Cengiz Çandar
0 0 0000
Devlet 'düşman'la ne zaman görüşür?
BBC’nin Türkçe sitesinde Türkiye’nin ‘PKK sorunu’nun nasıl ele alınacağı ve ‘Kürt sorunu’na çözüm arayışlarının ‘silahtan nasıl arındırılacağı’na ilişkin son
derece yol gösterici bir yazı yayımlandı. BBC, IRA-Sinn Fein ile Başbakan Tony Blair adına müzakereleri yürüten Jonathan Powell ile görüşmüş.
Görüşme, Afganistan’da Taliban’la başlatılması tasarlanan gizli görüşmelerden ilham almış. Görüşmede, Birleşik Krallık’ın ‘Kuzey İrlanda sorunu’na ilişkin müzakere tecrübesinden kalkılarak, FKÖ-İsrail arasındaki Oslo Barış Süreci’ne de değiniliyor.
Görüşmeyi okuduğunuz vakit, PKK’ya yaklaşımın ne ve nasıl olması gerektiği konusunda değerli ipuçları var. Hiç kimse kalkıp, ‘onlar başka, bizim durumumuz farklı’ diye ahkâm kesmeye kalkmasın. Elbette ki, her olayın kendine özgü, diğerlerinden farklılık gösteren yönleri bulunur. Önemli olan ‘bakış açısı’ ve buna bağlı olarak uygulanacak ‘yöntem’dir. O nedenle, BBC’nin Jonathan Powell ile görüşmesi, görüşmedeki bazı sözcüklerin
yerine ‘hükümet’ ve ‘PKK’ sözcüklerini oturttuğunuz anda, Tayyip Erdoğan hükümetine bol bol ‘kopya’ verecek nitelikte.
Hükümete naçizane uyarımız, söz konusu metni Yasemin Çongar’ın dünkü Taraf’taki ‘Açılım, ateşkes, barış’ başlıklı yazısıyla birlikte okuması.
***
BBC’nin Türkçe internet sitesinde yer verilen metni aynen aşağı alıyoruz.
‘Bugün Kuzey İrlanda yönetimini paylaşan isimlerden bazıları, geçmişte ‘terörist’ olarak adlandırılmıştı. Taa ki, Birleşik Krallık yönetimi, bu kişilerle bir masaya oturup konuşmaya başlamaktan başka bir yol olmadığını kararlaştırıncaya dek.
Son aylarda Afganistan’da da, Batılı güçlerin, bir yanda savaşmaya devam ettikleri gruplarla, görüşme ve pazarlık masasına oturacakları
söylentileri dolaşıyor.
Peki ‘düşman’ olarak nitelenen tarafla görüşmeye oturma zamanının geldiği nasıl anlaşılır?
BBC’ye mülakat veren, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in 10 yıl boyunca Kuzey İrlanda baş görüşmecisi olan Jonathan Powell ile “Düşmanla aynı masaya ne zaman oturulabilir?”
sorusunun çeşitli boyutlarını ve örneklerini değerlendirdik.
BBC: Aslında ‘asla görüşülemez’ diye düşünülen biri ya da bir grup olamaz, öyle değil mi?
Jonathan Powell: Benim görüşümce, kimse hakkında ‘muhatap alınamaz’ diye düşünülmemeli. Geçmişte, terörist olarak adlandırdığımız gruplarla görüşmeye oturduk, sonra bu kişiler hükümetlerde yer aldılar ve devlet adamı muamelesi gördüler. Bence bu, gelecekte de olacaktır.
BBC: Kendisine ulaştığımızı varsayalım; kitlesel öldürme eylemlerinin arkasında olduğu düşünülen Osama Bin Ladin’le de mi görüşülebilir?
JP: El Kaide de dahil olmak üzere hiçbir gruba, bunlarla görüşülemez gözüyle bakmamak gerek. Ama tabii, böylesi bir grupla konuşmanın ne demek olduğu konusunda gerçekçi davranmak gerek. Böylesi bir grubun lider kadrosunu bulabildiğinizi varsayalım; görüşmeler çok uzun bir sürece yayılacaktır. Ve hemen görüşmelere oturmaktan da söz edilemez. Böyle bir grupla önce bir görüşme kanalı açılması gerekir; daha sonra kalıcı bir barış sağlayabilecek görüşmeler başlayabilir.
BBC: Afganistan’ı ele alalım. Taliban’la görüşmeye oturmak
için ne yapmak gerekir?
JP: Taliban aslında hayli iyi örgütlenmiş, yapılanmış bir hareket. Taliban’la görüşmeye oturmak, El Kaide’yle görüşmekten daha kolay. Bir liderliği var, belli bir birliğe sahip. Dolayısıyla fiziksel anlamda Taliban’la görüşmek
çok zor olmayacaktır. Tabii önce grupla temas kuracaksınız.
Grup faaliyetlerini gizli olarak yürüttüğü ve biz de Taliban güçleriyle savaş halinde olduğumuz için bu kolay değil o kadar. Diyelim ki temas kuruldu, o zaman gizli görüşmeler başlar. Zira kamuoyuna yansıdığı anda, Taliban’la çarpışan Batılı hükümetler açısından ve Batı’ya ödün veriyormuş gibi görüneceği için Taliban açısından, durum imkansızlaşır. Dolayısıyla ilk aşama gizlilik içinde yürütülür. Tıpkı FKÖ ile Oslo’da gerçekleşen görüşmeler gibi.
BBC: Oslo görüşmeleri yapıldığı sırada, siyasetin en tepesindeki insanların dışında kimsenin olan bitenden haberi yok muydu?
JP: Oslo görüşmeleri tam bir gizlilik içinde yürütüldü. İsrailli görüşmeci, bana daha sonra, görüşmelerden sadece Başbakan Rabin ile kendisinin haberdar olduğunu anlattı. İsrail hükümetinde başka hiç kimse bilmiyormuş. Gerek İsrail, gerekse Filistin Kurtluluş Örgütü, temasları çok ufak bir grubun bilgisi dahilinde tuttular. Dışarıya sızarsa sürecin derhal çökeceğini düşünüyorlardı.
BBC: Oslo temasları dışarıya sızmadı ama sonuçta Oslo süreci, Orta Doğu’ya barış da getiremedi.
JP: Herhalde Ortadoğu krizini çözmeye en çok yaklaşılan noktaydı o. Bence ilginç bir süreç oldu. Sorun, Oslo’dan sonra süreci uygulamaya koymak için kimsenin çaba göstermemesiydi. Bir anlaşma yapıldı; Filistinliler büyük bir tezahüratla karşıladılar. Ama anlaşmayı İsrail tarafına kabul ettirmeye girişmedi kimse. Sorunlara köklü çözüm getirebilecek anlaşmalarda bazen bu olabiliyor. İki taraf arasında anlaşma sağlanıyor ama arkasından kimse birşey yapmıyor, hiçbir gelişme olmuyor. Kuzey İrlanda’daki Paskalya anlaşması örneğin. Büyük bir açılım sağlayacak anlaşma yapıldı. Arkasından birşey yapmasaydık herşey çökerdi. Tony Blair’in, kendisini bu işe adamasına rağmen, Paskalya anlaşmasının Kuzey İrlanda’ya gerçek anlamda
barış getirebilmesi için, üzerinden 9 yıl daha geçti.
BBC: Peki bir hükümet, hangi noktada, ‘evet, artık görüşmeye oturma zamanı geldi’ der? Siyasiler, askerler ve istihbarat bir araya gelerek, ‘bu mücadeleyi kazanamayacağız’ diye bir karara mı varırlar?
JP: Bence bir etki yaratabilecek görüşme ve pazarlıklar, ancak
her iki tarafın da kazançlı çıkamayacaklarını idrak ettiklerinde gerçekleşebilir. Kuzey İrlanda’ya bakın. (Gerry) Adams ve (Martin) McGuiness, akla gelebilecek her stratejiye başvurdular. Hızlı, keskin, şok etkisi yaratan eylemleri denediler; uzun kampanyalar yürüttüler, bir elde silahla sandık başına gitmeyi denediler... Bu terörist kampanyalarının hiçbiri sonuç vermedi. 1980’lerin ortalarında bu işe barışçı bir çözüm bulunmasının şart olduğu anlaşıldı. Hiçbir zaman yenilgiye uğratılamayacaklarını biliyorlardı ama, asla kazanamayacaklarının da farkına vardılar. 80’lerin başlarında İngiliz ordusu da aynı durumdaydı sanırım. Güvenliği belli bir düzeyde tutabiliyorlardı ama asla kazanamayacaklar, İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu’nu tümden yok edemeyeceklerdi... Her iki taraf da aynı noktada olursa, o zaman barışçı bir çözüm yolu bulunabiliyor.
***
Şimdi söylenebilecek olan şu: Türkiye, PKK karşısında kesinlikle -askeri anlamda- ‘yenilgiye uğratılamayacağını’ gayet iyi biliyor. Bugüne dek başvurulan ‘yöntemlerle’ ise, ‘asla kazanamayacağını’ da anlamış olması gerekiyor.
PKK’nın ise ikide bir ateşkes ilan edip, silahlı mücadeleye geri dönmekle ve silahlı mücadele yoluyla ‘asla kazanamayacağını’ öğrendiğini varsayıyoruz.
Dolayısıyla, ‘barışçı çözüm’ için şartların oluşmuş olması gerekiyor.
Yıllardır gördük ki, tarafların ‘savaşmaya cesaret’ sorunu yok. Sorun, ‘barış cesareti’ ortaya koyabilmekte.
‘Barış’ için ‘cesur adamlar’ aranıyor.
Var mısınız?
Bu yazı 1,291 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
2 Mart 2012
'İç savaş salgını' ve 'korunma yolları'...
-
8 Şubat 2012
Türkiye, Suriye'de savaşa mı gidiyor?
-
13 Temmuz 2011
Diyarbakır DTK'nın, BDP Ankara'nın
-
22 Haziran 2011
Türkiye'nin doğru Suriye pusulası
-
14 Haziran 2011
Yeni anayasa için AK Parti-BDP-CHP uzlaşması
-
13 Mayıs 2011
İktidar Kürt sorununu anlamalı
-
16 Nisan 2011
AK Parti'nin Güneydoğu'da 'siyasi ricatı...'
-
12 Nisan 2011
Aday listelerini okuma kılavuzu
-
1 Mart 2011
Hoca ve 28 Şubat'ın cenazesi
-
22 Şubat 2011
Libya: Osmanlı dominosu ve Bingazi'deki kan davası
-
19 Şubat 2011
Ergenekon faturası
-
5 Şubat 2011
Mısır'ın tarih yazdığı gün...
-
8 Ocak 2011
Hizbullah tahliyesi mi rönesansı mı?
-
5 Kasım 2010
TAK, ne kadar PKK, ne kadar 'Ergenekon?'
-
29 Ekim 2010
'Tek Cumhuriyet'in iki Ankara'sı
-
26 Ekim 2010
Bu gidişle katilden çocuk yaratılacak
-
6 Ekim 2010
Washington'daki Türkiye
-
1 Ekim 2010
Daha seyahatin başı, çözümün eşiği değil...
-
29 Eylül 2010
Türkçeye onurunu iade edin
-
21 Eylül 2010
Hakkâri provokasyonuna inat
Yorumlar
+ Yorum Ekle