Son günlerde, yaşanan gelişmelerle birlikte İranın Ortadoğuda güç kazanmasının bölge ülkeleri nezdinde tedirginlik yarattığı dillendiriliyor. ABD-İsrail-İngiltere eksenine karşı İranın en azından psikolojik üstünlük elde etmesi nedense Arap dünyası ve Türkiye tarafından da bir tehdit olarak algılanıyormuş gibi bir hava söz konusu. Durumun bu şekilde yansıtılması için elde bazı haklı göstergeler olsa da, İranı İslam coğrafyasının diğer ülkelerinden farklı bir yere konumlandırmak eski bir oyunun bilmem kaçıncı defa sahnelenmesi anlamına geliyor.
Strateji yeni değil!
Ortadoğuda mezhepler arası farklılıkların harekete geçirilerek bir çatışma alanı meydana getirilmeye çalışılması, Batılı ülkelerin tarih boyunca başvurdukları önemli bir strateji olduğu unutulmamalı. Bu strateji Irakın işgalinden beri hem etnik köken hem de mezhep ayrımına gidilerek ABD tarafından uygulandığı gibi, şimdi de daha büyük bir resim içinde İranı yalnız bırakma politikasının bir parçası olarak kullanılıyor.
ABDnin soğuk savaşın bitiminden bu yana Ortadoğuda en çok çekindiği ülkenin İran olduğunu kendi siyaset bilimcileri ve stratejistlerinin yorum ve açıklamalarından biliyoruz. ABD tarafından İran Ortadoğuda nüfuz edilmesi en zor ülke olarak değerlendiriliyor. Bunun yanında Irak, Körfez ülkeleri ve Lübnanı içine alan İran merkezli bir Şii kuşağı oluşturulması ihtimali, ABDnin en çok korktuğu İranın nüfuz gücünü yansıtıyor. Yani ABD tarafından içine nüfuz edilemeyen, fakat bölgeye nüfuz edebilme potansiyeli bulunan bir İran var ABDnin karşısında.
Peki, ABDnin bu korkuları gerçeği yansıtıyor mu? Gerçekten İran Ortadoğuda mezhepsel ayrıcalığını kullanarak güç elde etmeye çalışıyor mu?
Endişeler haksız değil
İran için bunları düşünmek tamamen yanlış olmaz. Çünkü geçmişe baktığımızda İran devrimi günlerinde böyle bir Şii kuşak oluşturma çabası söz konusuydu. Devrimin hararetli ve sert atmosferinde oluşan İslam yorumu çoğunlukla Şii motifler taşıyan katı bir karaktere sahipti. İran devriminin bu karakterinden etkilenen Sünni çoğunluğa sahip pek çok İslam ülkesi kendisine göre refleksler geliştirdi. Mesela Türkiye o günlerde yaygınlaşan siyah çarşafın Türk-Sünni İslamın yorumu olmadığını savundu. Yani İranın devrim rüzgarlarıyla yayılmacı bir tutum içine girmesi, ister istemez o günlerde bir tür Şii-Sünni ayrımı ortaya çıkarmıştı.
İran değişiyor, gözardı etmeyelim!
Bugün ise İranın İslam konusundaki bu katılığı neredeyse tamamen yok olmuştur. İran, devrimden belki diğer bütün İslam ülkelerinden çok daha fazla ders çıkardı. Bugün için mezhepler arası farklar üzerine vurgu yapan bir siyaset izlemenin herkesten çok kendisine zarar vereceğini İran geçmişten çıkarttığı dersle daha iyi görüyor. İran, eskiye nazaran bölge ülkeleri ile işbirliği içine girmenin hem bölge hem de kendi çıkarına olduğunun farkına varmıştır. Nitekim son yıllarda Türkiye ile olan ilişkileri bu vizyonu yansıtmaktadır.
Öyleyse Arap ülkelerinin ve Türkiyenin Ortadoğuda İranın öncülüğünde mezhebe dayalı bir ayrışmadan tedirgin olmaları için bir sebep var mıdır?
Bana göre bunun için bir sebep olmadığı gibi, söz konusu ülkelerde böyle bir tedirginliğin ciddi boyutlarda olduğu iddiası da doğru değildir. İranın Şii gruplarla iyi ilişkiler içinde olması acayip bir durum olarak değerlendirilmemelidir. Kaldı ki bu iyi ilişkiler, mesela Hizbullah için konuşacaksak, Şii-Sünni ayrımcılığı üzerine inşa edilmiş de değildir. Tam aksine Sünni kökenli Hamas ile Şii kökenli Hizbullah arasında İsraile karşı eskiden beri yürütülen direniş için gösterilen samimi dayanışma, İranın Sünnileri karşısına almak yerine onlarla iyi geçinmek zorunda olduğunun bilincinde olduğunu göstermektedir.
Bölgesel gerçekliğe ters
Kısacası Şii-Sünni ayrışması üzerinden üretilen siyasi ve stratejik hesaplamalar aslında bölgesel gerçekliği yansıtmıyor. İranın böyle bir ayrışma ile bölgede güç elde etmek istediği yönündeki iddialar ise bölgede kendisinin güç kaybetmesinden çekinen ABD ve yandaşlarının özlemini duydukları bir düşünceden ibaret. Dün olduğu gibi bugün de bölgedeki mezhep farklılıkları üzerine oyunlar oynanıyor ve mezhepçi hassasiyetler kaşınıyor.
Belki de Batılıların şunu anlamaları gerekiyor: Bizdeki Şii-Sünni ayrımı, Katolik-Protestan ayrımına hiç benzemez. Şii ve Sünni İslam yorumları kendi İslam anlayışları çerçevesinde birbirlerini reddetmeden İslam içredir. Oysa Protestanlık doğuşu itibariyle Katolikliğe karşı hakiki Hıristiyanlığı temsil iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Katoliklik ve Protestanlık son kertede Hıristiyanlık şemsiyesi altında birleşse de, hem teolojik farklılıklar ve tarihsel tecrübeler hem de birbirlerine göre aldıkları aykırı konumlar itibariyle neredeyse ayrı birer din gibidirler. Batı dünyasındaki Protestanlık ile Katoliklik arasındaki uçurum hiçbir zaman İslam mezhepleri arasında görülmemiştir.
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle