Nazlı Ilıcak
0 0 0000
Hasdal toplantısı... Balyoz Çalıştayı
22 Ağustos günü, bazı gazeteler, Türk Silâhlı Kuvvetlerini (TSK), Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ilişkilendiren bir manşet attı:
Taraf: Generallerin Hasdal toplantısı
Bugün: Kıvrıkoğlu'nun Hasdal Planı
Yeni Şafak: Karargâhta Balyoz çalıştayı
Yeni Akit: Karargâhta çok gizli zirve
Haber, "TSK mensuplarının gizli işler çevirdiği" izlenimini veriyordu. Oysa, Genelkurmay bünyesindeki hukukçuların, askerlerin tutukluluk sürelerini sona erdirmek üzere bir arayış içine girmeleri doğal. Tabii yaşanan acı tecrübeler, bu gibi faaliyetlerden şüphe duyulmasına yol açıyor; herkes öküzün altında kolayca buzağı arayabiliyor.
Bununla beraber, çok sayıda tutuklu yakını askeri yetkililere başvurup, konuyla ilgilenmelerini isteyince, onlar da ne yapsın! Fakat, çözüme ulaşmak zor. Çünkü ordu mensuplarının işledikleri ileri sürülen suç çok ağır: "Darbe teşebbüsü ya da darbeye zemin hazırlamak amacıyla şiddet eylemine de başvurmak dahil, her türlü kara propaganda." Bunlar bir iddia ama, ciddi şüphe halinde, dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde, özellikle muvazzaf askerlerin tutuksuz yargılanması düşünülemez. Darbeye teşebbüs ettikleri hususunda şüphe mevcutsa, bu kişiler hiçbir şey olmamış gibi ordudaki görevlerini sürdürebilirler mi?
Hemen bir başka soru ortaya atalım: Tutukluluk, Türkiye'de haksızlık yaratmıyor mu? Bu kişiler beraat ettikleri zaman, mağduriyet yaşamış olmayacaklar mı? Lâkin, yasal düzenlemelerle nasıl çözeceksiniz? Uzun tutukluluk hali, kanun maddelerinden ziyade yargıcın "toptancı" bir anlayışla hareket etmesinden doğuyor. Kurunun yanında yaş da yanıyor. Hâkim, birinci derecede sorumluların yanına, bazen, kolayca darbeyle ilişkilendirilemeyecek kişileri de koyuyor. Oysa, her sanığın durumunu ayrı ayrı incelemeli, ciddi şüphenin kaynağını büyük bir açıklıkla göstermeli; kapsamlı bir gerekçeyle tutukluluğun sebebini izah etmeli.
Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) 250'de sıralanan suçlar işlenince, tutuklama kararı vermek sıradan bir uygulama haline geldi. Fakat, "katalog suç" vasfını ortadan kaldırsanız dahi, sonuç değişir mi? Nedir bu suçlar: Uyuşturucu, örgüt faaliyeti, ülke bütünlüğünü bozmak, düşmanla işbirliği yapmak, anayasayı ihlâl, silâhlı örgüt, casusluk vs... Kanunda ne değişiklik yaparsanız yapın, isterseniz "katalog suç" diye bir kavramı ortadan kaldırın ya da özel yetkili mahkemeleri ilga edin... Bu defa da, ağır ceza mahkemeleri tutuklama kararı verecektir. Zira katalogdan çıksa dahi, isnad edilen suçlar çok ağır.
Sonuç: Tutukluluk sürelerinin uzunluğuna inanıyorum; toptancı bakış açısını eleştiriyorum ama, sorun, yasaları değiştirmekle kolay kolay çözülemez.
Kimin rızası
Tayyip Erdoğan ve eşi, Somali'ye yardım kampanyasının başını çekti. Yüksek meblağlar, fukaralığın ve kuraklığın vurduğu bu ülkeye aktı. Erdoğan çifti, belli ki "Allah rızası için" seferber oldu. Ama, Erdoğan'ın ardından Somali'ye koşan bütün işadamları ve sanatçılar için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Onlar daha ziyade, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın rızasını kazanmak için bu kampanyaya katıldılar gibi geliyor.
Yüksel Özden'e kim dur diyecek
Bodrum'da biraz uzun kalınca, yerel halkın da şikâyetlerine kulak veriyorsunuz. Duydum ki, AK Parti'nin Muğla milletvekili Yüksel Özden, bazı devlet memurlarıyla uğraşıyormuş. Yatağan ve Yeniköy Termik Santralleri Genel Müdürü Nuri Şerifoğlu, bölgede çok sevilen ve başarılı bir isim. Özden, onu da Enerji Bakanı Taner Yıldız'a şikâyet etmiş: "Teşkilâtla arası iyi değil" demiş. Merak ettim, Milas'ın AK Parti teşkilâtından birkaç kişiye sordum: "Nuri Şerifoğlu'nu nasıl tanırsınız?" Meğer çok seviliyormuş. Ama diyelim ki, teşkilâtla arası bozuk. Bu kişi devlet memuru değil mi?
AK Parti Muğla milletvekili Yüksel Özden, Muğla müftüsünü, Tarım Müdürü'nü de sürdürmüş.
Muğla Vali yardımcısı Mestan Yayman'ı da görevden aldırmaya çalışıyormuş. Yayman, 2011'de, Muğla AK Parti milletvekili aday adayı; temayül yoklamasında birinci geldi ama, aday listesine giremedi.
Dediler ki, karşısında herkes el pençe divan dursun istiyor, "Benim memurum, istediğim yere atarım" havasında. Tabii ben anlatılanların yalancısıyım. Ama, bu bilgiyi bana verenler, Milas'ın önde gelen, saygı duyulan kişileriydi. Bu yüzden, keşke Başbakan Erdoğan halka sorsa; ufak bir anket yaptırsa. Milletvekili Yüksel Özden'e desteği bir ölçse. Bir de, ayağını kaydırmak istediği Nuri Şerifoğlu'nu halkın karşısında tartsa.
Bana göre milletvekilleri, çeşitli devlet kurumlarının yöneticisi ya da mensubu memurlarla uğraşacaklarına, halkın dertlerine eğilseler daha doğru yapmış olurlar. Ben sadece, buradaki sıkıntıyı Ankara'daki yetkililere iletiyorum; gerisi onların bileceği iş.
sabah
Bu yazı 1,874 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
31 Ağustos 2012
AK Parti geriliyor mu?
-
24 Ağustos 2011
Hasdal toplantısı... Balyoz Çalıştayı
-
10 Ağustos 2011
Bilgi Destek Dairesi'ndeki bilgisayarlar niçin silindi?
-
5 Ağustos 2011
YAŞ'ta uyum sağlandı
-
30 Temmuz 2011
Asker-sivil ilişkileri ve toplu istifa
-
26 Temmuz 2011
BDP'ye empati tavsiyesi
-
11 Haziran 2011
Kılıçdaroğlu ve yolsuzluk
-
21 Mayıs 2011
Kasetler, tahminler ve siyaset mühendisliği
-
9 Mayıs 2011
Şiddet mi, barış mı?
-
2 Mayıs 2011
Subay eşlerine siyaset dersi
-
1 Mayıs 2011
1 Mayıs Bayramı
-
21 Nisan 2011
Maddelerdeki çelişki ve kafa karışıklığı
-
20 Nisan 2011
YSK'nın, ''memnu haklar'' gerekçesi
-
18 Nisan 2011
Şener, tek başına
-
19 Mart 2011
Medya 2010 ve mantık
-
9 Mart 2011
Ulusal Medya 2010/Amaç ve Strateji
-
5 Mart 2011
Zekeriya Öz'e soruşturma açılamaz mı?
-
24 Şubat 2011
Oda TV, Nedim Şener ve Ahmet Şık
-
8 Şubat 2011
Kâğıttan kaplan!
-
17 Ocak 2011
Türkiye'de sivil vesayet mi var?
Yorumlar
+ Yorum Ekle