Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye ve Brezilya’nın İran’la yaptığı uranyum takası anlaşmasını İstanbul’da gazetecilere anlatırken, anlaşmayı kotarma yolundaki stratejilerini tarihten bir örnekle tarif etmiş.
Preveze deniz savaşını çok iyi bildiği ve okuduğu anlaşılan Davutoğlu’nun anlattığı öykü çok ilgimi çekti. Biraz sonra göreceksiniz, yazacaklarımın İsrail’le yaşanan gemi krizi dahil hayatta karşılaştığımız pek çok durumla ilgisi var. Ama önce Davutoğlu’nun öyküsü:
Andrea Dorya, savaştan bir gece önce gemi kaptanlarını ve kurmaylarını toplar, “Ben” der, “Bu Barbaros’un bütün savaşlarını okudum, inceledim. Kendisi çok zeki ve başarılı bir amiral ama ben de onun bütün savaş taktiklerini biliyorum. Düşündüm taşındım, kendimi
onun yerine koydum ve buldum: Yarın Barbaros şu taktiği uygulayacak. O yüzden biz de
şöyle bir taktik uygulamalıyız.”
Aynı saatlerde Barbaros da kendi gemi kaptanları ve kurmaylarıyla toplantı halindedir. “Ben” der Barbaros, “Bu Andrea Dorya’yı yakından inceledim, onun hakkında her şeyi okudum, onun beni iyi tanıdığını da çok iyi biliyorum. Kendisi çok zeki ve başarılı bir amiral. Şimdi eminim o benim yarın şu taktikle savaşacağımı düşünüyor ve buna göre de kendi gemilerini şöyle yerleştirecek. Ama biz onu yanıltacağız, şu taktikle çıkacağız savaşa.”
***
Bu öyküyü, Davutoğlu’nun bilgilendirme toplantısına katılan gazetecilerden dinleyince aklıma, hayatta bu çeşit müzakereler yapan herkesin ayrıntılarıyla bilmesi gereken
‘Oyunlar Teorisi’ geldi.
Barbaros ile Andera Dorya’nın Preveze açıklarında yaptıkları savaşa ‘oyun’ diyecek olursak, bu oyunun toplamı sıfır olan bir oyun olduğunu görürüz. İki komutan bir uzlaşma veya beraberlik peşinde değildi, birbirlerini yok etmeye çalışıyorlardı.
Oysa Ahmet Davutoğlu dahil İran anlaşmasında rol alan bütün diplomasi ekibinin amacı bir uzlaşma noktası yaratmaktı. Buna da ‘oyun’ diyecek olursak, bu ‘oyun’ ise toplamı sıfır olmayan bir oyundu. Toplamı sıfır olmayan oyunların sonucu, sıfırdan büyük, yani her iki tarafın da kazandığı (win-win) bir biçimde de olabilir, toplamın sıfırdan küçük yani iki tarafın da kaybettiği (loose-loose) bir biçimde de...
***
Davutoğlu’nun öyküsünün aklıma ilk getirdiği şey, ‘Oyunlar Teorisi’nde ‘Prisoner’s Dilemma’ yani ‘Mahkûmun Açmazı’ adıyla bilinen meşhur ‘oyun’ oldu.
Oyun şöyle:
Polis, bir suça karıştıkları şüphesiyle iki kişiyi gözaltına alır ve bunları ayrı ayrı hücrelere koyar. Her bir şüpheliye üç seçenek sunulur. Eğer Şüpheli A itiraf eder ve diğer şüphelinin suçunu anlatırsa, Şüpheli B de sessiz kalırsa, A serbest kalacak, B ise 10 yıl hapse girecektir. Eğer hem A hem de B birbirleri aleyhine ifade verecek olurlarsa ikisi de 5 yıl hapis yatacaklardır. İkisi de sessiz kalırsa, ikisi de sadece altı ay hapis yatacaklardır.
Bugüne kadar trilyonlarca kez oynanmış, şu yazı okunurken bile bir yerlerde oynanmaya devam eden, gerçek hayata ilişkin çok kritik bir oyundan söz ediyoruz burada.
Ve kaydı tutulan oyunlarda ve gerçek hayat durumlarında karşımıza çıkan şey, insanların ezici bir çoğunlukla ihaneti seçtikleri, diğeri aleyhinde ifade verdikleri.
***
Çıkar çatışması yaşayan iki taraf genellikle birbirine güvenmez. ‘Ben susayım ama ya o konuşursa’ diye düşünür ve hiç hapse girmemeyi umarken beş yıl hapse razı olur. Çünkü herkes kendi çıkarını maksimize etmeye çalışır.
‘Mahkûmun Açmazı’ adı verilen bu örnek akıl oyunu, dikkat edin sık sık başımıza gelir. Burada önemli olan tarafların birbirleriyle konuşmamasıdır. Konuşsalar ve ortak teklifleri duysalar belki topluluk halinde kendi çıkarlarını maksimize ederler, yani altı ay yatıp çıkarlar.
Zaten modern hayat ve modern hukuk bize sık sık bu açmazı getirir dayatır. Aynı işkolunda çalışan şirketler, kartel oluşturup rekabeti (kendi maksimum çıkarlarını) azaltıp mesela ortak fiyat belirleyebilirler ama yasalar onlara engel olur. Gazeteler, ‘Tamam ben promosyonu keseyim ama ya rakibim yaparsa’ deyip çılgınca bir rekabete girişirler mesela.
Yardım gemilerindekiler, ‘Biz insani amaçla buradayız İsrail bize karşı güç kullanmaya cesaret edemez, böyle bir halkla ilişkiler aptallığı yapmaz’ diye düşünür; İsrail ise ‘Bunlar barış aktivisti olduklarını ileri sürüyorlar, en fazla kendilerini gemiye zincirleyip pasif direniş yaparlar’ diye düşünüp gemiye silahlı komandolarını indirir. Sonunda dokuz kişi ölür.
Gördünüz mü, Ahmet Davutoğlu’nun bir öyküsünden nerelere geldim...
radikal
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle