Abdülkadir Selvi
0 0 0000
Başbakan'la Pakistan'da
5 saat süren bir yolculuktan sonra geldik Pakistan'a. Sıcak bir şekilde karşılandık. Zaten söz konusu Pakistan olunca, aksini de düşünmedik.
Akşam saatleriydi. Ama öyle gecenin kör bir vakti değildi.
İslamabad sessizdi. Sessizlikten öte korku sinmişti kente.
90'lı yıllarda Güneydoğu'da böyle olurdu. Akşam karanlığı çökmeden insanlar evlerine çekilir. Sokaklar boşalırdı.
Sıcak iklimin hakim olduğu Ortadoğu ülkelerinde akşam serinliği çökünce, sosyal hayatlar başlar.
Pakistan ise normalleşememiş.
Güvenlik bariyerlerinin, kontrol noktalarının olduğu caddelerden geçip, yüksek güvenlikli duvarların arkasındaki otellerde kalabiliyorsunuz.
Bir ülkeye verilebilecek en büyük zarar bu.
Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Parlamento binası ile Pakistan'ın en güçlü kurumlarından Yüksek Mahkeme'nin bulunduğu, "Protokol Caddesi"nde ise kuş uçurtulmuyor.
Bir ülkeye verilebilecek en büyük zarar bu.
Benim açımdan güzel gözlü insanların ülkesi Pakistan.
Çokça Cinnah, bir parça da Butto kokar.
Buttolar, Menderes'ler ve Kennedyler...
İdamlar, suikastler, kaza süsü verilmiş infazlar..
İdamından kısa bir süre önce, Valéry Giscard d'Estaing'e yazdığı mektupta, Pakistan için, "Kan çiçekleri doğacak" demişti Butto.
Pakistan, kan çiçeklerinde boğulmamak için çırpınıyor.
Başbakan Erdoğan da hem ikili görüşmelerinde, hem de Pakistan Meclisi'ndeki konuşmasında bu konuya değiniyor. Erdoğan "Pakistan terörle mücadelede yalnız değildir" dedi.
Çünkü Afganistan'dan sonra Pakistan da istikrarsızlaştırılmaya çalışılıyor.
Başbakan, "Terör acısını yaşayan bir ülke olarak, her zaman yanınızda olacağız" dedi.
"Pakistan halkının Kurtuluş Savaşı sırasında rızıklarından kesip gönderdikleri yardımları unutmadık, unutmayacağız" deyince, salondakiler ilgilerini sıra kapaklarına vurarak gösterdiler. Pakistan parlamentosunda millevtekilleri alkış yerine sıra kapaklarına vurarak beğenilerini gösteriyorlar.
Başbakan, "Aramızdaki dayanışmanın dünyada emsali yok" derken, İslamabad sokaklarını süsleyen Türk bayrakları, Erdoğan posterleri ve "İki devlet, bir millet" sloganı geldi gözlerimin önüne.
En son Azerbaycan'da duymuştum bu sözü.
Hatırlar mısınız bizim bir cumhurbaşkanımız vardı, adı da Ahmet Necdet Sezer.
Devlete müsteşar atarken, kapıcılardan eşinin başı kapalı mı açık mı diye sorduran Sezer, dost ve kardeş ülkelerimizi dahi ziyaret etmeden Çankaya'daki görev süresini tamamlamıştı. Türkiye'nin cumhurbaşkanı olarak değil, Çankaya'da rejimin bekçisi olarak görev yapmıştı.
Bir Türk Cumhuriyetini ziyaretimiz sırasında dışişleri bakanları bizim Cumhurbaşkanlarımızın adını "Mohterem Prezidant Özal, Mohterem Prezidant Demirel" diye sayarken biraz duraklamış, "Kusura bakmayın biri daha vardı, unuttum" demiş, Abdullah Gül'e geçmişti.
O, birilerine göre çağdaş cumhurbaşkanı, Türkiye'yi dünya devleti yapanlar ise gerici.
Bırakın Türkiye'yi Pakistanlılar bile inanmaz.
