Nasuhi Güngör
0 0 0000
Beyrut’tan bölgeye mesaj
Cumartesi sabah erken saatlerde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile birlikte Beyrut’a iniyoruz. Uçaktaki sohbetin ardından, geç saatlere kadar süren bir görüşme trafiğine dalıyor Bakan Davutoğlu.
Beyrut her zamanki gibi; her mevsim büyüleyici. Sahili, mutfağı, muhteşem meydanları, elbette kahvesiyle. Hariri meydanında dolaşırken yan yana dizilmiş cami ve kiliseleri görünce, yaşanan iç savaşa ve yaşanması muhtemel kötülüklere hayıflanıyor insan.
Bakanın görüşme trafiğini isim isim sayarsak, yazıya yer kalmaz. Kısaca Lübnan Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Meclis Başkanı, dini liderler, Türkiye ile geçmişten bu yana yakınlığı olan önemli aktörler ve Lübnan’da bulunan BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon.
Belki de en kritik görüşme Hizbullah’ın Lübnan Parlamentosu’ndaki Meclis Grubu Başkanı Muhammed Raad ile olan görüşmeydi. Bakan Davutoğlu muhatabına ‘Suriye’de baskının ve akan kanın durması için çalışmanın, herkes için, her şeyden önce bir vicdani sorumluluk olduğu’ mesajını verdi.
Lübnan, Ortadoğu’da her zaman tüm çatışmaların özetini yansıtan bir ülke oldu. Bugün de öyle. Şam’dan Bağdat’a, oradan Tahran’a uzanan hatta yaşanan gelişmelerin en kritik başlıklarından birisini oluşturuyor.
Bakan Davutoğlu’nun daha önce ifade ettiği bir vurguyu hatırlamakta yarar var. ‘Gelecek geldi mi’ sorusuna ‘Geç bile kaldı’ cevabını vermişti. Türkiye’nin bölgesinde ve Arap baharı kapsamında olup bitene bakışını özetleyen bir yaklaşım bu.
Davutoğlu, BM şemsiyesi altında düzenlenen ‘Değişim ve Demokrasiye Geçiş’ başlıklı toplantıda konuştu. Toplantı basına kapalıydı, o nedenle biz kendisiyle yaptığımız sohbet üzerinden notlar aktaralım.
Türkiye’nin bölgedeki değişim sürecine dair önemsediği bazı başlıklar var. Her şeyden önce ‘psikolojik’ boyuta dikkat çekiyor ve olup bitenin öznesinin bizzat o ülkelerde yaşayan halk olduğu gerçeğini öne çıkarıyor. Bu neden önemli; çünkü süreci yürüten öznelerin kendine güveni yoksa, kendi dinamiklerine inanmıyorsa yola devam etmesi mümkün değil.
İkinci bir başlık, ‘değer’ boyutu. Eğer elinizde değişimi oturtacağınız değerler yoksa, başarmanız mümkün değil. Elbette öncelikli değer, meşruiyet, insan hakları, ifade ve örgütlenme özgürlüğü.
Değişimin olmazsa olmaz bir diğer başlığı ‘kurumsal’ boyut. Yaşanan sürecin, ekonomik, siyasi ve kültürel anlamda kurumsallaşması, yeni anayasal reformlarla desteklenmesi ve tam bu noktada hukuk devleti ilkesinin açıklıkla tanımlanması gerekiyor.
Bir diğer başlık, ‘bölgesel’ boyut. Yaşanan sürecin uzun ve kalıcı bir diyalog, ekonomik bağımlılık ve çok kültürlülük üzerine inşa edilmesi gerekiyor. Aksi takdirde bölgeyi bekleyen çatışma alanlarının derinleşmesi işten bile değil.
Son vurgu, sürecin ‘uluslararası’ özelliğine dair. Uluslararası toplumun, bölgede gelişen dinamiklere saygı duymasını sağlamak gerekiyor. Bunun için de tüm adaletsizliklere ayrım gözetmeksizin aynı ilkesel duruşu göstermek zorundayız.
Lübnan’dan ve Bakan Davutoğlu’nun temas ve konuşmalarından aktaracağım ilk notlar bunlar.
Bu görüşme trafiği gerçekleşirken ortaya çıkan iki önemli gelişmeye dikkat çekelim unutmadan. Birincisi, Suriye lideri Beşer Esad’ın son bir yılı kapsayan genel af ilanı. İkincisi, Tarık Haşimi krizinin çözümü için Bağdat’ta başlayan ve Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin başkanlık ettiği toplantı. Bu toplantıdan çıkacak sonuç, Türkiye’yi çok, ama çok yakından ilgilendiriyor.
Buna bir de Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun şu sıralarda Erbil’de Mesut Barzani ile yaptığı görüşmeyi eklersek, tablo daha da netleşir.
Türkiye, ittifak alanlarını yeniden ele alıyor, tazeliyor bir bakıma. Öte yandan bunu yaparken, asıl hedefinin yaklaşmakta olan ‘bölgesel soğuk savaş’ olduğunu da muhataplarına aktarıyor.
star
Bu yazı 1,417 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
6 Nisan 2013
Kraliyet patron, biz taşeron muyuz?
-
27 Eylül 2012
Ordu neden değişmek zorunda
-
21 Eylül 2012
Eylül ayının kara listesi
-
14 Eylül 2012
Yeni Türkiye ve yeni ekonomik model
-
13 Eylül 2012
Libya saldırısı ve Türkiye’nin kodları
-
3 Eylül 2012
Türkiye’nin yalnızlığı ve Mısır
-
30 Ağustos 2012
Ankara-Paris rekabeti
-
24 Ağustos 2012
İstihbarat zaafı var mı?
-
23 Ağustos 2012
BDP niçin çıldırdı?
-
17 Ağustos 2012
Fırsat treni telaşı
-
16 Ağustos 2012
Yola nasıl devam edeceğiz?
-
10 Ağustos 2012
‘Gergin Barış’ın sonu mu?
-
6 Ağustos 2012
PKK’nın intiharı
-
27 Temmuz 2012
Henüz vakit varken
-
20 Temmuz 2012
Suriye sorunu ve Türkiye’nin özgüveni
-
19 Temmuz 2012
Şam’daki patlama ve Moskova’daki Türkiye
-
28 Haziran 2012
Türkiye itibar mı kaybediyor?
-
22 Haziran 2012
Mısır, Suriye ve derin iktidarlar
-
21 Haziran 2012
Müzakere akıldır, güçtür
-
14 Haziran 2012
Beka endişesinin dayanılmaz cazibesi
Yorumlar
+ Yorum Ekle