En Sıcak Konular

Mehmet Ali Birand


Mehmet Ali Birand
0 0 0000

TSK’ya gerçek bir modernizasyon gerekiyor…




Türk Silahlı Kuvvetleri'nin nasıl bir modernizasyona ihtiyacı olduğunu en iyi kendileri bilir. Genelkurmay’ın arşivleri bu yöndeki raporlarla doludur. Ancak şimdiye kadar kimseler, böylesine önemli ve temelden değişiklik gerektirecek bir hareketi başlatmayı göze alamamıştır. Modernizasyon için cesaret ve para gerekir. Bugünkü gibi büyük, ancak insan gücünün (er) eğitimi düşük bir ordu yerine, sayısı az, buna karşılık en ileri teknolojiyi kullanan, profesyonel bir ordu kurulması kaçınılmazdır. Er veya geç hem bu teknik değişimi, hem de genel yaklaşım değimini yaşayacağız.

TSK, 1950’lerden başlayan ve 1990’da noktalanan soğuk savaş yıllarında, üç ayrı darbe yaparak, anayasalar hazırladı, kendine görevler edindi. Ülkenin nasıl yönetilmesinden tutun, kimler tarafından ve hangi ilkeler çerçevesinde yönetileceğini saptadı.

İşi oldukça kolaydı. Zira içerde hiçbir sivil iktidar buna itiraz etmedi, edemedi. Sivil Toplum örgütleri ayaklanmadı.

Dışarıdan da, özellikle Washington’dan hep tam destek aldı.

TSK , yıllar içinde, kendine  temel üç görev alanı çizdi.

1 - Sınırları korumak ve ülkeyi savunmak. (Gerçek görevi)
2 -Laik sistemi ortadan kaldırmayı hedef alan irtica ile mücadele. (Kendi kendine biçtiği görev)
3-Toprak bütünlüğünü koruma,  Kürt milliyetçiliği ve PKK terörüyle mücadele.

Bu şekilde, özellikle 1980’den itibaren, güvenlik sorunlarının çerçevesini genişlettiği gibi, güvenlik nedeniyle hemen her konuda kendini söz sahibi konumuna getirdi. Bazı alanlardaki özelleştirmelerden  yabancıların gayrimenkul almalarına, siyasette nelerin konuşulup nelerin konuşulmamasına, TRT yayınlarından tüm özel haberleşme ve özel medya’nın çalışma ilkelerine kadar yüzlerce konunun, şu veya bu şekilde “Askere Sorulması Gereği” günlük hayatımıza girdi.

Türkiye bu şekilde, perde arkasında askerin yönettiği bir ülke konumuna girdi.

Bugün ise, 2010 yılındayız ve etrafımıza baktığımızda eski koşulların kalmadığını ve  artık çok şeyin değiştiğini görüyoruz..

Türkiye artık 1950- 60’ların Türkiyesi değil.

Ne siyasetçisi, ne düşünürü, ne iş adamı, ne de gazetecisi aynı.

Uluslararası koşullar da tümüyle değişti. Artık demokrasi  ve insan hakları ön plana çıktı. Artık, darbe yapan ordu desteklenmiyor.

Artık irtica kavramı dahi değişti. TSK’nın bir zamanlar, irtica ile mücadele maddesine dayanarak cezalandırdığı, hatta Atatürk ilkeleri açısından bir tehdit olarak gördüğü kişiler bugün ülkeyi yönetir duruma girdi.

Türk Silahlı Kuvvetleri ise, bunca değişime rağmen, kendini belirli alanlarda değiştiremedi. Değişimi ödün vermek gibi niteledi. Toplumun ve Uluslararası kamuoyunun beklediği uyumu sağlayamadı. Oysa, ülkedeki veya Uluslararası alandaki gelişmeler tüm orduları değişime zorluyor. Amerikan ordusuna bakın, Avrupa’nın yaklaşımını inceleyin ve derin farklılıkları hemen görürsünüz.

Burada sizlere uzun ve ayrıntılı bir liste yapmayacağım. Buna karşılık, bazı temel yaklaşımların ise,  neden mutlaka değişmesi gerektiğine dikkatlerinizi çekmekle yetineceğim.

*   *   *                                    

BU EĞİTİMLE SUBAY YETİŞTİRMEKTEN VAZGEÇİLMELİ...

Türk subayının eğitim modeli Amerika'dan alınmış ve kendi koşullarımıza göre uyarlanmıştır. Subaylarımızı en üst düzeyde yetiştirebilmek için de hiçbir fedakarlıktan kaçınılmamıştır. Bu yazıda, eğitim sisteminin aksayan yönlerini ayrıntılı şekilde ele alma niyetim yok. Sadece, yapılması gereken “bir ince ayardan” söz etmek istiyorum.

Bu ince ayar, subayımızın liseden başlayıp, akademilere kadar süre giden bir yaklaşımı içeriyor. Yani, yarının komutanlarına ülkeyi “nasıl koruyup kollayacağını” artık daha farklı şekilde öğretmemiz gerekiyor. Türkiye hakkında subayımıza öğretilenlerle, sivil kesime öğretilenler arasındaki büyük fark artık yok edilmelidir.

Askerimize, Türkiye’nin dış güçler tarafından yönetildiği, Atatürk’ün bağımsızlık anlayışının kaybedildiği, devlet mallarının, özelleştirme adı altında peşkeş çekildiği, iç ve dış çevrelerin desteklediği irtica ve bölünme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu anlatılıyor. Sivil eğitimde ise, bunun tam tersi bir resim çiziliyor. Asker ile sivil kesim arasındaki bakış ve tanımlama çatışması da, işte bu temel bilgi çarpıklıklarından kaynaklanıyor.

Subayımızın eğitiminde, şimdiye kadar ki söylemi şöyle özetleyebilirim:

 “Türkiye iç ve dış düşmanlarla sarılıdır ve en büyük tehlike irtica ile bölünme olasılığıdır... Unutmayın ki, Atamız bu ülkeyi asıl size emanet etmiştir.... Atatürk düşüncesine uygun hareket etmeyenler, bu ülkenin düşmanıdır... Gerektiğinde vatana sahip çıkmakta sizin görevinizdir...”

Üniformayı giydiği andan itibaren, o gencecik Teğmen, Orgeneralliğine kadar, komutanlarından hemen hemen bu minvalde konuşma veya nasihatler duyarak büyüyor. Arkasına baktığında da, üç darbe ve siyasi yaşama yapılan yüzlerce askeri müdahaleyi görüyor. Atatürk ilkeleri öylesine yorumlanıyor ki, sanki ona “Bu ilkelere dokunan iktidarları cezalandırmalısın” nasihati veriliyormuş gibi bir izlenim doğuyor.

Yanlış anlaşılmasın, hiçbir komutan kalkıp “Siyasete müdahale edin” demiyor. Ancak, Atatürk İlkeleri öyle farklı yorumlanıyor, okulda veya kışlalardaki özel sohbetlerde veya toplu konuşmalarda öyle şeyler anlatılıyor ki, subay  “gerektiğinde müdahale etmek benim görevim” sonucunu çıkarıyor.

Bir süre sonra da, giderek kendini sivillerden, kurumlardan üstün gören,  “kendi kafasındaki Türkiye’yi koruyup kollayan”, kendini ülkenin sahibi sayan, geri kalanları da kişisel çıkarları için ülkeyi satabilecek kişiler olarak algılayan bir subay portresi ortaya çıkıyor.

Subayımıza tabii ki Atatürk ilkelerini öğreteceğiz. Ancak bunun siyasete karışma anlamına gelmediğini de anlatalım. Eğitim sisteminin bu yanını mutlaka değiştirelim. Subayımızı hem ülkenin hem de dünya gerçeklerinin dışına sürüklenmekten kurtaralım.

*   *   *

ASKER, İRTİCACI AVINDAN VAZGEÇMELİ...