Pakistan temasları sırasında Başbakan Erdoğan'la konuşma fırsatımız oldu. Başbakan'la Pakistan'a indiğimiz gece kaldığımız Serena Otelinin bahçesinde bir süre sohbet ettik. Daha doğrusu biz bakanlar ve milletvekilleriyle otururken bir hareketlilik oldu. Başbakanlık Başdanışmanı Mustafa Varank'ın, "Başbakan geliyor" demesiyle, sigaralar söndürüldü, masa toparlandı, o telaş anında Başbakan geldi. Epey de oturdu bizimle. Hemen yanımızda da Emine Hanım bir grupla beraberdi. Yazılmamak kaydıyla sohbet ettik. Ama Meclis'teki konuşmasına gitmeden önce uzun bir soru-cevap yaptık.
Her şeyi sorduk. Açık yüreklilikle cevapladı. Uludere görüntülerini bizzat izlediğini söyledi. Operasyondan önce bilgisi olmamış ama operasyondan sonra öğrenmiş. Edindiğim izlenim, Başbakan Uludere'yi bir hata olarak görüyor. Raporlama ya da operasyon talimatı hatası. Ama Türkiye'ye kurulmuş bir tuzak olarak görmüyor. Sanıyorum bu noktada ayrışıyoruz.
Uludere konusunda örgüt ağzının diliyle, ısrarla bir şeyler dikte ettirilmek istenmesinden rahatsız olmuşa benziyor. Biraz sitemkar konuştu. "Hatayı da açıkladık, özrü de açıkladık. Allah aşkına tazminatsa tazminat. Bizim resmi tazminatımız ötesinde yaptık. İlla terör örgütünün istediğini mi söyleyeceğiz. Kusura bakmasınlar" dedi.
Kürt sorunun çözümünde ise Kandil'in sabotajlarına ve BDP'ye rağmen, diyalog kapılarını kapatmamış durumda.
"Oslo benzeri bir şey olur mu?" diye sorduk. "Oslo ile alakalı olarak, İmralı da umudunu kesmiş vaziyette. Onlara, siz hiçbir işe yaramazsınız diyor. Hiçbir şey yapamazsınız diyor" karşılığını verdi.
Çok önemli bir tespit. Oslo aynı zamanda Öcalan'ın müzakere iradesine vurulmuş bir darbeydi.
Peki her şey bitti mi? Keşke BDP kendisinden beklenen rolü oynayabilse. "Muhatap BDP'dir. Şartlar ne getirir bilinmez. Kesip atmamak lazım. Arada bir iplik şöyle duruyor" dedi Başbakan.
İş, ipliği halat yapmaktan, köprüleri yıkmak yerine yeni köprüler kurmaktan geçiyor.
Çözümden başka amaç olmadığına göre...
yenişafak
Bu yazı 1,295 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
27 Eylül 2012
Başbakan'ın açılımı ne olacak?
-
25 Eylül 2012
Karakolda teknoloji var
-
24 Eylül 2012
21 Eylül demokrasi bayramı
-
19 Eylül 2012
Yetmez ama evet
-
17 Eylül 2012
Suriye, Bosna mı?
-
13 Eylül 2012
Yazamayacağım takvim...
-
12 Eylül 2012
Kılıçdaroğlu adına açılan sayfada ne yazıyor?
-
10 Eylül 2012
Kuruculara 3 dönem muafiyeti
-
5 Eylül 2012
Numan Bey neye şaşırdı
-
4 Eylül 2012
Beytüşşebap göstere göstere geldi
-
30 Ağustos 2012
İstihbarat var, operasyon yok
-
27 Ağustos 2012
Cumhurbaşkanı'nın sağlığı
-
22 Ağustos 2012
Melisa'nın katili Esed
-
16 Ağustos 2012
Suriye şoklaması
-
15 Ağustos 2012
Bedel
-
6 Ağustos 2012
Gül, görüşmeyi hangi hareketle anlattı?
-
5 Ağustos 2012
Şura'nın sürprizleri
-
2 Ağustos 2012
Sever'in açıklamaları nasıl karşılandı
-
1 Ağustos 2012
Komutanın durumu
-
31 Temmuz 2012
Yeni parola
Yorumlar
+ Yorum Ekle