En Sıcak Konular

Bilal Kemikli



Bilal Kemikli
0 0 0000

Üç tepeli şehirde bir günlük seyran



Dağların eteğine yerleşmiş şehirleri seviyorum. Nazlı bir gelin gibidir dağlar, eteğine konmuş şehir ise, bir yanıyla o nazlı geline meftun damat, öteki yanıyla da o nazlı gelinin biricik yavrusu…

Böyle tahayyül ederim.

Dağa yaslanan şehir, vadiyi temaşa eder. Bir yandan yaslandığı o anaç kuvvetin şefkat ve merhametiyle adeta lebaleb huzur doludur, güvendedir; öte yandan eteğinden tutunduğu ay parçası güzelin nazı ve edasııyla mesttir, coşkundur. Bu huzur, bu güven, bu mestlik ve bu coşkuyla şehir vadiyi temaşa eder.

Ben temaşa eden şehirleri seviyorum… Şöyle uzun uzun bakan şehirleri.

Şimdi akıl ırmağından teker teker akıverdi dağların eteğine yaslanmış şehirler… Bursa, Üsküp, Maraş, Tire, Kütahya, Şeki ve diğerleri… Hele hele Bursa’yı, Üsküp’ü daha mı çok seviyorum? Belki de; ama artık vadiyi seyreden Bursa yok. Çünkü artık, o eski seyahatnamelerde ve hatıralarda anlatılan, gravürlerde resmedilen vadi yok. Hele o Üsküp’ün nehir boyunca görgüsüzce inşa edilen ve her seferinde burası “bizimdir” mesajını vermeye özen gösteren devasa yeni binalar ve heykeller yok mu? Maalesef şovenist yaklaşım, şehri talan etmiş.

Sevgi böyle bir şey… İnsanın sevmesi demek, sevilmesi demek olduğu gibi, üzülmesi de demektir. Üzülüyorum, sevdiğim şehirlerin talan edilmesine.

Bazı şehirler de var; içinden tepeler geçer… Adeta tepelerin çocuğu şehirlerdir bunlar. Şimdi hemen hatırınıza, yedi tepeli İstanbul gelmiş olmalı. İstanbul, yedilerin şehri; nice âşıkları barındırdı kucağında. Âşıklar şehri… Lakin plazalar gökdelenler arasında o yedi tepe de kaybolup gitti. Demek ki, âşıklar kadar şakilerin de şehriymiş. Âşıklar kadar, arifler kadar ham ervahların da, nâdânın da şehri. Fakat yine de sevilen, içinden deniz geçen uçsuz bucaksız şehir.

Bir şehir var ki, tepelerine el değmemiş. Şehrin orta yerinde, adeta birer âlem gibi duran tepelerin arasında sırlanan şehir. Üç tepesi var… İstanbul yedilerin şehriyse, deyin ki burası da üçlerin şehri. Gelin görün ki, sakinleri tarafından bile henüz keşfedilemeyen, öyle sadece içinde yaşanılan ve fakat anlamlandırılamayan şehir.

Ben bu şehre garip şehir dedim… Garip ve üçlerin şehri! Siz ne derseniz deyin; ama yolunuzu bir gün bu şehre düşürün; sıcak sularında sağlık bulun, ekmek kadayıfından tadın, sokaklarında deli divane olup Sultan Divanî’yi, İğde Dede’yi, Devâ Dede’yi, Merd-i Yek Sultan’ı, Niyazî-i Mısrî’nin yoldaşı Askerî’yi arayın.

Şimdi nerede bu şehir diyenler olacaktır? Batı Anadolu’da… Yolunuz İstanbul’dan güneye doğru seyrederken, hemen oracıkta kavşakta sizi bekleyen AVM’lere takılmadan bir koşu uğrayıp sokaklarını tavaf edeceğiniz bir şehir. Neresi mi? Afyon’dan bahsediyorum gayet tabi, nam-ı diğer Afyonkarahisar’ı. Daha da eskilerin deyimiyle Karahisar’ı…

Afyon üç tepeli şehirdir: Karahisar, oracıkta; şehrin tam da orta yerinde… “Karahisar Kalesi yıkılır gelir…” türküsüyle çıkın şöyle, oradan Kocatepe’ye doğru nazar edin. Sonra Sarıkız’a bakın. Sarıkız tepesinin bir efsanesi var mı? Bir türküsü? Bilemiyorum; ama bir hikâyesi olmalı. Belki bir bilenle karşılaşır, Sarıkız’ın hikâyesini dinleriz. Geriye dönün, şöyle Kıble cenahına, işte orada Hıdırlık. Hıdırlık tepesinden aşağı gelen Hızır mı? Bilemeyiz; ama kadim şehirlerimizdeki Hıdırlık tepeleri, Kütahya, Safranbolu ve diğerlerinde olduğu gibi, Bayram namazları kılınan, yağmur duasına çıkılan tepelerdir. Rahmet niyazıyla şehirli oraya çıkar, el açar. Şimdi kaç Afyonlu, taşını toprağını paraya tahvil ettikleri bu şehrin Hıdırlık tepesinden haberdardır, bilmem. Yalnız şunu bilirim: Yağmur duasını unuttuk!

Aklımızı ve gönlümüzü işgal eden sorularla yüklüyüz. Bu yükle şehrin sokaklarında seyrandayız. Yolumuz Ulucami’ye, kırk âhînin kırk direkli camisine düşüyor. Orada Müftü Çil Hafız Ali Rıza Efendi’nin sırlandığını öğreniyoruz. “Beni mabede gelenlerin ayakaltına defnedin!” diye vasiyet eden Ali Rıza Efendi, bizi derin düşüncelere gark ediyor. Ne var ki, hazırlıksız gelmişiz, elimizde H. Fikri Yazıcıoğlu’nun Afyon Evliyaları ve İlim Adamları adlı kitabı yok; sadece dostlara, “bunun benzerini İran’da da görmüştüm” diyorum. Allame Tabatabaî’nin Tuğrul Beyin ayakucunda öylece sırlandığı mekân aklıma geliyor. Dualarla ayrılıyoruz…

Askerî’ye Ahmed-i Turan’a ve diğer yârâna selam verip Sulta Divânî’nin huzuruna, Mevlevihane’ye geliyoruz. Burayı korumuş belediye; ne var ki, hücrelere ve türbelerin arasına asılmış tabloların özensizliği ve iğretiliği dikkatimizden kaçmıyor. Nerede o Mevlevî nezaketi ve letafeti, nerede bizim idrakimiz? Uyduruk tablolar, öyle sanıldığı gibi, mekâna ruh vermiyor; aksine boğuyor. Biz yine de Divânî merhumun başucunda yazan şu beyti akıl defterimize kaydediyoruz:

“Hakkı bilemez nefsini yok etmeyen

Hakkı bulamaz temelsizi terk etmeyen”

Üç tepeli şehir, üçlerin şehrinde cümle yârâna selam verip yola revan oluyoruz.



Bu yazı 3,992 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 11 Nisan 2016 Öğrencime Mektup
    • 5 Şubat 2016 Sahici Büyük Kimdir?
    • 24 Ocak 2016 Aşkın Yolcuğu'na Dair
    • 1 Ocak 2016 Kar taneleri: Semada raks eden dervişler
    • 21 Aralık 2015 Eksik Gören Eksiktir
    • 10 Ağustos 2015 Çeşm-i Cihân'a Ağıt
    • 9 Temmuz 2015 Tevazu: İnsan toprağını işlemek
    • 28 Haziran 2015 Ses vermek?
    • 24 Haziran 2015 Bu kitap neden yazıldı?
    • 4 Haziran 2015 Muhalefeti mi seçeceğiz?
    • 10 Mayıs 2015 Ruhuma Sükünet Veren Şehir
    • 20 Nisan 2015 Sevgili kızım, beklemeyi bilmeliyiz
    • 5 Nisan 2015 Bedhah tuzaklara karşı
    • 9 Mart 2015 Bu iyi bir zamandır
    • 12 Şubat 2015 Oğluma birkaç not
    • 27 Ocak 2015 Öğüt Almak: Nasihatname geleneğimize dair
    • 19 Ocak 2015 Son hadiselere ve tartışmalara dair
    • 29 Ekim 2014 Dostun Bahçesinde Teferrüç Etmek
    • 14 Ekim 2014 Camide buluşalım…
    • 9 Eylül 2014 Bir Gönül Köprüsü

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,543 µs