LONDRA
Oxford Üniversitesi, İslami Çalışmalar Merkezi’nde Cumhurbaşkanı Gül’ün “İslam Dünyası, Demokrasi ve Kalkınma” konulu konferansı.
Amerika’da doğma büyüme İran’lı genç bir kız, başı bandanalı, Gül’e dönük sorusuna şöyle başlıyor:
“İslam dünyası için bir esin kaynağı olan Türkiye...”
Aynı gün öğle vakti Gül’ün Londra’da, Chatham House’daki konferansı. Yanımda genç bir kız oturuyor. Arap bir gazeteci, Beyrut’ta çıkan günlük bir gazetenin muhabiri.
Şöyle diyor:
“Görüyorsunuz salonun halini. Türkiye’ye ilgi çok büyük. Eskiden bu kadar çok haber üretilmezdi Türkiye hakkında. Özellikle Arap dünyasında çok yakından izlenen bir ülke haline geldiniz. İmajınız çok iyi...”
Pazartesi akşamı Oxford’daki konferans sonrası Rhodes House’daki yemekte Prof. Dr. İhsan Bal‘la sohbet ederken şöyle diyor:
“1990’la ‘95 arasında doktora çalışmaları için İngiltere’deydim. O yıllar çok farklıydı. Türkiye hakkında olumlu haber de yoktu, ilgi de... Kürtlere işkence eden, generallerin yönettiği, demokrasi ve insan haklarının fazla hayat hakkı bulamadığı, Kıbrıs’ta da işgalci bir ülke... Türkiye deyince genellikle bunlar çalınırdı kulağımıza...”
Evet, Türkiye değişti.
Değişmeye devam ediyor.
Cumhurbaşkanı Gül’ün deyişiyle “Kendi evinin içini düzene sokmaya başlayan” Türkiye, ekonomik ve siyasal alanda uzun yıllardır yaşadığı ‘kısır döngüleri’leri kırıyor. Bu sayede ‘istikrar’ı yakaladığı için de önü gitgide açılıyor.
Sorunlar tabii bitmiş değil.
Eksik gedik elbette var.
Basın başta olmak üzere özgürlükler alanında, hukuk devleti, toplumsal eşitlik, adalet konularında çok iş var daha yapılacak...
Ancak, bir çark işlemeye ve sonuç alınmaya başladığı için hem Türkiye’nin dili, hem de Türkiye’ye yönelik üslup değişmiş durumda.
Eskiden devlet büyükleriyle Batı başkentlerine gelince, Türkiye’nin sürekli sıkıştırıldığına tanık olurduk.
Örneğin Kıbrıs’ta, Kürt sorununda neleri yapmadığımız konusunda sürekli kafamıza vurulurdu. Bizim büyüklerimiz ise hep savunmada kalır, neyi niçin yapmadığımızı aslanlar gibi savunduklarını sanırlardı.
Ama inandırıcı olamazdık.
Devamlı ‘negatif’tik çünkü.
‘Çözüm’lerin değil, ‘sorun’ların parçası olarak bir kısır döngünün içinde kıvranır dururdu Türkiye...
Özellikle 1990’lardaki zayıf koalisyon hükümetlerinin siyasetten ekonomiye el atamadığı bir takım yapısal sorunlar Türkiye’yi bunalttı durdu.
Şimdi bu çark kırılıyor.
Özellikle, (2001 ve 2002’deki Ecevit’in üçlü koalisyonunun payını da teslim ederek) son sekiz yılın ürünü bu durum. Ekonomi de düzeldikçe Türkiye’nin yalnız içte değil, dışta da kendine ‘özgüven’i geliyor.
Kıbrıs meselesi önümüze konduğu zaman, “Annan Planı 2004’de bizim tarafımızdan kabul edilirken Rumlar reddetti” diyebiliyoruz.
Ya da ‘Kürt sorunu’nda, evet yapacak çok iş olmakla birlikte, söyleyecek olumlu şeyler de var, (Bu arada bir not: Chatham House ve Oxford konferanslarında Kürt sorunuyla ilgili tek bir soru sorulmadı Gül’e)
Chatham House’la Oxford Üniversitesi’nde pazartesi günü bir kez daha tanık oldum.
Artık devlet büyüklerimizin dili negatif değil, pozitif. Neyin nasıl yapılabileceğini anlatıyoruz. Yani sorunun değil, çözümün parçası olan bir üslup sergileniyor.
Bu nedenle sözü daha çok dinlenen bir Türkiye sahneye çıkıyor.
Elbette abartmamak lazım.
Ama durumun özeti böyle.
Buna ‘Yeni Türkiye’ denebilir.
Nitekim, Blair hükümetlerinde 2001-2006 arasında Dışişleri Bakanlığı yapmış olan Jack Straw, Oxford’daki konferansın kapanış konuşmasında bu ‘yeni Türkiye’ gerçeğini Gül’e yöneltilen sorular çerçevesinde çizdi.
Sorulardan biri, Tayvan’lı bir öğrenciden geldi. Türk-Çin ilişkilerini ‘Çin Türkistan’ı bağlamında merak ediyordu. Bir diğer soru, Kafkasya ve istikrarla ilgiliydi. Suriye-Lübnan ilişkileri ve Türkiye’nin bu açıdan katkısı da soruldu Gül’e. İran’dan İsrail’e, NATO ve AB’ye, hatta Afrika’ya uzanan sorular da eksik olmadı.
Jack Straw, bu geniş soru yelpazesinden hareketle, bir bakıma Türkiye’nin genişleyen ‘coğrafyası’na işaret etti. Ekonomisi de güçlenmekte olan Türkiye’nin bölgesinde ve küresel sahnede gitgide etkinleşen rolüne işaret etti.
Britanya’nın eski Dışişleri Bakanı Straw, belki de bu nedenle, tıpkı pazartesi günü Gül’le görüşmesinde Türkiye’nin AB üyeliğini destek veren muhafazakar Başbakan Camerun gibi, The Times gazetesinde, “Amaları, eğerleri bir yana bırakın, Türkiye mutlaka AB’nin parçası olmalı” başlığını taşıyan ve sonu “Saati tersine çeviremeyiz; AB Türkiye’ye, Türkiye’nin AB’ye olduğundan daha fazla ihtiyacı var” diye biten bir makale yazmış,(The Times, 8 Kasım 2010, s.26)
Son söz:
Evet, eksiğimiz gediğimiz var, sorunlarımız elbette bitmedi ama iyi yoldayız; çünkü artık ekmek mi demokrasi mi, laiklik mi demokrasi mi diye de tarif edilebilecek yılan hikayesine dönmüş bazı kısır döngülerini kırmaya başladı Türkiye...
milliyet
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle