İsrail’in kendi hükümetini yerden yere vurabilecek cesaret sahibi saygın gazetesi Haaretz’de dün Tayyip Erdoğan’a yönelik, tanınmış köşe yazarlarından Yoel Marcus’un imzasını taşıyan çok ağır bir eleştiri yazısı yayımlandı. Bununla birlikte yazının son paragrafı dikkat çekici; İsrail’in sürüklendiği durumu gözler önüne seriyor:
“Şimdi kendimize sormamız gereken soru şu olmalıdır: Bize tokadı patlatmanın ve her vesilede kınamanın meşru hale geldiği bir duruma nasıl ulaştık? İsrail Filistinlilerle en sonunda ciddi görüşmelere başlamaya arzulu bir çoğunluğu oluşturacak türden hükümetini yeniden oluşturmalıdır. Zira sürekli (kalıcı) sınırlar üzerinde bir anlaşma olmadan, Suriye ile bir anlaşma olmadan ve hem Türkiye ve hem de Avrupa ile stratejik bağlarımızı tekrar kurmadan, (dünyadaki) cüzzamlı devletler listesine ekleneceğiz.”
İkili düzeyde Türkiye ile İsrail, daha genel çerçevede “uluslararası camia” ile İsrail arasında, Yahudi devletinin uluslararası sularda Türk sivillerinin kanını döken saldırganlığının ertesinde meydana gelen “kriz ve gerilim”in en hızlı sonucu, İsrail’in dünyada artan “yanlızlaşması” oldu.
İsrail liderleri bin dereden ne kadar su getirseler, ABD’deki güçlü lobileri resmi tersine çevirmek için ne kadar gayret ederlerse etsinler. Amerikan yönetimi mahçup biçimde İsrail’i kollamaya her şeye rağmen ne kadar özen gösterirse göstersin, Washington’da Türkiye ve Tayyip Erdoğan hükümetine karşı ne kadar zehir akıtılıyor olursa olsun, şu gerçek değişmiyor: İsrail, 31 Mayıs saldırısı sonucunda daha yanlız, daha sıkıntılı bir ülke haline gelmiştir.
Alman Der Spiegel’in tanımlaması şöyle: “Geçen pazartesinin trajedisi iki şeyi gösterdi: İsrail artan ölçüde siyasi tecrit içine giriyor; ve Gazze Şeridi’ne uygulanan abluka yersiz olduğu kadar etkisiz de.”
***
Gelinen noktada Gazze ablukasının bugüne dek olduğu gibi devamı neredeyse imkânsız hale geldi. 31 Mayıs saldırısının harekete geçirdiği dinamiklerin sonucunda İsrail’in “Gazze ablukası işbirlikçisi” Mısır, Rafah sınır kapısını “geçici” olsa da “insan ve insani yardım girişi”ne açmaya mecbur kaldı. İsrail liderleri, Amerikan yönetiminden yükselen “ablukanın sürdürülemezliği” sesleri üzerine “abluka rejimi” nasıl değiştirilebileceği üzerinde, ister istemez, düşünmeye başladılar.
Gazze ablukası şöyle ya da böyle, bir süre içinde kalkmak zorunda.
Bunun sağlanması halinde Türkiye’nin “kriz” karşısında sıraladığı şartlardan biri daha yerine gelmiş olacak. Türkiye’nin “işin peşini bırakmayacağını” deklare ettiği şartları şunlardı:
1.Yardım konvoyuna saldırıda ölenlerin cenazelerinin, yaralıların ve İsrail’in tutukladıklarının yargılanmaksızın derhal, 24 saat içinde Türkiye’ye iadesi. (Bu, sağlandı!)
2. 31 Mart saldırısına ilişkin olarak İsrail’in hesap vermesinin ve sorumlulularının cezalandırılması ve bu amaçla ilk iş olarak uluslararası bağımsız ve tarafsız bir soruşturma komisyonunun kurulması. (Bu yönde, BM İnsan Hakları Konseyi’nden karar çıktı.)
3. Gazze ablukasının kaldırılması.
İkinci şarta ilişkin, İsrail, kendi “soruşturma komisyonu”nu kurma kararı aldığını “saldırının baş faili” Savunma Bakanı Ehud Barak’ın ağzından dün açıkladı. Söz konusu “Komisyon”a biri Amerikalı olmak üzere iki kişilik uluslararası katılım da öngörülüyor.
