Doç. Dr. Kemal Yeşilçimen
0 0 0000
Akademik Yozlaşma
''Çağımızda bilgi ve teknolojiyi üreten ve pazarlayan kazanıyor. Gerçek dünyada keşfettiğiniz kadar özgür, ürettiğiniz kadar bağımsızsınız. Bilim ve teknoloji üretemezseniz, yaşama hakkınızda yoktur, şansınızda. Keşfettiği ile değil, tükettiği ile övünenin özgür yaşama şansı yok. Milletler ancak bu şekilde ayakta kalabilir, yoksa ayaklar altında kalır. Artık sokaklarda bağırarak özgür ve bağımsız olma dönemi bitti. Filistin'den Afganistan'a İslam aleminin sefaleti ve zavallı durumunun asıl nedeni bu. Bilim ve teknolojide 57 İslam ülkesi, bir İtalya etmiyor''. Peki, İslam ülkelerini geri bırakan modern sömürü nasıl yapılıyor?
Bilimden teknolojiye, siyasetten ekonomiye ülkeye yön veren kadroları yetiştiren akademik yapılar, medyadan bürokrasiye, STK'lardan meslek odalarına kadar stratejik yerleri örgütleyen ve yöneten beyindir. Küresel güçler için bu beyni kullanmadan güçlü oligarşik yapıları örgütlemek ve sömürü sistemi kurmak mümkün değildir. Halkın değerlerine yabancı, küresel çıkarlara elverişli kadroların yetiştirilmesi artık çocuk yuvalarından başlıyor. Bu amaçla 18. yüzyılda kurulmaya başlanan yabancı kolejler, sömürü sisteminin temeli olmuştur. Akademik yozlaşma ve modern sömürgecilik, asırlardır devam eden bu zihinsel savaşın eseridir.
Günümüzde devşirilmiş akademik kadrolar, GÖKTÜRK uydusunu uzaya gönderen milli iradeye karşı ODTÜ'de olduğu gibi saldırıya geçmişse, yerli taşıtı engellemek için kampanyalar açmışsa, hastaneleri bile bombalayan teröre destek vererek devlet ve halk düşmanlığı yapıyorsa, Ermeni soykırımı yaptık diye Ermenistan'dan özür diliyorsa, bunların hepsi yabancı çıkarların korunması içindir.
Bu devşirme kadroların eğitim ve öğretimi yozlaştırıp, bilim ve teknolojik gelişmeyi sabote ettiğini görüyoruz. Türkiye'de umut ışığı olmadığını, tek kurtuluşun yabancı ülkelere kaçmak olduğunu söyleyen, beyin göçünü teşvik edip vatan millet kavramıyla dalga geçen yine bunlar. İşte bu akademik yozlaşma yüzünden koskoca bilim dünyamız, tükettiği devasa kaynaklara rağmen bilim ve teknolojik devrimi yapamıyor, eseri olan bilimsel mandacılıkla övünüyor, modern sömürüyü seyrediyor. Küresel sömürü sisteminin devşirme askerleri ise, devlete karşı olmayı aydın olmanın şartı olduğunu söylerken teröre karşı tek laf etmiyor. Bunların görevi, küresel sömürüyü ve bunun uzantısı terörü gizlerken yıkmak istedikleri devleti suçlamak.
Bunların zihinsel işgali yüzünden bilim dünyamız, ne keşfediyor ne de bedensel, sosyal, ruhsal ve zihinsel hastalıkları önleyecek çözümler üretiyor. Çok ucuz ve kolay olan hastalıkları önlemede çözümler üretebilse, hem sağlıklı toplum olacağız, hem de hastalık harcamaları azalacağı için tasarruf edilen milyarlarca doları kazanmış olacağız. Bu yolla kendi payı da artacak ama görmüyor, anlamıyor. Ne bilim üretiyor, ne teknoloji ve ne de hastalıkları önleyecek çözüm. Sadece laf üretiyor. Bizi hasta eden içki, sigara ve sağlıksız ne varsa bu hastalık simsarlarına göre özgürlük, bunlara yasak getiren milli irade ise despot. Işte bu anlayış yüzünden hastalıklar ve sağlık harcamaları artıyor. Paralar, önlenmeyen hastalıklar yüzünden ilaç, aşı ve teknoloji ithalatına gidiyor. İşte bu yüzden bilimsel araştırma ve teknoloji yatırımlarına para kalmıyor. Yozlaşmış akademi, bu acı gerçeği neden gizliyor : Teknoloji geliştirir satarsan paran olur. İthal malların reklamcısı olursan borcun olur. Bedava hayat yok.
SADECE LAF ÜRETİYOR
Küresel medyanın uydurduğu sanal gündemlere, geyik mevzulara ve kurgulanmış haberlere kafa yoran ama bilim ve teknolojik kısırlık konusunda yorum bile yapamayan bilim ve aydın dünyamız fara bakan tavşan gibi. Sorunlar karşısında donup kalması veya dış kaynaklı ilkel refleksler göstermesi, zihin dünyasının bitkisel hayatta olduğunu gösteriyor. Bilim dünyamızın küresel sorunlara ve kongrelere gösterdiği ilgiyi, kendi ülkesinin sorunlarına ve bilim - teknolojideki kısırlığına da göstermesi gerekiyor. Belki o zaman dün yardıma koştuğumuz Koreyi taklid etmeyi akıl ederiz. Belki o zaman aşağıdaki sorunlara çözüm buluruz. Kore deyip geçmeyin, sadece üç markayla dünyayı sarsıyor.
Batı ülkelerinde hastalıkları önleyen, 'Önleyici kardiyoloji, Önleyici tıp' bilim dalı ve uzmanları var. Halk sağlığı enstitüleri ve fakülteleri var. Görevleri toplumu hastalıklardan korumak. Hastalık savaşını yönetecek 'Milli Sağlık Akademisi' gibi merkezi bir beyin olmadan bu savaşı kazanmak mümkün değil. Nasrettin Hoca gibi testiyi kırmadan önlem almak gerekiyor ama bilim ve aydın dünyamız buna da karşı çıkıyor. Modern dünya, koyunlara kalp hızına duyarlı çip takmış, vahşi hayvan görünce korkudan kalp hızı artıyor, çobanına 'kurtar' diye mesaj atıyor, bizimkiler devlet silah bıraksın, terör daha fazla masum insan öldürsün diye imza topluyor. Bunların maaşını da biz veriyoruz.
Bilim dünyamıza yön verenlerin sömürüye çanak tutması yüzünden her yıl 4 milyar $ aşıya, 4 milyar $ şeker ilaçlarına, 4 milyar $ da kansere ödüyoruz. 150- 200 tane uçak için ödenecek para ne kadar? Son 10 yılda cep telefonlarına ve geyik muhabbete ödediğimiz çeyrek trilyon $ veya taşa toprağa gömdüğümüz yüzlerce milyar $ Bilim ve Teknoloji Merkezleri için harcasaydık ve şimdiye kadar satın aldığımız teknolojik ürünleri, tam tersine biz üretip doğal pazarımız olan İslam alemine satar hale gelseydik, bunları yıllardır bize satanlar ne yapardı? Küresel sömürü düzeni ve uzantıları buna müsade eder mi? Tabii ki etmez.
Yozlaşmış ve devşirilmiş akademinin Gezi olaylarından terör sorununa kadar gösterdiği ilkel refleks ; halkın güvenliğini sağlamak zorunda olan devlete ve milli iradeye karşı çıkmak, itiraz etmek, imza toplamak, dış dünyaya şikayet etmek. Kendi halkını, kendi devletini, kendi kültür ve medeniyetini aşağılamak. Bilimsel ve teknolojik her gelişmeyi engellemek, küresel sömürü düzeninin piyonu olmak. İşte bu tiyatroyu anlatmaya çalışıyoruz.
Teknoloji üretemeyen, yaşamsal sorunları çözemeyen bu akademi maaş almak dışında ne yapıyor? Başkalarının ekmeğine yağ süren araştırmaların bize ne faydası var? Sadece makale yayınlamakla, atıf almakla sorunlar çözülmüyor. Nerede kendi sorunlarımızı çözen araştırmalar? Nerede kendimizin ürettiği ilaç, aşı ve teknolojiler? Nerede projeler? Nerede patentler? Dünyadaki donanım, yazılım, bilgi teknolojileri ve telekomünikasyon pazarı yılda dört trilyon $. Dünya bu dört trilyon doları paylaşırken, keşif, patent ve teknoloji üretme yerine laf üretenler yüzünden cep telefonu ve geyik muhabbete son 10 yılda 250 milyar $ harcadık.
Bilim, teknoloji, tasarım, üretim ve para, Da Vinci'nin şifresidir. Bu şifreyi kesintisiz çözen ülkeler zengin ve gelişmiş oluyor. Da Vinci şifresini çözmek bu nedenle önemli. Bu şifreyi çözemediğimiz için kendini bilim adamı zanneden yüzbinlerce insanımız yıllardır havanda su dövüyor. Herkes bilim yapacağız diye kıt kaynakları, kuruş para getirmeyen sözde araştırmalara gömüyor. Arabın gülyağı misali, her yerine sürüyor, çarçur ediyor. Trilyon dolarları cebe indiren batı dünyası da bizim bu ahmaklığımızı, bu zavallı halimizi zevkle izliyor.
BİLİMSEL MANDACILIK, YOZLAŞMIŞ AKADEMİNİN ESERİ
Bilim dünyamız ve üniversiteler, asırlardır bilim ve teknolojik yönden kastre edilmiş ve ülkeyi pazar haline getiren küresel sisteme harem ağası gibi bağlanmış bulunuyor. Harem ağası yapmanın yolu, önce bilim ve teknoloji üreten yolu budamak, sonra da teknolojik üretime ve kazanca dönüşmeyen sözde bilimsel çalışmalarla kıt kaynakları tüketmek : Bilimde kendi kendini tatmin. Yapılan anlamsız araştırmalar ve ithal edilen akıllı telefonlar kendini tatminden başka bir işe yaramıyor.
Yaşamsal sorunlarımız çözüm beklerken, bilimsel mandacılıkla oyalanmamız bağımlılığın asıl nedeni. Dün Hintlilere logaritma cetvellerini ezberleterek beyinleri körelten anlayışın bugünkü yöntemi çok farklı. Çağımızda asgari ücretli köleleştirmenin en kestirme yolu bu. Modern sömürgecilik işte bu! Küresel yapı, otla çöple, maçla, morfinli dizilerle uyuturken milyarlarca dolarlık ilaç, aşı, cihaz ve yüksek teknolojiyi bize satarak köşe olurken, bizimkiler öylece bakıyor. Yıllardır insanımızın korkulu rüyası olan Kanamalı Kırım Kongo hastalığının aşısını bile üretemedik ama lafa gelince herkes araştırma yapıyor. Para kazanmanın yolu bilim ve teknolojide keşif, patent, projeden geçiyor, onu da bilmiyor. Hastalıkları önleyebilse, tasarruf edilen hastalık harcaması kendi cebine girecek ama onu da beceremiyor. Tek bildiği diplomalı işsiz üretmek. Sürüngenliğin nedeni bu.
Bilim dünyamız bu acı gerçekleri bilmez, görmez, duymaz, okumaz, anlamaz, konuşmaz. Okumak sebep-sonuç ilişkisi kurmak, bilimsel düşünmek. Okumak ; idrak etmek, gereğini yapmak, kötü kaderini değiştirmek. Bilim; sebep - sonuç ilişkisi kuran disiplinin adı ise, kötü kader gibi yakamıza yapışan sonuçları önlemenin yolu, sebepleri önlemekten geçer ama bilim dünyamız, bilimin sadece lafını eder. Bunca yıldır milyonlarca insanımız önlenebilir nedenlerden ölmüş ve hastalanmış, umurunda değil. Umurunda olsa ülkemizde insanların % 86'sı önlenebilir nedenlerden ölürken önlem alır, tekrarına mani olmak için, hadi önlemek kavramından haberi yok, hiç olmazsa 'bir şeyler yapmalı' diye imza toplardı. Okumak tebliğ etmek, bilimsel gerçekleri halka anlatmak. Okumak acı gerçekleri haykırmak. Aydın ve bilim dünyamızın idrak yolları hasta, bu yüzden ne yapacağını bilemiyor. Modern tıp ilerlerken, hastalıklar azalacağına artıyor ama bilim dünyamız nedendir diye kafa yormuyor. Bilimsel rehberlerden kongrelere kadar yediren, içiren, uçuran küresel irade ne derse O. Akademik yozlaşma işte bu.
BU NE BİÇİM OKUMAKTIR?
Bilim ve aydın dünyamız çıkar ve post kavgası yaparken kendinden, ülkesinden ve dünyadan habersiz. Gönül ve akıl insanımız Yunus Emre ne diyor : 'İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmez isen bu ne biçim okumaktır' Aydın ve bilim dünyamız bu zavallı halini bilmeden, hiç kimseye ışık veremez. Her yer üniversite doldu ama hala bilimsel anlayıştan yoksunuz. Çünkü ezberci, teste ve dersaneye dayalı eğitim sistemi, beyinleri uyuşturuyor ve bilimsel anlayışı yok ediyor. Üniversitelerin çoğu sosyal bilimler ama sosyal olayları bile analizde, kimse bilimsel sebep ? sonuç ilişkileri kuramıyor. Akademisyen geçineni bile terör örgütünü değil, terörle mücadele etmek zorunda olan devletini suçluyor. Bu mu bilimsel dediğiniz kafa? Bu zavallıların beyni, kamu düzeni olmazsa bırakın maaşı, nefes bile alamıyacağını neden düşünemiyor. Beyinleri donmuş, fara bakan tavşan gibi.
Bilim dünyamız, hangi sorunları çözen ulusal bilgi üretiyor, bunları kim nasıl uyguluyor? Sonuç ne? Bu yeterli mi? Kötü kaderimiz değişiyor mu? Eksik olan nedir? Başkalarının çıkarlarına hizmet eden reklam ve pazarlama yerine, kendi yaşamsal sorunlarımızı çözmeye yönelik bilimsel araştırmalar ve kongreler yapmayı ne zaman akıl edeceğiz? Bilimsel yozlaşma ile teknolojik, ekonomik ve kültürel işgalin yol açtığı yaşamsal sorunlara çözüm arayan 'Ulusal Bilim Kongreleri' ne zaman ve kimin tarafından düzenlenecek? Kongreler ithal ürünler pazarı ve gösteri merkezi olmaktan ne zaman kurtulacak? Ünvanların arkasına sığınarak halkı yabancı reklamlar ile aldatmaya son verelim artık. Binlerce ilaç ve molekül içinde bize ait bir şey var mı? Çağımızda İlaçtan aşıya, uçaktan silaha yüzlerce trilyon dolarlık pazarın hedefi, bizim gibi bilim ve teknoloji üretemeyen, fındık fıstıkla oyalanan ve 70 yıldır gelişmekte diye uyutulan ülkeler.
Altyapısı bile olmayan üniversitelerde zaman ve para gücünü tüketmek, kopya ve palavra araştırmalarla bilim yapıyor görünmek bir işe yaramıyor. Bizim araştırmalar para kazanmıyor, kıt kaynakları tüketiyor. Bu kadar okumuş, yazmış, yetişmiş adama, bu kadar üniversiteye rağmen neden bu haldeyiz? Mağara adamının yaptığı evler tarihe meydan okurken, daha 20 yıllık binaları çürük diye yıkıyoruz. Göl havzasına havaalanı yapanları unutmayın. Bunları kim yaptı, altında kimlerin imzası var, bunlar nereden diploma aldı? Bunlar akademik yozlaşmanın eseri.
ÇÖZÜM : BEYİN NAKLİ
Bilim ve teknolojik sömürüden yoksulluğa, ekonomiden siyasete tüm sorunların anası olan akademik yozlaşmayı önlemenin yolu, geniş çaplı tasfiyeden geçiyor. Sömürü sisteminin uzantısı olan bu yapıları temizlemeden, üniversite - sanayi işbirliğini kurmak, bilim ve teknolojik gelişimi sağlamak imkansız. Bilim ve teknolojik gelişimi engelleyen yozlaşmış yapıların tasfiyesini, bilim dünyamızı harekete geçirecek beyin naklinin izlemesi gerekiyor.
Beyin hücreleri ne kadar yetenekli olursa olsun beyin değildir. Beyin; sorunları idrak eden, araştıran, çözen ve yöneten akıldır. Beynimizi üstün kılan, vücudun mükemmel çalışmasını sağlayan beyin hücrelerinin arasındaki network yani iletişim ağıdır. Beyin olmadan organların sağlıklı çalışması ve yönetimi mümkün değildir. Öncelikle yapılması gereken iş, nitelikli beyin hücrelerinden bu anlamda bir beyin oluşturmaktır. İkinci aşamada yapılacak operasyon ise beyin naklidir. Bunun anlamı, akıl ve bilim gücünü sağlam bir kafatası içinde Milli Sağlık Akademisi, TÜBİTAK, Bilim ve Teknoloji Merkezi benzeri yapıları toplayan beyin nakli olmalı yani aklımızı başımıza almalıyız. Üniversiteler, bilim ve düşünce kuruluşları, milli sorunları çözecek bilginin üretildiği, akıl eden, planlayan, yöneten bir beyine dönüşmelidir. Tüm eğitim, öğrenim ve sanayi, bu merkezin hedeflerine uygun olarak yeniden düzenlenmeli ve çalışmalıdır. Bu beyin naklini başarmadan kendi geleceğimizi kendimiz tayin edemeyiz.
Hastalıkların önlenmesi ve sağlığın korunması için tıp eğitimi ve sağlık sistemi de yeniden düzenlenmeli. Tıp eğitimi ve sağlık sistemi hastalık odaklı değil sağlık odaklı olmalıdır. Hastalıkların önlenmesi için gıda sektörünün terbiye edilmesi, hastalık üreten yaşam tarzının ve bunun mimarı medyanın sağlıklı hale getirilmesi gerekiyor. Bunların yapılması şart ama hastalık ve sömürüden beslenenler hemen karşı çıkıyor. Bunların şerrinden hastalıkları önleyemiyoruz. Sağlıklı yaşam, sağlıklı beslenme ve sağlıklı çevreye bağlı. Fastfood'dan kolaya yediğimiz içtiğimiz zararlı katkı maddeleri, kimyasallar, tarım ilaçları, hormonlar, GDO'lar dev bir sektörü ve halkı zehirliyor. Bunları araştıracak ve bilimsel çözümler sunacak bir beyin olması gereken MİLLİ SAĞLIK ENSTİTÜSÜ (TÜSEB) sürekli engelleniyor. Tabib odaları yönetimi, Üniversite Dayanışma Platformu, sendikalar, vakıflar ve dernekler ve 91 tıp fakültesi dekanını anında toplayan üst akıl, MİLLİ SAĞLIK ENSTİTÜSÜ (TÜSEB), Türkiye Sağlık Bilimleri Üniversitesine ve kanunu çıkaran milli iradeye karşı adeta savaş açıyor(1,2).
Çözümü, farklı ama milli düşünenler bulacaktır. Tartışma yeri medya ve kongrelerdir. Farklı fikirleri bilim dünyası tartışacak, milli irade de imkan ve ihtiyaçlara göre karar verecektir. Beyin işlevi görecek kurumların, küresel iradenin yani hastalık lobisinin eline geçmesini önleyecektir. Ancak küresel iradenin devşirme medyası ve devşirme kongrelerinde çözüm aramak beyhude, devşirme akademisyenlerden medet ummak aptallıktır. Milli çıkarları düşünen, kendi sorunlarımıza çözüm arayan milli kongrelere ihtiyaç duyuyoruz. Sömürüden beslenen oligarşik yapılar, bu gelişimi engellemek için çalışacak hatta savaşacaktır. Oyunun kuralı basit ; her yönden akıllı ve güçlü olan kazanır. Asırlardır devam eden küresel oyunları anlayıp buna göre strateji geliştiremeyen kaybeder.
Hastalıkları önleyecek ve bilim - teknoloji üretecek şekilde, bu köhnemiş yapı ve sistemin baştan aşağı değişmesi gerekiyor.
KAYNAKLAR
1.Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı'na bağlanması tasarısına, 91 tıp fakültesi dekanı itiraz etti : http://www.medimagazin.com.tr/hekim/universiteler/tr-saglik-yokune-itiraz-2-15-59524.html
2. REDDEDİYORUZ! http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/tuseb-4657.html
3. Üniversitelerimiz ne kadar üretken?
http://www.milliyet.com.tr/universitelerimiz-ne-kadar-uretken-/gundem/ydetay/2135142/default.htm
4. http://www.sabah.com.tr/yazarlar/oguz/2015/12/24/ar-ge-destegi-nasil-verilmeli
5. www.aciamagercek.com
Yozlaşmış aydınlara Cem Karacanın şarkısı :
YARIM PORSİYON AYDINLIK
Her zamanki köşenizde
her zamanki barınızın
önünüzünde viski ve havuç
ve bir eliniz çenenizde
kaşınız hafifçe yukarıda
bakışlarınız ne kadar bilgiç
hiçbir şey üretemeden
sadece eleştirirsiniz
sinemadan siz anlarsınız
tiyatrodan, müzikten
heykel, resim, edebiyat
sorulmalı sizden
ekmeğin fiyatını bilmezsiniz
ama ekonomik politika
karılarınızı döverken siz
ne kadar bilimselsiniz
bu yaz yine güneydeydiniz
bol rakı, güneş ve deniz
her şey bir harikaydı ancak
yerli halkı beğenmediniz
burda da orda da o aynı barlar
hep o aynı yarım porsiyon aydınlık
aynı çehreler, aynı laflar
vallahi hiç değişmemişsiniz
Bu yazı 3,313 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
21 Nisan 2017
Sömürü Sistemini Yıkmak Kolay Mı?
-
10 Mart 2017
Bu bir Halk Devrimidir
-
9 Şubat 2017
Bindik bir Alamete...
-
2 Ocak 2017
Sağlıkta Milli ve Yerli Çözümler
-
18 Kasım 2016
Neden bu kadar hastayız?
-
19 Ekim 2016
Tarihimizle Yüzleşelim
-
24 Ağustos 2016
FETÖ: Küresel Komplo
-
21 Temmuz 2016
Milli Devlete Doğru
-
1 Nisan 2016
Tatlı tatlı yemenin, acı acı geğirmesi olur
-
9 Mart 2016
Hekimlik Öldü Yaşasın Doktorluk!
-
14 Ocak 2016
Akademik Yozlaşma
-
25 Aralık 2015
Bilimin Geldiği Son Nokta
-
20 Kasım 2015
Sağlıklı Çözümü Hastalık Lobisi Engelliyor
-
12 Ekim 2015
Aydınlar ve bilim dünyamız
-
31 Temmuz 2015
Kahrolsun Engizisyon Anlayışı!
-
15 Temmuz 2015
Bayram Gelmiş Neyime...
-
2 Temmuz 2015
Bu yazıyı kalbinizle okuyun!
-
10 Haziran 2015
Sigara ile Mücadele Böyle Olur mu?
-
3 Haziran 2015
Sağlıkta Devrim
-
21 Mayıs 2015
Sağlık ve Özgürlüğün Gaspı
Yorumlar
+ Yorum Ekle