En Sıcak Konular

Nasuhi Güngör


Nasuhi Güngör
0 0 0000

Çözümün adresi Erdoğan



Belli ki MİT üzerinden başlayan tartışma ve gerginlik kolayca sakinleşmeyecek. Olup bitenin basit bir usul hatasından ibaret olmadığı, yapılan hamlenin devlet içindeki dengeleri alt üst ettiği de ortada. Ancak şu saatler itibarıyla krizin daha kontrol edilir bir düzeyde seyrettiği, herkesin attığı adımları gözden geçirdiği, bundan sonra atılacak adımlarda daha dikkatli olacağı da bir umut ışığı olarak kayda geçebilir.

Böyle bir krizde, iktidarın kendisi açısından neler yapabileceği üç aşağı beş yukarı belli. Hükümet, şu ana kadar olabildiğince tansiyonu düşürmeye gayret eden, ama yapılan hamleyi de karşılıksız bırakmayan bir duruş sergiledi. Burada sahip olduğu siyasi tecrübeyle, birilerinin ısrarla üzerinde durduğu başlıkları gündemin dışında tutmayı başarması da önemliydi.

AK Parti krizin başından itibaren dayatılan başlıklara itibar etmedi, edecek gibi de görünmüyor. Bu durum, olup biteni yanlış ve eksik okumasından değil, tam aksine birbiri ardına kurulmuş tuzakları doğru görmesinden kaynaklanıyor. Doğruluk payı taşısa bile, bu başlıklardan herhangi birine iltifat etmenin, mesela sorunu ‘cemaat’ başlığı altında tartışmanın, beraberinde neler getireceğine dair ciddi bir öngörüye sahip.

Dün ve bugünün farkı

İktidarın sorunu, kendisine bugüne kadar destek veren bir kesimle kendisi arasında bir çatışma alanı olarak görmekten kaçınmasının ne kadar değerli olduğunu anlamak için biraz tarihe bakmak yeterli.

Son 10 yıla gelinceye kadar, siyasi iktidarlar ve onlara destek veren dini gruplar (tarikat ya da cemaat) arasındaki ilişkiler, inişli çıkışlı ve genelde küçük ölçekli pazarlıkların etrafında gelişen bir özelliğe sahipti. Bu da pamuk ipliğine bağlı ve kırılgan bir ilişkiyi ortaya çıkardığı için, ciddi sorunlar üzerinde bir ittifaktan çok, mevzi kazanımlar üretiyordu.

Ancak 1990’ların sonu ve 2000’ler itibarıyla bu manzara değişti. Öncelikle bu kesimlerin önemli bir bölümünü kuşatabilen, ama aralarında herhangi bir öncelik tercihinde bulunmayan bir siyasi iktidar ortaya çıktı. Başbakan Tayyip Erdoğan ve AK Parti’nin siyasi şemsiyesi, geçmişin pazarlık merkezli ilişkilerinden ziyade, Türkiye’nin geleceğini kurgulayan anlamlı destek ve ittifakların adresi oldu.

Çözümün tek adresi

Kuşkusuz AK Parti’ye destek veren geniş kesimler, kendi aralarında farklı örgütlenmelere ya da hedeflere sahip olabilirler. Bu durum yakın bir tarihe kadar ciddi bir sorun teşkil etmedi. Zira yeni anayasa ya da daha geniş ölçekte ifade edersek, Türkiye’nin kendi içindeki karanlık odaklarla hesaplaşma süreci etrafında ciddi bir hedef birliği vardı.

Gelinen noktada bu hedef ortaklığının kaybolduğunu söylemek mümkün mü? Hiç sanmıyorum. Belki de tüm olup biten bu hedeflere ulaşma konusunda duyulan kaygıların yansıması olarak da okunabilir.

Özellikle bu son krizin ortaya çıkışında payı ve katkısı olmasa da, olup biteni yönetme konusunda tek adres yine Tayyip Erdoğan. Çünkü bugüne kadar siyasi tarihimizdeki kötü örneklerin aksine, dini gruplarla siyasi merkez arasındaki zorlu ilişkiyi yönetmeyi başardı Erdoğan. Bundan sonrasını yönetebilme konusunda da herkesin üzerinde ittifak ettiği tek güç yine o.

Yeri gelmişken birkaç cümle de muhalefet için. Muhalefetin gerginliği iktidarı köşeye sıkıştırma aracı olarak kullanması, ilk bakışta sonuç vermiş gibi görünse de, bir gerçeği değiştirmiyor: Türkiye’de siyasi muhalefet dış politikadan Kürt meselesine, devlet içinde yaşanan değişim sürecinden son MİT tartışmasına kadar hemen hiçbir alanda öneri sahibi değil. Sadece kavganın gidişatına göre pozisyon alıp, belden aşağı ateş etmeyi tercih ediyor.

‘Bu işler Tayyip Erdoğan olmadan da yürür’ diyenlerin bu tabloya göz atmasında yarar var.

star

Bu yazı 1,434 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 6 Nisan 2013 Kraliyet patron, biz taşeron muyuz?
    • 27 Eylül 2012 Ordu neden değişmek zorunda
    • 21 Eylül 2012 Eylül ayının kara listesi
    • 14 Eylül 2012 Yeni Türkiye ve yeni ekonomik model
    • 13 Eylül 2012 Libya saldırısı ve Türkiye’nin kodları
    • 3 Eylül 2012 Türkiye’nin yalnızlığı ve Mısır
    • 30 Ağustos 2012 Ankara-Paris rekabeti
    • 24 Ağustos 2012 İstihbarat zaafı var mı?
    • 23 Ağustos 2012 BDP niçin çıldırdı?
    • 17 Ağustos 2012 Fırsat treni telaşı
    • 16 Ağustos 2012 Yola nasıl devam edeceğiz?
    • 10 Ağustos 2012 ‘Gergin Barış’ın sonu mu?
    • 6 Ağustos 2012 PKK’nın intiharı
    • 27 Temmuz 2012 Henüz vakit varken
    • 20 Temmuz 2012 Suriye sorunu ve Türkiye’nin özgüveni
    • 19 Temmuz 2012 Şam’daki patlama ve Moskova’daki Türkiye
    • 28 Haziran 2012 Türkiye itibar mı kaybediyor?
    • 22 Haziran 2012 Mısır, Suriye ve derin iktidarlar
    • 21 Haziran 2012 Müzakere akıldır, güçtür
    • 14 Haziran 2012 Beka endişesinin dayanılmaz cazibesi

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,185 µs