Ardan Zentürk
0 0 0000
Suriye-Lübnan: Her şey yeni başlıyor...
BEYRUT/TRABLUSŞAM/SUR, LÜBNAN-
Beyrut’un kuzeyine doğru yol aldığınızda, Suriye sınırı öncesinde Trablusşam’a ulaşıyorsunuz. Burası, insanı, Suriye’deki Beşar el-Esed rejimine karşı savaşan Özgür Suriye Ordusu’nun bayraklarıyla karşılıyor. Trablusşam, Lübnan’daki Sünni Müslümanlar’ın yaşadığı bir kent ve Sünniler, Suriye krizinde saflarını isyancıların yanında tutmuş durumdalar. Bu, bir gün önce gittiğim güneydeki Sur kentinin tam aksi bir görüntü. İsrail sınırının hemen yanındaki Sur, Şii nüfusu ve İran’ı andıran görüntüleriyle dikkat çekiyor. Sokakları Hizbullah’ın bayrakları ve Hasan Nasrallah gibi Lübnanlı Şii liderlerin veya İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in posterleriyle süslü.
Bir ülkenin en kuzeyindeki kent ile en güneyindeki arasında bu ölçüde sert bir siyasi farklılığın olması ürkütücü...
Lübnan gözlerini Suriye’ye dikmiş, kendi geleceğini bulmaya çalışıyor.
Lübnan’a sıçraması kaçınılmaz...
Akdeniz’in bütün güzelliklerini barındıran bir Beyrut akşamında, kentin Osmanlı’dan kalma tarihi Saat Kulesi’nin yakınındaki bir cafe’de karşıma oturan “yetkili”, Lübnan için acı gerçeği şu sözler ile ifade ediyor: “Suriye’de kim kazanırsa kazansın, burada birisi kaybedecek. Beşar kalırsa Hizbullah güçlenecek, yıkılırsa, Sünniler güçlenecek, Hizbullah köşeye sıkışacak... Ama sonunda mutlaka biri diğerini tam olarak etkisiz hale getirmeye çalışacak...”
Oysa Beyrut 1975-1990 yılları arasındaki “sivil savaşta” 150 bin insanını kaybetmiş, yaralı bir ülkenin kendini yeniden bulmaya çalışan, eski parlak günlerine dönme işaretleri veren keyifli bir başkenti... İnsanın etrafındaki ailece yemeğe çıkmış insanların içinde muhtemel bir silahlı iç hesaplaşmadan konuşuyor olması da rahatsız edici...
Kışkırtma Beşar ve Tahran’dan geldi...
Suriye muhalefetinin hızla silahlanarak Beşar el-Esed güçleriyle askeri hesaplaşmaya girmesi belli ki Lübnan’da derin etki yaratmış... “Yetkili”nin şu iddiası ise çok önemli: “Eğer muhalefet bir sivil direniş olarak devam edebilseydi Beşar köşeye daha çok şıkışacaktı. Bunu bildikleri için büyük komplo hazırladılar. Suriye direnişine ilk silahları Tahran ve Şam’ın bilgisi dahilinde Hizbullah sattı. Bu silahların kullanılması ise Beşar’a ordusunu kullanma şansı verdi. Rusya da aynı makamdan çalıyor ve silahlı direnişin olduğu yerde yasal yönetim bunu yapar, normaldir diyor. Keşke muhalefet Hizbullah kaynaklı bu tuzağa düşmeseydi... Şimdi hem kan akıyor, hem de Beşar manevra alanını genişletiyor...”
Batı Asya (Ortadoğu) böyle bir yer... Kimin eli kimin cebinde belli değil...
Geriye dönülmez yol...
Beşar el-Esed’in katliam gerçekleştirdiği Bab Amr’ı ziyaret etmesi...
Aynı gün Kofi Annan’ın “barış planını” kabul ettiğini açıklaması...
Lübnan’da samimi karşılanmayan iki adım olarak kalıyor. Çünkü Suriye içinde nelerin yaşandığını Lübnan dakika dakika izliyor ve yaratılmaya çalışılan görüntüye karşın kanın oluk oluk aktığı bir ülkeden söz ediyoruz.
Beyrut’taki ofisinde görüştüğüm Lübnan Cemaat-i İslami Genel Başkanı İbrahim Masri’ye göre aslında bölgede her şey yeni başlamış durumda. Artık Suriye’de Beşar’lı bir çözüm için çok geç. Bu kadar kan ve katliamdan sonra Suriye muhalefetinin Şam yönetimi ile bir masaya oturması ise imkansız... Masri,”Beşar gidecek. Mühim olan onun gitmesinden sonra Suriye’de istikrarın sağlanması ve demokrasinin kazanmasıdır.”diyor.
Kabul edelim, çok riskli günlere adım adım yaklaşıyoruz...
Maroni Patrik Türkiye’de...
Lübnan nüfusunun yüzde 60’ını Müslümanlar, yüzde 40’ını ise çoğunluğu Maroni olmak üzere Hıristiyanlar oluşturuyor. Hıristiyanlar’ın büyük bölümü Maroniler... Yani, Maroni’ler aynı zamanda Lübnan’daki siyasi yapılanmanın temel taşları... Sivil savaş yıllarında bu önemli nüfusun Türkiye ile hiçbir bağı yoktu... Türkiye’nin ana politikası Filistinlilere ve Müslümanlar’a yakındı... Ama devir hızlı değişiyor... Bugün Lübnan Maroni Kilisesi’nin Patriği Beşara Rai Ankara’ya geliyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun davetlisi olarak... Davutoğlu Rai’yi davet ederken, “Bölge Hıristiyanlarının Arap Baharı sürecinden etkilenmemesi gerektiğini, Türkiye’nin de bölgedeki Hıristiyanların kılına bile zarar gelmemesi için elinden geleni yapmakta kararlı olduğunu” söylemişti. Suriye-Lübnan ekseninin çok karıştığı bir dönemde bu ziyaret anlamlı ve Türkiye açısından da çok önemli kuşkusuz.
star
Bu yazı 1,470 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
6 Eylül 2012
Bir garip Türkiye portresi
-
27 Ağustos 2012
Ortadoğu’ya hoş bulduk!
-
26 Temmuz 2012
Rusya-Suriye-Almanya Kimyasal silah
-
23 Temmuz 2012
AB’nin ''gerçek'' yolu...
-
7 Haziran 2012
Clinton ile buluşma ve terör
-
30 Nisan 2012
Öldürülecekler listesi...
-
5 Nisan 2012
Sürgündeki milletin acısı
-
29 Mart 2012
Suriye-Lübnan: Her şey yeni başlıyor...
-
26 Mart 2012
İran katliama katıldı!..
-
19 Mart 2012
Türkler Arap öldüremez!..
-
12 Mart 2012
Yarı-başkanlık sistemine doğru...
-
1 Mart 2012
Esas mesaj ‘diaspora’ya
-
30 Ocak 2012
SURİYE: Savaş yeni başlıyor...
-
23 Ocak 2012
Sarkozy’nin işi bitti...
-
5 Ocak 2012
İran’la dans
-
29 Aralık 2011
2012: Savaş yılı
-
8 Aralık 2011
İsrail’in Türkiye’ye ihtiyacı var
-
5 Aralık 2011
Araplar ‘Türk modeli’ne soğuk!..
-
28 Kasım 2011
‘Felaket senaryosunu önlemeye çalışıyoruz...’
-
17 Kasım 2011
SURİYE: Yüksek risk!..
Yorumlar
+ Yorum Ekle