus Olayıdır. Ne yazık ki, Türkiyenin bir Emile Zolası yoktu demiştim. Geçen yüzyıl başında, Fransız ordusunun Yahudi kökenli yüzbaşısı Dreyfusa yönelik komploya karşı çıkarak, bunu yapan yetkililere JAccuse İtham Ediyorum diye haykıran büyük yazar ve aydın Emile Zola.
Hâlâ yok. Nereden mi biliyorum?
Andıç mağdurları, kamu vicdanında -ihtiyaçları olmadığı halde- aklanmışken, yitirdikleri Andıç öncesi konumlarına geri dönemediler. Andıçı hazırlayan ve uygulamaya sokan ya da bunda rol oynayanlar ise örneğin medyada- bırakın yerlerini korumayı, terfi ettiler ve yükseldiler.
Andıç bir daha tekrarlanır mı?
Ortadan tümüyle kalkmadı ki, tekrarlansın...
Bu yazı 1,358 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
2 Mart 2012
'İç savaş salgını' ve 'korunma yolları'...
-
8 Şubat 2012
Türkiye, Suriye'de savaşa mı gidiyor?
-
13 Temmuz 2011
Diyarbakır DTK'nın, BDP Ankara'nın
-
22 Haziran 2011
Türkiye'nin doğru Suriye pusulası
-
14 Haziran 2011
Yeni anayasa için AK Parti-BDP-CHP uzlaşması
-
13 Mayıs 2011
İktidar Kürt sorununu anlamalı
-
16 Nisan 2011
AK Parti'nin Güneydoğu'da 'siyasi ricatı...'
-
12 Nisan 2011
Aday listelerini okuma kılavuzu
-
1 Mart 2011
Hoca ve 28 Şubat'ın cenazesi
-
22 Şubat 2011
Libya: Osmanlı dominosu ve Bingazi'deki kan davası
-
19 Şubat 2011
Ergenekon faturası
-
5 Şubat 2011
Mısır'ın tarih yazdığı gün...
-
8 Ocak 2011
Hizbullah tahliyesi mi rönesansı mı?
-
5 Kasım 2010
TAK, ne kadar PKK, ne kadar 'Ergenekon?'
-
29 Ekim 2010
'Tek Cumhuriyet'in iki Ankara'sı
-
26 Ekim 2010
Bu gidişle katilden çocuk yaratılacak
-
6 Ekim 2010
Washington'daki Türkiye
-
1 Ekim 2010
Daha seyahatin başı, çözümün eşiği değil...
-
29 Eylül 2010
Türkçeye onurunu iade edin
-
21 Eylül 2010
Hakkâri provokasyonuna inat
Yorumlar
+ Yorum Ekle