En Sıcak Konular

Nasuhi Güngör


Nasuhi Güngör
0 0 0000

Beka endişesinin dayanılmaz cazibesi



Bu toprakların kaderi; sürekli ‘beka endişesi’ ile yaşamak. Bu endişenin haklı olduğu pekçok dönem olsa da, güç sahiplerinin insanları yönetebilmek için ellerindeki en ciddi araçlardan birisi daima ‘devletin bekası’ olmuştur.
 
Anadolu’nun paramparça olduğu Beylikler Dönemi, sonrasındaki Fetret Dönemi, geçtiğimiz yüzyılın başında Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı ile başlayan beka tartışmalarının, toplumsal hafızada derin izleri olduğu muhakkak. Dahası yönetenlerin bu izler üzerinden kendilerine ciddi avantajlar sağladığı, toplumsal talepleri birlik, beraberlik ve bölünme başlıkları üzerinden püskürtmeyi başardığı da herkesin malumu.
 
Şu sıralar başlayan tartışmalarının sadece ‘başkanlık’ ve ‘parlamenter’ sistem tartışması olmadığı; Türkiye’nin son dönemde üstlendiği rolü taşıyacak yeni bir ‘sistem’ arayışında olduğu da söylenebilir.
 
Kuşkusuz daha hızlı ve etkin karar alacak bir sisteme ihtiyaç var. Dolayısıyla mevcudun tartışılmasında geç bile kaldık. Son yıllarda peş peşe gerçekleşen reformlar, kurumların yerini ve konumunu yeniden tarif etmeyi sağlayan gelişmeler, siyasetin kendisini kıskaca alan bürokratik egemenliği belli ölçüde kırmayı başarması, elbette çok değerli.
 
***
 
Ancak bundan daha önemlisi, ideolojik kaygıları, rejimin bildik reflekslerini dikkate almadan sistem tartışmasını yürütebilmek. Şu ana kadar olup biten, sistemin bütününe yönelik bir değişimden çok, birkaç iyi adamın cesaretle gerçekleştirdiği parçalı adımlar. Bunu kurumsal bir zemine oturtmak, hukuki anlamda yazılı hale getirmek ve asıl büyük değişimi gerçekleştirmek için hiç sağa sola kaçmadan ‘nasıl bir sistem’ sorusuna cevap aramak zorundayız.
 
Bunun cevabı illa da başkanlık olmak zorunda değil. Yahut adı parlamenter olan sistemi kutsayıp devam ettirmek de değil. Kaldı ki mevcut sistemin adı öyle olsa da ne kadar parlamenter olduğu hayli tartışma götürür.
 
Birbiri ardına devam eden kritik dava süreçleri, siyasi iradenin yerinde adımları ve kararlı tutumu, toplumun değişim yönünde verdiği kuvvetli mesajlar; şu ana kadar ciddi mesafeler alınmasını sağladı. Ancak bürokratik egemenliğin gerçek sahipleriyle hesaplaşmanın daha yeni başladığını da unutmamak gerekiyor.
 
Elbette sürekli bir kavga halini savunmuyorum. Fakat Süleyman Demirel’in Meclis komisyonuna verdiği ifadeler ve kullandığı üslup, alınacak çok mesafe olduğunu, topluma rağmen siyaset üretme gücünü elinde tutanların hala ayakta olduğunu ortaya koyuyor.
 
***
 
Muhafazakarlık ve çok daha geniş bir parantezde sağcılık, hızla ‘beka endişesi’ne savrulmaya müsaittir. Birlik ve beraberlik gibi içini istediğiniz gibi doldurabileceğiniz retorikler de ona daima istediği manevra alanını verir. Beka, birlik, beraberlik ve bölünme konusunda üretilmiş sahte endişeler, toplum tarafından samimi olarak benimsenince, bürokratik vesayetin istediği zemin ortaya çıkar.
 
Bugün geldiğimiz noktada en ciddi sorun, sistem üzerinde başlayan tartışmanın, bu güçlerin baskısıyla boğulmasıdır. Şu sıralarda ölümü üzerindeki kuşku bulutlarını yeniden tartıştığımız Merhum Turgut Özal, başkanlık sistemiyle ilgili tartışma başlattığında, bürokrasi, medya ve sermaye eliyle müthiş bir kuşatmaya alınmıştı.
 
Özal, gerçekten başkanlık sisteminin gerçekleşeceğine inanıyor muydu, yoksa değerli araştırmacı Hatem Ete’nin işaret ettiği gibi bunu bürokratik vesayetten kurtulmanın bir yolu olarak mı görüyordu, bilmiyorum. Ama her durumda bugünkü tartışmanın çok daha önemli ve hayati olduğunu akılda tutmak gerekiyor.
 
Türkiye, attığı cesur adımları kurumsal hale getirmek için bu gündemi sahici kılmak zorunda. Aksi takdirde geniş kesimleri hızla etkisine alabilen büyülü sözler, bizi beklemediğimiz ölçüde geriye götürebilir.

star


Bu yazı 1,155 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 6 Nisan 2013 Kraliyet patron, biz taşeron muyuz?
    • 27 Eylül 2012 Ordu neden değişmek zorunda
    • 21 Eylül 2012 Eylül ayının kara listesi
    • 14 Eylül 2012 Yeni Türkiye ve yeni ekonomik model
    • 13 Eylül 2012 Libya saldırısı ve Türkiye’nin kodları
    • 3 Eylül 2012 Türkiye’nin yalnızlığı ve Mısır
    • 30 Ağustos 2012 Ankara-Paris rekabeti
    • 24 Ağustos 2012 İstihbarat zaafı var mı?
    • 23 Ağustos 2012 BDP niçin çıldırdı?
    • 17 Ağustos 2012 Fırsat treni telaşı
    • 16 Ağustos 2012 Yola nasıl devam edeceğiz?
    • 10 Ağustos 2012 ‘Gergin Barış’ın sonu mu?
    • 6 Ağustos 2012 PKK’nın intiharı
    • 27 Temmuz 2012 Henüz vakit varken
    • 20 Temmuz 2012 Suriye sorunu ve Türkiye’nin özgüveni
    • 19 Temmuz 2012 Şam’daki patlama ve Moskova’daki Türkiye
    • 28 Haziran 2012 Türkiye itibar mı kaybediyor?
    • 22 Haziran 2012 Mısır, Suriye ve derin iktidarlar
    • 21 Haziran 2012 Müzakere akıldır, güçtür
    • 14 Haziran 2012 Beka endişesinin dayanılmaz cazibesi

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    7,535 µs