Nasuhi Güngör
0 0 0000
İsrail’e tavrımız gelip geçici mi?
Türkiye’nin İsrail’e yönelik yaptırım kararları ve BM tarafından hazırlanan Mavi Marmara raporunu ‘yok hükmünde’ sayması, son yıllarda sıkça karşımıza çıkan bir tartışmayı yeniden gündeme taşıdı.
Bir yanda İsrail’le Türkiye’nin hala stratejik müttefik olduğunu düşünen, AK Parti’yi özellikle de Başbakan Tayyip Erdoğan’ı ideolojik öfkelerle hareket etmekle suçlayan bir tez var. Bu tezin sahiplerine göre İsrail’le ilişkilerin bozulması, uluslararası sistemle karşı karşıya gelmektir.
İsrail’in dünya sistemindeki yerini ve etki alanını düşündüğümüzde bu teze kısmen hak verilebilir. Lakin Türkiye’nin önündeki asıl soru şudur: Nereye kadar uluslararası sistemin uzantılarıyla mutlak bir işbirliği ve uyum içinde yola devam edebilecektir?
Son yıllarda ortaya çıkan her gelişme, bugüne kadar özellikle Türkiye’ye dayatılan ‘olmazsa olmazlar’ın birer balon olduğunu ortaya koydu. Şimdi etrafındaki tüm yapılar, rejimler alt üst olurken, her şeyin kendisi için eskisi gibi devam etmesini isteyen, üstelik bunu sağlamak adına her türlü hukuksuzluğu ve saldırıyı dayatan bir ülke var gündemde: İsrail.
Türkiye’nin bu ülkeye olan tavrını sıradan bir öfke gibi göstermeye çalışmak, hele geçip geçer yine uzlaşırız gibi algılamak, dünyanın nereye gittiğini anlamamakla eşdeğer.
Özellikle de Türkiye’nin nereye gittiğini.
***
Size bir konuşmadan bazı cümleler hatırlatmak istiyorum. Bakalım Türkiye’nin uluslararası sisteme, onun bir parçası olarak inşa edilen kuruluşlara olan eleştirisi, anlık bir öfkenin uzantısı mı?
‘Kimsenin mağdur olmadığı, kimsenin dünyanın zenginliklerinden mahrum kalmadığı, herkesin adalet ve merhamet temelinde bölüşüm sürecinden istifade ettiği bir dünya kurmak durumundayız. Ancak bunun için daha fazla çalışmamız, bu meseleye daha fazla kafa yormamız, dünyadan yükselen çığlığa, taleplere, şu salonun dışında devam eden protestolara kulak vermemiz gerekiyor. Üzülerek ifade etmeliyim ki kuzey ve güney tabirleri bugün artık coğrafi bir tabir olmaktan çıkıp, ekonomik bir gösterge haline gelmiştir. Uluslararası kuruluşların bu ayrışmaları ve kutuplaşmaları dikkate alması oldukça önemlidir. İnsanların umutlarını kaybettiği bir dünya geleceğin dünyası olamaz.’
Bu sözler Tayyip Erdoğan’a ait ve IMF-Dünya Bankası’nın geçen yıl İstanbul’da yapılan toplantısında ifade edildi. Türkiye’nin kurulması gereken yeni dünyaya dair önerilerinin ana başlıkları bunlar.
Ankara’nın itirazlarını daha net hatırlamakta yarar var. BM, IMF, Dünya Bankası gibi kritik kuruluşların mevcut yapılarına, karar mekanizmalarına yönelik ciddi eleştirileri var Türkiye’nin. Sonuna kadar haklı da. İki dünya savaşının şartlarında yoğrulan, Soğuk Savaş döneminde iyiden iyiye güçlülerin hukukunu savunan mekanizmalara dönüşen bu kuruluşların, mevcut durumda yola devam etmesi imkansız.
***
Kuşkusuz daha yolun başındayız. Milyon tane eksiğimiz var, bunu herkesten çok dile getirdiğimi takip edenler bilir. Ama şurası da bir hakikat. Gerek uluslararası kuruluşlar eliyle, gerekse İsrail’in eski düzene yaslanarak gerçekleştirdiği gayrı meşru işler üzerinden ortaya çıkan tabloya dur diyecek yegane güç Türkiye.
Yönetilmesi çok da kolay olmayan bir dönem var önümüzde. Öncelikle uluslararası sistem diye baş tacı edilen yapının önemli güçleri, mesele İsrail’e gelince her şeye göz yumuyor her nedense.
İkincisi özellikle Türkiye’de dünyanın değiştiğini algılamakta direnin güçlü bir yapı hala varlığını koruyor. En kötüsü de ana muhalefet partisinin bu yapının merkezinde olması ve kendisini Türkiye ve İsrail arasında tarafsız bir yerde tarif etmeye çabalaması.
Gerçekten alınacak çok mesafe var.
star
Bu yazı 1,523 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
6 Nisan 2013
Kraliyet patron, biz taşeron muyuz?
-
27 Eylül 2012
Ordu neden değişmek zorunda
-
21 Eylül 2012
Eylül ayının kara listesi
-
14 Eylül 2012
Yeni Türkiye ve yeni ekonomik model
-
13 Eylül 2012
Libya saldırısı ve Türkiye’nin kodları
-
3 Eylül 2012
Türkiye’nin yalnızlığı ve Mısır
-
30 Ağustos 2012
Ankara-Paris rekabeti
-
24 Ağustos 2012
İstihbarat zaafı var mı?
-
23 Ağustos 2012
BDP niçin çıldırdı?
-
17 Ağustos 2012
Fırsat treni telaşı
-
16 Ağustos 2012
Yola nasıl devam edeceğiz?
-
10 Ağustos 2012
‘Gergin Barış’ın sonu mu?
-
6 Ağustos 2012
PKK’nın intiharı
-
27 Temmuz 2012
Henüz vakit varken
-
20 Temmuz 2012
Suriye sorunu ve Türkiye’nin özgüveni
-
19 Temmuz 2012
Şam’daki patlama ve Moskova’daki Türkiye
-
28 Haziran 2012
Türkiye itibar mı kaybediyor?
-
22 Haziran 2012
Mısır, Suriye ve derin iktidarlar
-
21 Haziran 2012
Müzakere akıldır, güçtür
-
14 Haziran 2012
Beka endişesinin dayanılmaz cazibesi
Yorumlar
+ Yorum Ekle