Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, önceki akşam Amerikan Dışişleri Bakanı Hilary Clinton ile 45 dakikalık bir telefon görüşmesi yaptı. Görüşme hakkında Amerikan tarafından verilen bilgilerlele Türk tarafından aktarılanlar arasında minik ama önemli bir çelişki var.
Haberi de okudunuz zaten, Amerikan tarafına göre İran’la ilgili bundan sonra yürütülecek diplomasinin Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesiyle Almanya’nın oluşturduğu 5 artı 1 grubunun öncülüğünde yürümesi telkininde bulunmuş Hilary Clinton. Bu telkini mefhumu mualifinden okuyunca, Türkiye’ye kibarca ‘Sen kendi başına hareket etme artık, hatta aradan çekil işi bize bırak’ denmiş oluyor. Türk tarafı ise Clinton’un Türkiye’nin bugüne kadarki diplomatik çabalarına övgüde bulunduğunu duyurmakla yetindi görüşme hakkında. Övgüler olmuş olabilir ama sonrasındaki telkinin olup olmadığını, olduysa bile bunun Türkiye tarafından nasıl algılandığını (şu an gözüken henüz algılanmadığı) bilmiyoruz.
***
Türk dış politikası, türlü çeşitli başarı hikâyelerinin ardından bir sıkışma sürecine girmiş gibi gözüküyor.
Sıkışmanın başlıca sebebi de, İran-İsrail-Türkiye-Amerika dörtgeninde yaşanmakta olanlar.
İran’ın nükleer programı, dünyada en çok İsrail’i tedirgin ediyor. Bunun sebebi de belli: İran liderleri defalarca İsrail’in ‘yok edilmesi gerektiğini’ söylediler, söylemeye de devam ediyorlar.
Bu söylemden güç alan İsrail de, eğer dünya (ABD diye de okuyabilirsiniz) bir şey yapmayacaksa İran’a karşı kendi başına harekete geçip bu ülkenin nükleer silaha sahip olmasını engelleme tehdidini sürekli el altından yapıyor.
İran’ın tehdidini de ciddiye almak gerek; çünkü bu ülke belki henüz nükleer başlık veya başlıklara sahip değil ama bunları fırlatma kapasitesine sahip. Hem de kıtalararası düzeyde. Yani İran dünyanın her tarafını vurabilecek kapasiteye sahip şu an.
İsrail’in tek başına harekete geçme tehdidi, Amerika başta olmak üzere Batı’nın İran’ı engelleme girişimlerinin ardındaki başlıca teşvik.
Türkiye-Brezilya ikilisinin daha önce ABD ve Batı tarafından arzulanan İran’la nükleer materyal takası anlaşmasını kotarmasına rağmen BM Güvenlik Konseyi’nden İran’a yaptırım kararı çıkmasının ardında da İsrail’in endişelerini giderme kaygısının yattığını söylemek çok yanlış olmayabilir.
Türkiye, görülebildiği kadarıyla şu ana kadar ya İsrail’in blöf yapıp dünyayı peşinden sürüklediğine inanıyor ya da İran’ın çabalarının barışçıl olduğuna ikna olmuş durumda.
Ama benim gördüğüm Türkiye esasen, İran’ın nükleer silah edinse bile İsrail’i vurmayacağına, İsrail’in ise tek başına hareket etmesinin önüne zaten (ABD isterse) geçilebileceğine inanıyor. Ve hesaplarını geleceği nükleer bir yok olma dengesi üzerine kurulmuş bir Ortadoğu’yu varsayarak yapıyor.
Geleceğe ilişkin hesap ve öngörüler, buradaki stratejik bakış ne olursa olsun, İran-İsrail eksenli Ortadoğu’da sıkışmanın Türkiye’yi özellikle Batı karşısında zor durumda bıraktığı, çok da dostane olmayan bir konjonktüre zorladığı açık seçik görülüyor.
Burada Türkiye politikasını yürütürken bana soracak olursanız birkaç tane vahim hata yaptı. Bu hataların en önemlisi de, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkça İran tarafını tuttuğunu belli eden açıklamasıydı. Zannediyorum bu açıklama sonrası Türkiye inandırıcılık sorunları yaşamaya başladı ve İran’la ilgili arabuluculuğunun güvenirliği sorgulanır oldu.
Bu dış politika sıkışmasının, algılar düzeyinde bir iç politika yansıması da var:
Sekiz yıldır iktidarda olmasına rağmen kendisini hâlâ ‘müesses nizam’ (‘establishment’) karşısında yalnız, hatta rekabet içinde hissetmeye devam eden Adalet ve Kalkınma Partisi, ‘müesses nizam’a karşı elindeki en büyük koz olan ‘Batı yönelimli, Batıcı’ görüntüsünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya.
İçi boş bir konu olan, gerçeklere de dayanmayan ‘eksen kayması’ tartışması
bu yüzden bir türlü bitmiyor, hükümet bu yüzden sürekli ‘Eksen kayması yok’ demek zorunda hissediyor kendini, Ak Parti taraftarı çevreler bu yüzden ‘Eksen kayması’ndan söz eden köşe yazarı, gazete veya emekli diplomatları ‘Ergenekon uzantısı olmak’la suçluyorlar.
Kısacası dış politikadaki sıkışma hali, Ak Parti’nin kendi kendisine ilişkin algısını da etkiliyor, onu daha bir savunmacı pozisyona itiyor. Bu pozisyon ise dış politikadaki sıkışma halini daha da yoğunlaştırmaktan başka bir işe yaramıyor esasen.
Dış politikada sıkışma-iç politikada savunmaya geçme-dış politikada daha da sıkışma-iç politikada daha hırçın bir savunmaya geçme...
Zincir böyle. Bu da bir kısır döngü. Buradan çıkmak hükümetin elinde.
radikal
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle