Nasuhi Güngör
0 0 0000
Krizin gerçek adresi
Eski ve güzel söyleyişle ‘mahsus teşkilatlar’, yani gizli yapılanmalar, elbette herkesin uzanıp görebileceği bir yerde durmazlar, duramazlar. Onları ‘mahsus’ ve ‘özel’ kılan da budur zaten. Aklınıza düştüğü zaman kapısını çalıp ‘Anlat bakalım ne var ne yok’ diyeceğiniz yerler değildir bu yapılar.
Her mahremiyeti yanlış ya da kötü görmek, bazen telafisi güç hatalara neden olabiliyor. Devletin mahreminin olması ve bazı sorunları bu mahremiyetin koruması altında çözmeye çalışması değildir yanlış olan. Burada sorgulanması gereken, bu çözümü inşa eden siyasi aklın nerede durduğu ve bu süreci yönetecek güce ve yeterliliğe sahip olup olmadığıdır.
Şu halde Türkiye’nin neredeyse son 10 yılında, kimsenin konuşmaya dahi cesaret edemediği sorunların üzerine giden bir siyasi aklı, aklına estikçe hedef tahtasına oturtmak ve karanlık odaklara teslim olmakla suçlamak insaflı bir yaklaşım olmasa gerek.
Dindarlar hamal, liberaller öncü mü?
Türkiye’de yaşanan değişimin, eninde sonunda bu ülkenin hakim değerlerini öne çıkaracağını öngöremeyenler, kendilerini değişimin mimarı ve de olmazsa olmazı ilan ederek, sadece sürecin dışına itiliyorlar.
Düne kadar askeri vesayetin, daha doğrusu 27 Mayıs darbesinden bu yana memleketin başına bin türlü badire açan yargı-ordu-medya-sermaye şebekesinin yapıp ettiklerine laf olsun kabilinden karşı çıkanlar, bugün siyasetin ve milletin yeniden söz sahibi olmasından kendilerine nasıl pay çıkarıyorlar, anlayan beri gelsin. Kışla gitti, cami geldi endişesini dile getirenler, ne bu toprakları, ne camiyi, ne de bu ülkenin asıl omurgasını oluşturan dindarları tanıyorlar.
Türkiye’de din ve dindarlardan bağımsız bir değişim gerçekleştirmek imkansızdır ve daha başından yolda kalmaya mahkumdur. Dindar kesimleri bu sürecin hamalı olarak görüp, köprüden geçince yolunu ayırmaya niyet edenler, bir kez daha düşünmelidir.
Herkes kendisini bu gerçeğe alıştırsın: Bu ülkede demokrasi ve özgürlükler, İslam’ı ve Müslümanları öne çıkarır. Bu da az önce tarif etmeye çalıştığım ve eleştirdiğim liberal tezlerin aksine, bir arada ve barış içinde yaşamanın gerçek teminatıdır.
Tel Aviv’in rolü
MİT ve Hakan Fidan etrafındaki gelişme ve tartışmalar bir gerçeği tekrar ortaya çıkardı. Öncelikle bu konularda aceleci ve büyük resmi dikkate almadan atılan her adım, bölgesinde ve doğal coğrafyasında büyük bir yolculuğa çıkmış olan Türkiye’ye zarar veriyor. Daha kötüsü hiç gerek yokken, bu sürece samimi katkılar sağlamış kesim ya da topluluklar arasında gerginlikler yaratıyor.
Türkiye’nin kendi içinde yaşadığı zorlu, sancılı ve bir o kadar da çok aktörlü, karmaşık değişim süreci, sıkça yol kazalarına uğruyor. Dahası, bölgesel ve küresel ölçekte yaşananların iç politika üzerindeki baskısı artınca, kimin ne dediğini anlamak imkansız hale geliyor.
Arap Baharı adı altında başlayan ve henüz nereye gideceğini kestirmenin kolay olmadığı süreç, öncelikle kendi içinde depremler oluşturuyor. Ama belki bundan daha fazlası, bu depremlerin çok daha geniş bir alanda sonuçlar, karşılıklar ve beklenmedik gelişmeler ortaya çıkarması.
Hakan Fidan, bugüne kadar pek çok kritik görev üstlendi, bunların hepsinde de ciddi başarılara imza attı. Şu anda bulunduğu kritik konumun da üstesinden geleceğinden kuşku duymak için hiçbir neden yok. Eğer gerçekten maksat, MİT’in zamanın ruhuna uygun bir değişim yaşamasıysa, böyle bir süreci yönetmek için de en uygun isim.
Peki bu kadar gürültü patırtı ne o zaman, sorusunun büyük resimdeki cevabı, Suriye’den başlıyor, Tel Aviv’de yoğunlaşıyor. Kafamızı kaldırıp krizin doğru adresine bakarsak, kendi aramızda çekişmekten de kurtulmuş oluruz.
star
Bu yazı 1,406 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
6 Nisan 2013
Kraliyet patron, biz taşeron muyuz?
-
27 Eylül 2012
Ordu neden değişmek zorunda
-
21 Eylül 2012
Eylül ayının kara listesi
-
14 Eylül 2012
Yeni Türkiye ve yeni ekonomik model
-
13 Eylül 2012
Libya saldırısı ve Türkiye’nin kodları
-
3 Eylül 2012
Türkiye’nin yalnızlığı ve Mısır
-
30 Ağustos 2012
Ankara-Paris rekabeti
-
24 Ağustos 2012
İstihbarat zaafı var mı?
-
23 Ağustos 2012
BDP niçin çıldırdı?
-
17 Ağustos 2012
Fırsat treni telaşı
-
16 Ağustos 2012
Yola nasıl devam edeceğiz?
-
10 Ağustos 2012
‘Gergin Barış’ın sonu mu?
-
6 Ağustos 2012
PKK’nın intiharı
-
27 Temmuz 2012
Henüz vakit varken
-
20 Temmuz 2012
Suriye sorunu ve Türkiye’nin özgüveni
-
19 Temmuz 2012
Şam’daki patlama ve Moskova’daki Türkiye
-
28 Haziran 2012
Türkiye itibar mı kaybediyor?
-
22 Haziran 2012
Mısır, Suriye ve derin iktidarlar
-
21 Haziran 2012
Müzakere akıldır, güçtür
-
14 Haziran 2012
Beka endişesinin dayanılmaz cazibesi
Yorumlar
+ Yorum Ekle