En Sıcak Konular

Gülay Göktürk


Gülay Göktürk
0 0 0000

Denktaş'ın vasiyeti



Oğlu söylüyor: Babası sekiz aylık hastalığı boyunca kulağına hep aynı vasiyeti tekrarlamış: KKTC'yi ilelebet yaşatmak!
İyi ki oğlu da politik olarak onunla aynı fikirde. Aksi, ne büyük bir çıkmaz olurdu, düşünebiliyor musunuz? Ya, babanızın vasiyetini çiğneyerek doğru bildiğinizi savunacak ya da kendinizi çiğneyip babanızın vasiyetini yerine getirmek için uğraşacaksınız.

"Yükselen bayrağı indirmemek"

Rauf Denktaş'ın bu vasiyeti hiç kimse için şaşırtıcı olmadı şüphesiz.
Biz onun, 1983'ten beri hayatını adadığı davanın "Yükselen bayrağı indirmemek" olduğunu biliyorduk. Denktaş 1983'ten bu yana ne yaptıysa, 83'te KKTC ilan edilerek yapılan büyük hatanın sürdürülmesi için yaptı.
Evet, KKTC'nin ilanı Türk dış politikasının en büyük hatalarından biriydi. Türkiye'nin garantörlük hakkını kötüye kullanması olarak adlandırabileceğimiz ayrı devlet ilanı hem birinci müdahalenin haklılığına gölge düşürdü hem de Türkiye'yi uluslararası planda haksız zemine taşıdı ve yalnızlığa mahkum etti. (Bu faslı daha önce defalarca yazdığım için uzatmıyorum.)
Ama Denktaş ve Türkiye'deki siyasi müttefikleri için bütün bunların önemi yoktu. Onlar sadece tek bir şeyi düşünüyorlardı: Madem ki ayrı bir Türk Devleti bayrağının yükselmesi için bir fırsat doğmuştu, yükselen bayrak inmemeli, bunun bedeli neyse ödenmeli ve KKTC dünya tarafından tarihi bir emrivaki olarak kabul edilinceye kadar sabredilmeliydi.
Temel misyon böyle belirlenince, doğal olarak iki kesime dayanan bir ortaklık devleti filan yetmiyordu Denktaş'a. KKTC'nin bugünkü durumunu olduğu gibi koruyan ve yasallaştıran bir formülasyon dışında hiçbir şey kesmiyordu onu.
Yani:
İsterse küçük olsun, fakir olsun ama ille de benim devletim olsun...
İsterse yasa dışı olsun, dünyada kimse tanımasın ama ille de benim devletim olsun!
İsterse memur maaşları bile dışarıdan gelsin ama ille de bir devlet olsun!
O devletin içinde yaşayacak insanlar ne dermiş, ne istermiş, nasıl olursa mutlu ve müreffeh bir hayat yaşarmış, "ille de benim devletim" diye tutturulup o insanların Avrupa Birliği'ne dahil olmaları engellenirse neler kaybederlermiş... Bütün bunlar tali meselelerdi... Aslolan devletin bekasıydı. Belli bir konjonktürde kurulmuş olan o devletin ilelebet sürmesi, sancağının ilelebet dalgalanmasıydı!

İnsan bayraktan daha kutsaldır

İşte ben Denktaş'ın (ve Türkiye'deki müttefiklerinin) devlete ilişkin bu temel bakışına kökten karşı olduğum için onun "dava"sına da hiçbir zaman sempati duymadım.
Çünkü benim için, insan devletten önce geldi hep. Bir devlete sahip olmayı, o devletin bekası için çalışmayı hiçbir zaman kendi başına bir amaç olarak görmedim. İnsanın bayraktan daha kutsal olduğunu düşündüm hep. Bayrağın yükseklerde dalgalanması ancak o bayrağın altında mutlu, müreffeh ve özgür insanlar yaşıyorsa bir anlam taşıdı benim için.
Evet, o bir dava adamıydı. Ama benim açımdan, en azından 1983'ten beri yanlış bir davanın adamıydı...
Eğer şimdi denilenler doğruysa, yani Annan Planı oylaması sırasında Denktaş'ı karşılarına almayı göze alıp çözümden yana tavır alanlar bugün onun çizgisine geldilerse, Denktaş'ın vasiyeti yerine gelmiş ve dava adamı davasını kazanmış olacak.
Ama bu durum benim gözümde bu davayı haklı bir dava haline getirmeyecek. Ben yine, orada bir Türk bayrağı dalgalanıp dalgalanmadığına değil, o bayrağın dalgalanması uğruna ne bedeller ödendiğine bakacağım.


bugün

Bu yazı 1,319 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 28 Eylül 2012 Susmak için artık çok geç
    • 24 Eylül 2012 Darbecilik mahkûm oldu
    • 21 Eylül 2012 7 adımda çözüm planı
    • 14 Eylül 2012 Libya
    • 25 Ağustos 2012 Kürtler'i PKK'dan korumak
    • 8 Ağustos 2012 Tehditle canlı kalkan olunur mu?
    • 30 Temmuz 2012 Suriye Kürdistanı
    • 2 Temmuz 2012 Zana kimi, neyi temsil ediyor?
    • 18 Haziran 2012 Kılıçdaroğlu Bahçeli'nin arkasına saklanıyor
    • 15 Haziran 2012 Olmayacak duaya amin
    • 11 Haziran 2012 Oslo süreci yeniden mi?
    • 8 Haziran 2012 Erdoğan-Kılıçdaroğlu görüşmesi
    • 4 Haziran 2012 Ses kayıtları
    • 30 Mayıs 2012 Parti kongreleri neden yapılır?
    • 21 Mayıs 2012 Sivil bayramlar dönemi
    • 11 Mayıs 2012 Yine mi?
    • 9 Mayıs 2012 Solun resmi tarihi
    • 25 Nisan 2012 Keşke CHP bölünse
    • 11 Nisan 2012 Kafası karışık bir Demirtaş
    • 9 Nisan 2012 Nizam-ı alem

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,931 µs