Ergun Babahan
0 0 0000
Ahlak, İsrail'in yanında değil
İsrail Gazetesi Haaretz'in dünkü nüshasına göz atarken Ze'ev Maoz imzalı bir yazıyla karşılaştım.
Makale, savaş halindeki İsrail'in politikalarını eleştirme açısından demokrasi, ülkesinin savaş politikalarına karşı çıkma açısından ise bir aydın yürekliliği örneğiydi. Bugün köşemi beni gerçekten çok etkileyen bu yazıya bırakmak istiyorum.
"Şu anda Kuzey'deki savaşın haklı bir savaş olduğu ve ahlakın bizim yanımızda olduğuna ilişkin kutsal bir ittifak var. Acı gerçek söylenmeli: Bu kutsal ittifak kısa vadeli seçici hafızaya, kendi içine dönüklüğe ve çifte standarta dayalı.
Bu haklı bir savaş değil. İsrail, sivil nüfus ve düşman arasında fark gözetmeden aşırı güç kullanıyor, bunun tek amacı da şantaj.
Bunu söylemek ahlakın Hizbullah'ın yanında olduğunu söylemek değil. Kesinlikle değil. Ancak, Hizbullah'ın askerlerimizi uluslararası sınırı aşarak bu savaşı başlattığını söylemek adaletin terazisini bizim tarafımıza eğmeye yetmez.
Bir kaç gerçekle başlayalım. İsrail, egemen bir devleti ve onun başkentini 1982'de işgal etti. İşgal sürecinde havadan, karadan ve denizden binlerce ton bomba yağdırdı ve bunun sonucunda binlerce sivil ölümü ve yaralanmasına neden oldu.
1982'nin Haziran ve Eylül ayları arasında muhafazakar bir hesaba göre 14 bin sivil öldürüldü. Bu sivillerin savaşa görünürde bir haklılık sağlayan Filistin Bağımsızlık Örgütü ile bir ilgisi yoktu.
Sorumluluk ve Gazap Operasyonları'nda 500 bin kişinin güney Lübnan'dan göç etmesine neden olduk. Bu operasyonlardaki kayıp sayısı hakkında sağlam bilgi yok ancak Gazap Operasyonu'ndaki bir harekatı hatırlamak yeterli. Bu operasyon sırasında İsrail, Kana'daki bir köydeki sığınağı bombaladı ve 103 siviyin ölümüne neden oldu. Bombalama bir kaza sonucu olabil ama bu operasyonu daha ahlaki yapmaya yetmez.
28 Temmuz 1989'da Şeyh Obeid'i, 12 Mayıs 1994'te Mustafa Dirani'yi kaçırdık. İsrail bu iki kişiyi ve 20'den fazla Lübnan'lıyı pazarlık kozu olarak elinde tuttu. Kuşkusuz bu bizim için hoşgörülebilir ama Hizbullah için kabul edilemez bir durum.
Hizbullah, uluslararası topluluk tarafından kabul edilen bir sınırı geçti. Bu bir gerçek. Ama İsrail'in Lübnan'dan çekildiğinden bu yana her gün düzenli olarak Lübnan havasahasına girdiğini ve havadan fotoğraf çektiğini unutuyoruz.
Bu ihlallerin bir can kaybına neden olmadığı doğru ama unutmayalım ki, sınır ihlali sınır ihlalidir. Burada da ahlak bizim yanımızda değil.
Ahlakilik tarihi açısından bu kadar yeter. Şimdi mevcut duruma bakalım. İsrail'deki sivil yerleşim merkezlerine Katyuşha füzeleri atmakla'in güney Beyrut, Sidon ve Tripoli'yi bombalaması arasındaki fark gerçekte nedir? İsrail güçleri güney Lübnan'daki köy ve kasabalara Hizbullah güçleri sivillerin arasına saklandığı gerekçesiyle binlerce bomba yağdırdı. Katyuşya roketi saldırıları sonucu bugüne kadar 25 İsrailli sivil öldürüldü. Hizbullah'la hiç ilgisi olmayan Lübnanlı ölülerin sayısı ise 300'den fazla.
Bundan daha kötüsü, enerji istasyonları, köprüler gibi sivil hedeflerin bombalanması Lübnan'ın sivil nüfusunu kurban ve rehin haline getiriyor, sivillere fizik olarak zarar vermediğimiz koşullarda bile.
Bu bombalamaların hedefi diplomatik bir hedefe ulaşmak, yani Lübnan hükümetini 1959 sayılı Birleşmiş Milletler kararına uymaya zorlamak. Bunun adı, Hizbullah'ın İsrail askerlerini kaçırarak bir mahkum değişimi sağlamayı amaçlamasından daha az kötü olmayan politik şantaj girişimidir.
Bu savaşın bir de kimin daha kötü olduğu kötü olduğunu isbatlamaya yönelik propaganda savaşı yönü var. Her propaganda savaşında olduğu gibi, bilginin kullanamı seçici, çarpıtılmış ve kendi tarafını haklı çıkarmaya yönelik.
Eğer biz kendi bilgilendirme (veya propaganda sistemi mi desek) sistemimizi, uluslararası toplumun cehaletten veya ikiyüzlülükten dolayı, İsrail'in şüpheli malını alacağı inancı üzerine kuracaksak mesele yok.
Fakat kendi ulusal ruhumuzla yüzleşme sürecinde acı gerçekle karşılaşmamız kaçınılmaz. Bu savaşı askeri alanda kazanabilir, diplomatik alanda yeni kazanımlar elde edebiliriz fakat ahlak alanında elde edeceğimiz bir avantaj ve özel bir statümüz yok."
Bu yazı 971 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
6 Mayıs 2012
Adalet talebinden tahrik olan bir ordu! Astsubaylar direnin
-
4 Nisan 2012
Benim darbecim insanlık suçu işlemez
-
24 Mart 2012
Ergenekon ve psikolojik savaş
-
14 Mart 2012
Kürt meselesinde tarihi uyarı
-
7 Mart 2012
Türkiye, AB için neden önemli!
-
4 Mart 2012
Medya nasıl kurtulur?
-
3 Mart 2012
Medya eliyle hükümet devirmek de darbedir!
-
19 Şubat 2012
Sayın Başbakan 3’üncü dönemler hep zor geçer!
-
15 Şubat 2012
Washington’ın Türkiye’ye bakışı
-
14 Şubat 2012
Gazetecinin suç işleme özgürlüğü
-
7 Şubat 2012
Tencere dibin kara
-
5 Şubat 2012
Sadece ordu yetmez devleti sıfırdan kurmalı
-
22 Ocak 2012
Barlas, Özkök’ü neden uyarmıştı!
-
3 Ocak 2012
Bu facia AK Parti için çok ciddi alarm
-
13 Aralık 2011
Siyaset ve sadakat
-
11 Aralık 2011
Bu iddianamede ciddi şike var!
-
6 Aralık 2011
İşte kahramanınız Kozinoğlu!
-
22 Kasım 2011
CHP, Dersim ve Ermeni kırımı!
-
19 Kasım 2011
Atatürk milliyetçiliği ‘Ne Mutlu Türküm’ demektir
-
15 Kasım 2011
Ulusalcılara bir iyi bir de kötü haber
Yorumlar
+ Yorum Ekle