Mutlaka değişmesi gereken en önemli diğer bir nokta da, Genelkurmay’ın artık iç politikaya zaman harcamaktan vazgeçmesidir. Genelkurmay Başkanları ve Kuvvet Komutanlarının günlük çalışmalarını yakından izlediğinizde, zamanlarının büyük bir bölümünün “iç gelişmeleri değerlendirmekle” geçtiğini görürsünüz. Üst düzey komutanlarımız, kendi işlerinden çok, siyasi gelişmelerle boğuşmak durumundadır. Bu soruyu komutana sorduğunuz zaman ise, “Bu zaman harcamak değil, işimizin icabını yapmaktır. İç gelişmeleri izlemek bizim görevimizdir. Anayasa’nın verdiği bu görev, siyaset belgesinde de açıkça belirtilmiştir.” yanıtı alırsınız.

Asker, iç gelişmeleri izlemeyi ve gerektiğinde de müdahale etmeyi bir hak olarak görür.

Gerçekten de, kamuoyunda “Kırmızı Kitap” veya “Askerin Gizli Anayasası” diye adlandırılan, resmi adı Siyaset Belgesi olan bir belge, bu konuda komutanlara hukuki zemin sağlar.

5 yılda bir yenilenen bu belge şimdiye kadar, askerler tarafından  MGK Genel Sekreterliği tarafından ve İçişleri, Dışişleri, MİT gibi ilgili kurumların “bilgisi ve katkıları” dahilinde hazırlanırdı. Bu katkılar eskiden çok daha kısıtlı kalır ve asker istediği gibi planlardı.

Belge, iç ve dış tehdit’i belirler. İçerdeki tehdidin (irtica ve bölünme) derecesini koyar, dışarıda da hangi ülkenin (eskiden, Suriye-Yunanistan-Irak-İran- Rusya başta olmak üzere, dört tarafın düşmanla çevrili olduğu belirtilirdi)  Türkiye’ye tehdit oluşturduğunu saptar.

TSK’nın iç ve dış politikaya müdahaleleri,  hazırlık aşamasında sivil kesimin karışamadığı bu belgeden kaynaklanır.

İşte değişmesi gereken diğer nokta da budur.

TSK’nın, Siyaset Belgesinin hazırlanması ve tehdit değerlendirmelerinde son kararı sivil kurumlara bırakması kaçınılmazdır. Artık son sözü iktidarın söylemesi gerekiyor.

Asker, tabii ki belgenin hazırlanmasında ağırlıklı olarak katkıda bulunacak, özellikle 5 bin şehit verdiği PKK terörüyle mücadelede ön planda olacak,

Ancak, TSK artık “İrticacı Avı'ndan“ vazgeçmeli, ülkede böyle bir sorun çıkarsa, demokratik kurumlar ve kamuoyu çözüm bulmalıdır.

Bırakalım, bu işi demokrasi halletsin. Toplum sandık başında mücadele etsin. Gerekirse sokaklara dökülsün ve hakkını arasın. İtirazını yapsın. Bu değişiklik gerçekleşmedikçe, iç tehdit askerin görevleri arasında sayıldıkça, TSK’ yı siyasetin dışına çıkarmak imkansızdır
Ayrıca, unutmayalım ki, dünyanın hiçbir uygar ülkesinde bir ordu, kendi başına -sivil otoriteyi içine almadan- iç ve dış tehdit değerlendirmesi yapmaz. Hele bu tehdit değerlendirmesine dayanıp, silahlanmasını da kendi başına hiç yapmaz. Zira, askerin tehdit değerlendirmesi ile siyasetçinin tehdit değerlendirmesi birbirinden farklıdır. Örneğin, asker Yunanistan’a başka türlü bakar, siyasetçi farklı bakar. Tehdit sadece tank ve asker sayısıyla hesaplanmaz. Asıl tehdidi siyasi niyetler ve politikalar belirler. Silah için harcanan parayı da, ülkenin bütçesini yapanlar, siyasi önceliklerine göre, saptar.

Son söz sivil otoriteye ait olmalıdır.

*   *   *

DAHA ETKİN- DAHA PROFESYONEL BİR ORDU...

Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görev yapmış ve emekli olmuş komutanlarla konuşurken, canları kadar sevdikleri bu   kurumun öncelikle nerelerinin değişmesi gerektiğini sorduğunuz zaman  -tabii biraz da, konuştuğunuz komutanın hangi kuvvetten geldiğine bağlı şekilde- şu noktaları saydığına tanıklık edersiniz.

- Ordumuz günün koşullarına uyacak bir konuma girmelidir. Silah teknolojisi artık öylesine ilerlemiştir ki, gün gelecek, erimiz eline verilen silahı kullanmakta zorlanacaktır. Subaylarımızın eğitim düzeyi üstündür, ancak geri kalan kadroların eğitimi yetersizdir.
- TSK’yı bu kadar büyük bir ordu halinde yaşatamayız. Küçültmek, ateş gücünü arttırmak zorundayız. Hele terör ile mücadelenin daha uzun yıllar süreceği düşünülürse, son derece önemli bir reform gerekmektedir. Bu çerçevede, TSK ister istemez profesyonelleşmek zorunda kalacaktır.
- Artık  Genelkurmay Başkanlığı Karacıların egemenliğinden çıkarılmalı, Hava ve Deniz de 1'inci Başkanlığa gelebilmelidir.
- Her uygar ülkedeki gibi, Genelkurmay Savunma Bakanlığı'na bağlanmalı ve üst düzey komutanların protokoldeki yerleri, batılı örneklerdeki gibi, yeniden düzenlenmelidir.
- TSK harcamaları şeffaflaşmalı ve denetime açılmalı, askeri yargı konusunda da değişikliğe gidilmelidir.
 
Biliyorum, bu yazdıklarım kimi okurlarımı çok sinirlendirecek ve TSK’ya darbe vurmakla suçlanacağım. Oysa hayır, eğer askerimizi ve ülkemizi seviyorsak bunları yapmak zorundayız.

Daha küçük, ateş gücü yüksek, daha profesyonel ve sivil otoriteye tepeden bakmayan, aksine sivil otoritenin emrine girmiş bir ordu yaratmaktan başka çaremiz yoktur. Bu değişimi ya şimdi yavaş yavaş yaşayacağız. yada ilerde bir gün çok daha tatsız olaylardan sonra yapmak zorunda kalacağız ve hep birlikte çok acı çekeceğiz.

Sizce hangi yaklaşım daha doğrusu...



Bu yazı 1,272 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 27 Eylül 2012 Türkiye, Suriye'de frene basıyor...
    • 25 Temmuz 2012 Türkiye'siz İsrail'in eski etkinliği kalmadı...
    • 20 Temmuz 2012 Esad için yer aranmaya başlandı, ancak henüz kabul eden ülke bulunamadı...
    • 13 Temmuz 2012 Washington Ankara'yı yavaşlatmaya çabalıyor
    • 27 Haziran 2012 Türkiye karizmasını çizdirmedi...
    • 21 Haziran 2012 PKK, vurdukça devre dışı kalıyor...
    • 25 Nisan 2012 23 Nisan müsamelerinden kurtulamayacak mıyız?
    • 19 Nisan 2012 Böyle subay yetiştirirseniz, Darbe'ye hayret etmeyin
    • 2 Mart 2012 ABD raporu: Ermenistan ile ilişkiler açılmalı...
    • 21 Şubat 2012 Bu defa MİT kazandı, ancak dikkat...
    • 9 Şubat 2012 Bırakın dindar nesli, tablet nesli geliyor...
    • 23 Aralık 2011 Biz neden kızıyoruz, asıl Sarkozy utansın...
    • 15 Aralık 2011 Gül 2014'e kadar Çankaya'da...
    • 10 Aralık 2011 Erdoğan çekildi, partinin haline bakın...
    • 30 Kasım 2011 Başbakan'ın ameliyat sonucu saklanmamalı...
    • 27 Ekim 2011 Devlet ne yapsa, bir türlü yaranamıyor...
    • 20 Ekim 2011 Bu açık bir cinayettir, bir savaş ilanıdır
    • 29 Eylül 2011 PKK vuruyor, ancak kışkırtamıyor...
    • 21 Haziran 2011 Erdoğan'ı tarihe asıl Kürt sorunu geçirir...
    • 22 Nisan 2011 Türkiye, BDP'ye sahip çıktı

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,673 µs