Bu, İsrail manevrası, Türkiye’nin BM’ye taşıdığı öneriyle çelişkili. “Üçüncü şart” yani Gazze ablukasının kaldırılması şartı için kat’edilecek hayli karmaşık ve çetin bir yol var. Gazze ablukasının kaldırılması, Filistinlilerle İsrail’in barış müzakerelerine başlamasıyla eş zamanlı ya da ona girizgâh olmak zorunda. Bu da Filistin Yönetimi (Mahmut Abbas) ile Hamas arasındaki “kan davası”nın sona ermesi ve tarafların “uzlaştırılmasını” zorunlu kılıyor.
Bu, sanıldığından çok daha zor bir iş ve Tayyip Erdoğan, önceki gün bunun sağlanabileceğini söyleyerek ön alıyor. Bunu başardığı noktada, Türkiye’nin “bölgenin lider gücü” olma konumu ürün vermiş olacak ve Türkiye’yi uluslararası politika zemininde görülmemiş ölçüde işlevselleştirecek.
Tayyip Erdoğan’ın buna özellikle ihtiyacı var. Çünkü, İsrail’in dünyada yalnızlaşmaya başladığı ölçüde, İsrail’in başını çektiği, özellikle Washington’da çok güçlü destekler bulan ve Türkiye’nin içinde de “yaygın müttefikleri” olan etkili bir koalisyon, onu ve hükümetini “imha etmeyi” gündemlerinin en üst sırasına yerleştirmiş durumda.
Bir bakıma Türkiye hükümeti ile İsrail hükümeti arasında “saate karşı yarış” gibi bir durum söz konusu. Her ikisinin dış dünyada hasımları ve hasımlarının ciddi ölçüde “iç dayanakları” var.
Türkiye ile İsrail arasındaki sözde “stratejik işbirliği”nin tabutuna 31 Mayıs 2010 günü son çivi çakıldıktan sonra, “stratejik olarak” Türkiye’nin İsrail’den çok daha avantajlı olduğunu söyleyebiliriz.
Yeter ki, Tayyip Erdoğan temel hata yapmasın, iyi hesaplanmış bir siyaseti serinkanlılıkla izleyebilsin.
***
Türkiye’nin İsrail’e oranla Ortadoğu’daki “kalıcılığı” yani “yeni yetme bir devlet” olmadığı olgusu bir yana, “stratejik avantajı”, İsrail’in ufkunun hayli sisli olmasıyla ilgili.
New York Times’da dün İsrail’i 12. Yüzyıl’ın Ortadoğu topraklarında merkezi Kudüs ve Filistin olan- “Haçlı Krallıkları”na benzeten çok ilginç bir yazı yayımlandı. Son bölümlerini izleyelim:
“Bundan on yıl öncesine oranla, İsrail’in sadece askeri avantajı devam ediyor. Diplomatik ve demografik olarak, İsrail, artan ölçüde 12. Yüzyılda Kudüs krallarının başını ağrıtan aynı sorunlarla karşı karşıya.
Gazze ve Lübnan savaşlarının ertesine ve şimdiyse abluka uygulama fiyaskosunun ertesinde, Yahudi devleti dünya sahnesinde Siyonizm ırkçılıktır denkleminin kurulduğu 1970’ler kadar tecrit durumda. Bu arada, Arap yurttaşlarıyla ilişkileri giderek gerginleşti ve Filistinli Batı Şeria’nın işgalinin sürekli olacağı görünüyor ve her iki yandaki Arap nüfusları öyle hızla büyüyorlar ki, Yahudiler Şeria (Ürdün) Irmağı’nın batısında azınlığa düşecekler.
İsrail, Amerikan kamuoyu güçlü biçimde onun yanında durdukça diplomatik tecrit içinde yaşayabilir. Ama topraklarındaki demografik dönüşüm karşısında ayakta kalabilmek için çok zorlanacak. Eğer Yahudi devleti kendisini Batı Şeria’dan ayıramaz ise, sürekli bir işgalin yol açacağı bir tür Apartheid devleti olmak ile İsrail politikasında Filistinlilere güçlü bir temsil verecek şekilde (İsrail devletinin bilinen haliyle) sona erişi arasında tercihe mecbur kalacak.”
Yani, şu “küresel çağ”da Akdeniz ile Nehir arasındaki daracık alanda Siyonist devlet modeli, bir “Yahudi ulus-devleti”nin yaşaması imkânsız hale gelecek.
Tayyip Erdoğan’ın ve Türkiye’nin işi zor. Ama, sağlam durabilen bir Türkiye’ye ters düşen İsrail’in işi çok ama çok zor.
radikal
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle