Mehmet Ali Birand
0 0 0000
Bu defa MİT kazandı, ancak dikkat...
Nihayet bitti.
Neden başladığını, kimlerin başlattığını, perde arkasında nelerin döndüğünü bir türlü anlayamadığımız kavgaya Başbakan el koydu.
MİT'in arkasında durdu.
Savcılar isteklerini geri çektiler.
Şimdilik herşey yatışmış ve “Teşkilat” daha da ön plana çıkmış gibi görünüyor. Bundan böyle, Türkiye'nin istihbaratının tek patronu ve gizli devlet operasyonlarının tek sorumlu kuruluşu MİT olacak.
Hakan Fidan, son 20-25 yılın en şanslı ve en güçlü MİT müsteşarı konumunda. Sivillere geçtiğinden bu yana, şimdiye kadar hiçbir müsteşar böylesine bir destek görmemiştir. Asker dönemi dışında, MİT müsteşarları sürekli şekilde, iktidarlar arasında sıkışarak görev yapmak zorunda kalmışlardır. Hiçbiri Hakan Fidan kadar iktidar desteğini arkasında hissetmemiştir.
Bu durum, hem önemli avantajları hem de sorunları beraberinde getirecektir.
Avantaj sağlayacak, zira MİT görevlileri artık arkalarını kollamadan, sırtlarını iktidara dayayarak çalışacaklardır. Daha güven duyacaklar ve satılmaktan korkmayacaklardır. Bu durum, tüm devlet memurları için de geçerlidir.
Ancak, madalyonun bir de öbür yüzü var.
Kimseler aksini ispatlamaya çalışmasın, dün de vardı bugün de. Her kurumda olduğu gibi MİT'in içinde de çürük elmalar çıkacaktır. Verilen görevleri kötüye kullanan, fırsatları değerlendiren, denetimden kaçıp, kendi başlarına buyruk hareket edenler de var.
Eğer “Teşkilat” kendi içinde sıkı bir eleme yapmaz ve iktidarın verdiği desteğin sarhoşluğuna kapılırsa, yarın veya öbür gün başka polislerin ağına düşer. O zaman da savcıları kimseler durduramaz.
İşte Hakan Fidan'ı bekleyen en ağır sorumluluk budur. MİT'i canlandırmış, istihbaratın tek elde toplanmasını sağlamış, Oslo görüşmeleriyle kamuoyunun desteğini almış bir müsteşar olarak, bundan böyle teşkilatını daha da bir gözetime alması gerekir.
Erbakan'ın tek isteği asker ve rejimle barışmaktı...
Eminim Son Darbe: 28 Şubat belgeseli çoğunuza "Aman Allahım neler yaşamışız" dedirtiyor. Bu belgesel, ülkenin nereden nereye geldiğinin adeta bir aynası. Karmakarışık bir dönem. Esrarengiz ellerin karıştırdığı, kimselerin bilemediği parmakların tetiklere gittiği yıllar. Sanki bir senaryo hazırlanmış ve Türkiye bir yere doğru götürülüyor.
Bu akşamki bölüm 1996 yılını konu alıyor.
Baş aktör de Refah'ın lideri Necmettin Erbakan.
Erbakan, bugüne kadar hep 28 Şubat askeri müdahalesinin baş nedeni olarak gösterildi. Refah'ın iktidarı paylaşması bir “Felaket” olarak nitelendirildi. Erbakan laik kesim gözünde, “Ülkeyi din devletine dönüştürmek isteyen” bir liderdi. “Tehlikeli” insandı. Hiçbir şekilde devletin başında olmamalıydı. Her mitingi, her konuşması, askerin tüylerini diken diken ederdi.
Oysa, gerçekten böyle bir insan mıydı?
Hayır. Şimdi geri dönüp bakıyorum da ne kendini iyi anlatabilmiş ne de bizlerin onu anlamaya niyetimiz varmış. Erbakan'ı hepimiz yanlış değerlendirmişiz.
Erbakan'ın niyeti bir “Türkiye İslam Cumhuriyeti” kurmak değildi.
Tam tersine, “Devlet”, laik sistem ve asker ile uzlaşmaktı. Bu şekilde iktidarda kalabileceğini bildiği için askerle kavga etmek değil, iyi geçinmek ve sistemin bir parçası durumuna girebilmekti.
Bu gece izleyeceğiniz bölümden itibaren dikkat ederseniz sizde göreceksiniz, özellikle başbakan olduktan sonra, kapalı kapılar ardında askerle ne kadar kavga çıkarsa çıksın, Erbakan hiçbir zaman kabul etmiyor. Hep medyayı suçluyor.
Bu kadarla da kalmıyor ve askerin istediği herşeyi kabul ediyor.
İsrail'i baş düşman görmesine, bunu partisinin en önemli politikalarından biri haline sokmasına ve hemen her konuşmasında bu konuyu sürekli şekilde açıklamasına rağmen,Türkiye ile İsrail arasında o güne kadar yapılmış en geniş işbirliği anlaşmasını bizzat imzaladı.
Açıkçası, ne yapsa yaranamadı.
Tabii bu arada madalyonun öbür yanına da bakmamız gerekir.
Erbakan'ın en büyük sorunu, partisini kontrol altında tutamaması, gereken duyarlığı gösterememesi veya göstermek istememesiydi. Laik kesimin korkularını arttıran Atatürk aleyhtarı konuşmaları durduramadı. Mitinglerindeki yeşil bayrakların olumsuz etkisini göremedi. Laik kesimin nabzını tutamadı. Marjinal gruplarını kontrol edemedi.
Partisinin içindeki , Abdullah Gül başta olmak üzere, “Yenilikçiler hareketinin” sözünü hiç dinlemedi.
Bence, Erbakan hakkında yapılabilecek en önemli eleştiri, hataları sonucunda 28 Şubat müdahalesini kolaylaştırdığı olabilir, o kadar.
posta
Bu yazı 1,635 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
27 Eylül 2012
Türkiye, Suriye'de frene basıyor...
-
25 Temmuz 2012
Türkiye'siz İsrail'in eski etkinliği kalmadı...
-
20 Temmuz 2012
Esad için yer aranmaya başlandı, ancak henüz kabul eden ülke bulunamadı...
-
13 Temmuz 2012
Washington Ankara'yı yavaşlatmaya çabalıyor
-
27 Haziran 2012
Türkiye karizmasını çizdirmedi...
-
21 Haziran 2012
PKK, vurdukça devre dışı kalıyor...
-
25 Nisan 2012
23 Nisan müsamelerinden kurtulamayacak mıyız?
-
19 Nisan 2012
Böyle subay yetiştirirseniz, Darbe'ye hayret etmeyin
-
2 Mart 2012
ABD raporu: Ermenistan ile ilişkiler açılmalı...
-
21 Şubat 2012
Bu defa MİT kazandı, ancak dikkat...
-
9 Şubat 2012
Bırakın dindar nesli, tablet nesli geliyor...
-
23 Aralık 2011
Biz neden kızıyoruz, asıl Sarkozy utansın...
-
15 Aralık 2011
Gül 2014'e kadar Çankaya'da...
-
10 Aralık 2011
Erdoğan çekildi, partinin haline bakın...
-
30 Kasım 2011
Başbakan'ın ameliyat sonucu saklanmamalı...
-
27 Ekim 2011
Devlet ne yapsa, bir türlü yaranamıyor...
-
20 Ekim 2011
Bu açık bir cinayettir, bir savaş ilanıdır
-
29 Eylül 2011
PKK vuruyor, ancak kışkırtamıyor...
-
21 Haziran 2011
Erdoğan'ı tarihe asıl Kürt sorunu geçirir...
-
22 Nisan 2011
Türkiye, BDP'ye sahip çıktı
Yorumlar
+ Yorum Ekle