Cumhurbaşkanı Gül'ün WikiLeaks belgelerini "sanki bir amaçla seçilmiş gibi" diye nitelemesi, Radikal'den Murat Yetkin'in yazısına göre çevresindekilere "İsrail'le ilgili ne çıkacak, merak ediyorum" gibi bir değerlendirme yapması, yabana atılır bir kuşkunun göstergesi değil.
Bu çerçevede "En kazançlı ülke İsrail" değerlendirmelerinin de bir karşılığı var.
Yayınlanan belgeler, çok genel görünümü ile İslam ülkeleri arasındaki "problemli ilişkileri" sergiliyor.
Buradan da, Türkiye'nin, "komşularla sıfır sorun" politikasını vuruyor.
Yani ortaya çıkan soru şu oluyor:
-Türkiye'nin hepsi Müslüman olan komşuları arasında öylesine sorun var ki, sıfır sorun politikası bir hayalden ibaret.
Hem bu sonuç çıkıyor hem de perde gerisindeki görüşlerin açığa çıkarılması ile problemli yapının derinleşmesi amaçlanıyor.
Bir anlamda Türkiye'ye "Sıfır sorun mu, al sana sıfır sorun, tepe tepe kullan" gibi bir mesajla nanik yapılıyor.
Bu mesajın Türkiye'de tüketicilerinin bulunduğu biliniyor. Şu değerlendirmeler yabancımız sayılmaz: "İslam dünyası ile ilişkileri geliştirmek mi, hele bunun üzerine stratejik vizyon oluşturmak mı, bu dünya öylesine sorunlu bir dünyadır ki, içine giren bataklığa girmiş gibi olur."
"Eksen kayması" tartışmaları da aslında bu tartışma ekseni ile bağlantılıdır. Yani denir ki, "Türkiye Batı ile ilişkileri azaltırsa, Ortadoğu bataklığına düşer."
Bu mesajın, diğer İslam ülkelerinde de tüketicileri vardır.
Arap dünyasına uzandığınızda, gerek politikacılar, gerek kamuoyu oluşturucuları nezdinde, tıpkı bizdeki gibi, İslam dünyasına ilişkin negatif bakışları bol miktarda bulabilirsiniz.
Ayrıca oralarda, bu negatif bakışlara, Türkiye'ye karşı rezervler de dahil edilir.
Zordur bu coğrafyada ilişkileri geliştirmek...
Zordur çünkü bölgeyi tanzim eden odaklar, bu coğrafyadaki emperyalist hedeflerini, bu coğrafyanın hem zihniyet planında hem de fizik anlamda paramparça edilmesine göre kurgulamışlardır.
Bu, sadece Türkiye'nin bu yöndeki gayretleri söz konusu olduğunda böyle değildir. Diyelim, İsrail karşısında bir Arap dayanışmasından söz edilmeye başlansa, İsrail odaklı tüm iletişim kanalları, Araplar arasındaki saklı ihtilafları gün yüzüne çıkarmak için seferber olurlar.
Burada tabii ki akla hemen, "Sizin aranızda ihtilaf varsa, bunu birileri kullanacaklardır" yargısı gelebilir. Doğrudur. Ama bu coğrafyanın talan edilmesi projesinin de, böylesine bir ayrıştırma politikası ile bağlantılı olduğu unutulmamalıdır.
Gelelim, AK Parti hükümetlerinin "sıfır sorun" politikasına...
Soru şu:
Bu politikayı inşa edenler, Gül-Erdoğan-Davutoğlu, hiçbir reel veriye bakmadan, safiyane bir "İslam kardeşliği" yaklaşımı ile mi yola çıkmışlardır? Dolayısıyla, diplomaside öyle kardeşlik mardeşlik sökmez diyerek "sıfır sorun" politikasını sıfıra müncer kılmak, realist duruşun kaçınılmaz sonucu mudur?
Bence ne Gül'ün ne Erdoğan'ın ve tabii onlara başından beri dış politikada vizyon-misyon hizmeti sunan Ahmet Davutoğlu'nun, "ideolojik şartlanma" diye nitelenebilecek bir dış politika inşası peşinde olduklarını düşünmek doğru olmaz.
Kuşkusuz, ideolojik veri de bir dış politika imkânıdır ama bu hiçbir zaman gerçekliğin görülmemesini gerektirmez.
Diyelim, Irak'a giren bir Türk Dışişleri Bakanı'nın, Irak'taki mezhep gerçekliğini de, etnik gerçekliği de, dini farklılaşma gerçekliğini de, hatta kabile farklılaşması gerçekliğini de görmezlikten gelmesi mümkün değildir.
Bu gerçekliği, tüm coğrafyanın yapısına baktığınızda da görmek durumundasınız.
Buna bakarken, Osmanlı'ya, Osmanlı'nın parçalanışına, bu noktada Osmanlı coğrafyasında ortaya çıkarılan farklılaşmalara, farklılaşmaların etnik, dini, mezhebi boyutlarına, bu coğrafyadaki yönetimlere, bu yönetimlerin bölge dışı ilişkilerine... vs. vs. binlerce parametreye bakmak zorundasınız.
Bütün bunları görüp, bu kurguya ve size tanınan statüye boyun eğmek var, size tanınan statüden memnun değilseniz bunu değiştirme iradesini ortaya koymak var. Türkiye bu statüyü değiştirmek istiyor.
Bu, evet risk demektir.
Risk, bölgede anlaşılmamak kadar bölgeye yönelik çıkar odaklarını rahatsız etme riskidir.
Benim gördüğüm, şu anki Türk diplomasisi, kendi coğrafyasında "herkesin çıkarına olan" bir ilişkiler ağı oluşturma yolunda bir zihniyet restorasyonu sağlamaya çalışıyor, bunu yaparken dünyaya da "Bölgede barışın inşasının tarihin normalleşmesine bağlı olduğu" mesajını veriyor.
Bu mesajın doğru anlaşılması kolay olmayacak. Bölgede anormal yapıya şartlanmışlık sebebiyle kolay olmayacak, kimi güç odakları için de bölgeye ilişkin çıkarlar sebebiyle kolay olmayacak.
Zaten Türk diplomatik misyonunun da bunun kolay olacağını düşünerek yola çıktığını zannetmiyorum.
bugün
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle