En Sıcak Konular

Cengiz Çandar


Cengiz Çandar
0 0 0000

Diyarbakır konuşması: Yetmez ama güzel



Günlerdir merakla beklenen Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır konuşmasından ne anlamak gerek? Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır konuşmasının ‘ana fikri’ ne oldu?
Acaba Diyarbakır, günlerdir merakla beklenen bu konuşmayı nasıl anladı? Konuşmadan kendisi için ne çıkardı?
Diyarbakır’ın şahsında Türkiye’nin Kürtleri, Güneydoğu bölgesi kendileri için, ‘sorun’ için ne buldu?
Konuşma, bütün bu soruların cevaplarını çok net olarak vermedi.
“Tekirdağ’da, Ankara’da ne konuşuyorsak, Diyarbakır’da da onu konuşuruz” diyen Başbakan, bu sözünü büyük ölçüde yerine getirdi. Konuşmasının içerdiği, ‘Fırat’ın batısı’ndaki duyarlılıkları tehlikeye düşürecek, ‘milliyetçi söylem’ üzerinden kendisini vurmayı tasarlayanlara cephane sağlayacak cinsten olmayan, akıllı ve ustaca bir konuşmaydı.
Ama Diyarbakırlıların, Güneydoğuluların ‘psikolojik öncelikleri’ni gözetmek ve onları okşamak bakımından fazla ileri gittiği söylenemez. Hatta, içeriği açısından o ünlü 12 Ağustos 2005 konuşmasını hizaladığını da söylemek zor.
Bununla birlikte, ‘Tekirdağ ya da Ankara’daki’ konuşmalarından farklı olarak, Diyarbakır’da konuşma yaptığının idrakinde olarak, konuşmasına ‘bölgesel soslar’ da eklemişti.
***
İşte o ‘bölgesel soslar’ın bazıları:
“Bir gece yarısı sokak ortasında ensesine kurşun sıkılarak katledilen faili meçhullerin acısını çok iyi biliriz. Evlerin basılıp tarumar edilmesi nedir çok iyi biliriz, kitapların derdest edilmesini biliriz. Köy meydanına toplanan köylülere uygulanan şiddeti biliriz. Köylerin boşaltılmasını biliriz. Hapisteki oğluyla Kürtçe konuşamayan annenin acısını biliriz.”
Bu ‘soslar’ın en güçlüsü ise şu sözlerindeydi:
“Ape Musa’nın, Musa Anter’in acısını unutamayız. Orhan Miroğlu’nun acısını unutamayız. Şivan Perwer’in hasretini görmezden gelemeyiz. Ahmet Kaya’nın gurbette vefatını aklımızdan çıkaramayız.”
Bunlar, Kürtlerin duygularını okşayıcı sözler. Ancak, kendisinin de yükselmesine katkıda bulunduğu çıtanın üzerinden aşmaya yetecek ölçüde mi acaba?
Kürtlerin acılarını unutamayan ve bunların idrakinde olan Başbakan, bu acıların faturasını kime, nasıl ödetecek?
Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının bir başka dikkat çeken noktası, Diyarbakır Cezaevi’ne ilişkindi. “Ahh, şu Diyarbakır Cezaevi’nin dili olsa da konuşsa, ahh, 12 Eylül sonrası yaşananları anlatsa... O 5’inci koğuş dile getirip işkenceleri anlatsa” diyerek hiçbir başbakanın bugüne dek ağzından çıkmayan sözleri söyleyen Başbakan, “Diyarbakır Cezaevi’ni kapatıyoruz. Yeni cezaevini yıkacağız. Orası varlığıyla 12 Eylül’ü sürekli hatırlatmasın istiyoruz” dedi.
Oysa Diyarbakır ve Kürtler, tam tersini istiyorlar. Diyarbakır Cezaevi, Kürtlerin çektiği acılar ve yaşadıkları zulüm hiç unutulmasın diye Diyarbakır Cezaevi ‘Zulüm Müzesi’ olsun istiyorlar. Diyarbakır Cezaevi, ‘Kürt kimliği’nin meşruiyeti için müze olarak yaşatılsın istiyorlar.
Çözüm, Diyarbakır Cezaevi’ni yıkmakta değil yani.
***
Kürtlerin zihinlerinde yer etmiş olan ve cevap bekleyen birçok sorunun cevabı, Tayyip Erdoğan için genel bir demokrasi ve özgürlük vaadinden geçiyor. Kürtler için bugüne kadar atılmış olan tüm olumlu adımları sayıyor ve ‘gelecek tasavvuru’nu 12 Eylül referandumunun açacağı ‘kapı’nın hayli muğlak perspektifine emanet ediyor: “Bu anayasa değişikliğiyle her şey bitmiyor. 2011 seçiminden sonra daha geniş tabanlı bir anayasanın temellerini açıyoruz. Şimdi kapıyı açıyoruz.”
Sözünü ettiği ‘daha geniş tabanlı anayasa’ içine ‘yeni vatandaşlık tanımı’nın ve böylece Kürtlerin nasıl yerleşeceğine ilişkin şimdiden somut sinyaller vermiyor.
Yine de akıllı bir örgüyle konuştu ve bölgedeki esas rakibi BDP ile ‘kılıçları çekici’ bir üsluptan kaçındı. BDP, konuşmasında iki yerde geçti, “Burada BDP, Erzurum’da Bahçeli, işi gücü bırakmış bize konuşma metni yazmanın derdine düşmüşler” dedi ve BDP’yi o noktada bir kenara bırakarak, Bahçeli’ye “Sayın Bahçeli, söyleyecek sözün varsa Diyarbakır’a gel. Söyleyeceğini Diyarbakır Meydanı’nda söyle, Diyarbakır insanının huzurunda konuş” diye seslendi.
Daha sonra BDP’nin adını anmadan “Boykotu antidemokratik bir yaklaşım olarak görüyoruz. Orada ‘evet’ var, ‘hayır’ var. A partisi de yok, B partisi de yok” dedi.
O, Diyarbakır Meydanı’nda bunu söylerken, Abdullah Öcalan da son mesajında ibresini ‘boykot’a daha açık biçimde çevirdi ve ‘aktif boykot’ çağrısı yaptı. Bu ‘kod’un çözümü, BDP’yi ‘boykot’ yolunda canlı bir taban çalışması yapmaya çağrıdır.
Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır konuşması, ‘boykot’ konusunda şayet varsa- tereddütünü aşamamış olan bölge insanın davranışını etkileyecek güçte miydi?
Bunun cevabını, ancak 12 Eylül günü alabileceğiz.
***
Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır konuşması, içeriği itibarıyla 12 Ağustos 2005 konuşmasıyla aynı hizada sayılamayacak nitelikte idiyse de hitap ettiği kalabalık ve coşku da 12 Ağustos 2005’e oranla onu hayli sevindirecek boyuttaydı.
Diyarbakır Emniyeti’ne göre 30 bin kişi Diyarbakır Meydanı’ndaydı. Nevruz kutlamalarını yüz binlerle yapan, Habur’dan gelenleri 100 binle karşılayan Diyarbakır için düşük bir sayı. Ama aynı zamanda, Tayyip Erdoğan’dan gayrı ‘ulusal’ partilerden hiçbirinin liderinin Diyarbakır’da elde edemeyeceği bir sayı.
Asıl önemli olan, ‘Diyarbakır atmosferi’nin, Kürt siyasi hareketinde BDP ile diğerleri arasında referanduma giden yolda ortaya çıkan çatlağı belirginleştirmiş olmasında. Referandum sonucuna göre, Türkiye’nin Kürt siyasi hareketinde ‘metamorfoz’un başlaması ihtimali de belirdi.
Tayyip Erdoğan’ın 12 Eylül’den sonra seçime doğru izleyeceği rota, bu ‘metamorfoz’u ya hızlandıracak ya da yavaşlatacak.
Başbakan’ın konuşmasında, ‘sorun’un ürettiği soruların cevaplarından ziyade, cevabını 12 Eylül’de alabileceğimiz sorular çıktı...

Bu yazı 1,320 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 2 Mart 2012 'İç savaş salgını' ve 'korunma yolları'...
    • 8 Şubat 2012 Türkiye, Suriye'de savaşa mı gidiyor?
    • 13 Temmuz 2011 Diyarbakır DTK'nın, BDP Ankara'nın
    • 22 Haziran 2011 Türkiye'nin doğru Suriye pusulası
    • 14 Haziran 2011 Yeni anayasa için AK Parti-BDP-CHP uzlaşması
    • 13 Mayıs 2011 İktidar Kürt sorununu anlamalı
    • 16 Nisan 2011 AK Parti'nin Güneydoğu'da 'siyasi ricatı...'
    • 12 Nisan 2011 Aday listelerini okuma kılavuzu
    • 1 Mart 2011 Hoca ve 28 Şubat'ın cenazesi
    • 22 Şubat 2011 Libya: Osmanlı dominosu ve Bingazi'deki kan davası
    • 19 Şubat 2011 Ergenekon faturası
    • 5 Şubat 2011 Mısır'ın tarih yazdığı gün...
    • 8 Ocak 2011 Hizbullah tahliyesi mi rönesansı mı?
    • 5 Kasım 2010 TAK, ne kadar PKK, ne kadar 'Ergenekon?'
    • 29 Ekim 2010 'Tek Cumhuriyet'in iki Ankara'sı
    • 26 Ekim 2010 Bu gidişle katilden çocuk yaratılacak
    • 6 Ekim 2010 Washington'daki Türkiye
    • 1 Ekim 2010 Daha seyahatin başı, çözümün eşiği değil...
    • 29 Eylül 2010 Türkçeye onurunu iade edin
    • 21 Eylül 2010 Hakkâri provokasyonuna inat

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,138 µs