En Sıcak Konular

Mahir Kaynak


Mahir Kaynak
0 0 0000

Tuzak



İsrail’le Hizbullah arasındaki savaşta kimin kazandığı tartışılırken bir konu göz ardı ediliyor. Bir süreden beri savaş kavramında büyük bir değişme gözleniyor. Savaşın çatışan tarafların orduları arasında yapılacağı ve sivillerin, en azından ilkesel olarak, savaşın dışında tutulması düşüncesi giderek anlamsızlaşıyor ve tüm çatışmalarda sivil halk savaşın hem içinde hem de bir tarafı haline geliyor.

Geçmişte askerler savaşın bir tarafı iken herhangi bir biçimde sorumlusu değildi. Bir asker karşı taraftan yüzlerce kişiyi öldürmüş olsa bile, savaş dışı kaldığı zaman, suçlu sayılmıyordu. Bir çok İngiliz savaş uçağını düşüren bir Alman pilot, savaş sonunda kahramanlıklarını anlatabiliyor ama suçlanmıyordu. Sorumlu olan savaşa karar veren ve onu sürdüren irade idi. Sivil halk zaten çatışmanın bir tarafı değildi. Şehirlerin bombalanması halinde bile karşı tarafın savaş iradesinin kırılmasının amaçlandığı söyleniyordu.

Bugün dünya ölçeğinde sonuçlar yaratacak bir çatışmayı yaşamamıza rağmen askerlerin rolünün sınırlı olduğu gözleniyor. Irak’ta direniş adı altında sürdürülen mücadelenin hem hedefi hem de kurbanları daha çok siviller. İsrail’le Hizbullah arasındaki çatışmada ölenlerin büyük çoğunluğunu siviller oluşturuyor. Zaten sivil ile muharibi birbirinden ayıran çizgi tamamen yok olmuş durumda. Hizbullah savaşçıları halkın içinde yaşıyor ve atılan roketlerin askeri bir hedefe yönelmediği zaten apaçık ortada. İsrail sivil, muharip ayırımı yapmıyor ya da yapamıyor.

Bir süreden beri hem İslam’la terörizm özdeşleştiriliyor hem de bunlar sadece sivilleri hedef alıyor. Bir metroda ya da lokantada patlayan canlı bombanın karşı tarafın askeri gücünü hedef aldığı söylenemez. Geçmişte halkı masum sayan, yönetenleri suçlu bulan ve bu nedenle onların kullandığı askeri yapıyı hedef alan anlayış tamamen değişiyor, halk düşman olarak algılanıyor ve neredeyse çatışmanın tek hedefi haline geliyor.

Artık savaş kelimesi yerini teröre bırakıyor ve bu kavram İslam dünyasının bir savaş modeli olarak algılanmaya başlıyor. Hasmıyla çatışacak yeterli askeri gücü olmayanlar terör adı verilen metodu bir savaş biçimi haline getiriyor. Üstelik bu yeni mücadele biçimi İslam dünyasında yadırganmıyor hatta bu yolla elde edilen geçicici başarılardan övgüyle söz ediliyor. Parka, pazar yerine, lokantaya atılan roketlerin, havan mermilerinin yada patlayan canlı bombaların sadece öldürdüğü ve yaraladığı kişiler sayılıyor ve buna göre başarısı belirleniyor.

Artık düşman bir ülkeyi yönetenler ve onların kullandığı askeri güç değil halkın bizzat kendisi haline geliyor. Kullanılan dil de değişiyor ve, mesela, hasım olarak ABD değil Amerikalılar deniyor. Karşı taraf da benzer bir dili benimsemeye başlıyor, terörist yerine Müslüman kelimesini kullanmakta bir sakınca görmüyor.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde çatışmaların durdurulması kararı verilirken sivillere yönelik şiddete atıfta bulunulmaması dikkat çekiyor. Bu yeni çatışma modelini durduracak bir tavır almayacakları anlaşılıyor.

Irak’ta başlatılan Sünnilerin Şiilere yönelik saldırılarının giderek bölgede yaygın bir savaş tarzı haline dönüşeceği anlaşılıyor. Artık düşmanın silahlı olup olmaması, çatışmanın bir yanında yer alıyor olması ya da olmaması bir anlam ifade etmiyor. Şöyle bir kural işlemeye başlıyor: ‘Farklıysan öldürülürsün!’

Üstelik bu yeni savaş biçimi sadece Müslüman halkların benimsediği bir metot haline getiriliyor. Din, mezhep ya da soy farklılığı bir düşmanlık nedeni haline geliyor ve bugüne kadar savaş nedeni sayılan unsurlardan söz edilmiyor.

Halkımızda da uç vermeye başlayan bu yeni eğilimin mutlaka durdurulması gerekir. İnsanlar siyasi nedenlerle hasım haline gelebilirler Bu nedenler ortadan kalkınca birlikte yaşayabilmelidirler. Ama din, mezhep, soy farklılıklarını nasıl ortadan kaldırabilirsiniz?

 



Bu yazı 1,010 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 5 Ağustos 2012 Yeni değil
    • 1 Temmuz 2012 Dünden bugüne
    • 13 Mayıs 2012 Yönlendirme
    • 14 Nisan 2012 28 Şubat
    • 8 Nisan 2012 Dış güçlerin rolü
    • 25 Mart 2012 Kürt sorunu
    • 11 Mart 2012 İstihbarat operasyonu
    • 4 Mart 2012 Zayıf yanımız
    • 19 Şubat 2012 Ekonomik kriz
    • 12 Şubat 2012 Suriye’de neler oluyor?
    • 29 Ocak 2012 Görüntü ve gerçek
    • 1 Ocak 2012 Siyaset ne işe yarar?
    • 25 Aralık 2011 Kim seçilecek?
    • 23 Ekim 2011 Ekonominin geleceği
    • 16 Ekim 2011 Ülkenin gücü
    • 17 Temmuz 2011 Karşı tarafın rolü
    • 10 Temmuz 2011 Yeni Osmanlıcılık
    • 25 Haziran 2011 Bakış açısı
    • 19 Haziran 2011 Değişen muhalefet
    • 11 Haziran 2011 Darbeyle hesaplaşmak

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,632 µs