Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, fikri sıçramasını sürdürüyor. Geçen hafta kendi vatandaşını ‘iç düşman’ olarak gören anlayışın çağdışı olduğunu söylemişti, dün sabah bir adım daha ileri gitti, bu yıl yeniden düzenlenecek olan Milli Güvenlik Siyaseti Belgesi’nde ‘iç tehdit’in yer almayacağını açıkladı.
Gerek Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin hukuki geçerliği konusu ve gerekse bu belgede yer alan ‘iç tehdit’ meselesinin sakıncaları, bu köşenin okuyucularının yabancısı olmayan şeyler. Özellikle son dönemde, bu konuda çok sayıda yazı yazdım ve askeri vesayetin bitip sivilleşmenin yükselmekte olduğu tartışmalarında, meselenin bu hukuki yönüne dikkat çekmeye çalıştım.
Biraz hatırlatayım: Bizim devletimizin, zaman zaman ‘Kırmızı Kitap’ olarak da adlandırılan bir gizli belgesi var, resmi ismi Milli Güvenlik Siyaset Belgesi.
Belge, esasen Genelkurmay tarafından hazırlanıyor ama ona son şeklini önce Milli Güvenlik Kurulu, ardından da hükümet veriyor. Dün TRT’nin Enine Boyuna adlı programında sorularımıza cevap veren Başbakandan öğrendik, belge hukuki anlamda bir ‘genelge’ niteliğinde. Yani, hukuki yaptırım gücü aslında son derece sınırlı ve üstelik tartışmalı bir belge.
Bu belge kabaca iki kısımdan oluşuyor. Bir ‘dış tehdit’ değerlendirmesi var belgede, bir de ‘İç tehdit’ değerlendirmesi.
İşin ‘dış tehdit’ kısmı da bana göre sakıncalı ve tartışmalı ama esas sakıncalı olan ‘iç tehdit’ bölümü.
Zamana ve konjonktüre göre (belge zaman zaman yenileniyor çünkü) değişmekle birlikte ‘aşırı sol’, ‘irtica’ ve ‘bölücülük’ uzun zamandan beri ‘iç tehdit’ olarak görülüyor. (Bir ara ‘aşırı milliyetçilik’ ve ‘Alevilik’ de tehdit olmuştu, şimdi son durum nedir, bilmiyorum.)
Bir konuyu ‘iç tehdit’ olarak değerlendirince, o tehdidin kaynağında olduğu düşünülen vatandaşlar da, tehdidin büyüklüğüne göre ‘iç düşman’ olabiliyorlar. Hatırlayın 28 Şubat ve sonrasında neredeyse bütün dindar insanlar ‘iç tehdit’ unsuru, Refah, Fazilet ve Ak Parti gibi partilerde siyaset yapanlar başta olmak üzere cemaatler vs. de ‘iç düşman’ sayıldılar. (Başbakan’a ‘2003’te göreve geldiğinizde sizi ve mensubu olduğunuz siyasi hareketi de ‘iç düşman’ olarak gören belgeyi okuyunca ne hissettiniz?’ diye sordum.)
Hatırlatmaya bile gerek yok, bu belgeye göre Kürt kökenli bütün vatandaşlarımız ‘iç tehdit’ sayılıyor, içlerinden hatırı sayılır bir bölümü de ‘iç düşman.’ Bir seferinde Genelkurmay bu çeşit vatandaşlarımıza ‘Sözde vatandaş’ bile dedi. Bir başka seferinde de, ‘Ne mutlu Türküm diyene, demeyenler düşmanımızdır ve öyle kalacaklardır’ dendi, meşhur 27 Nisan 2007 tarihli Genelkurmay muhtırasında.
Defalarca söyledim, söylemeye devam edeceğim: Modern bir hukuk devletinde o ülkenin vatandaşları ‘tehdit’ veya ‘düşman’ diye sınıflanamazlar.
Neyin suç olduğu kanunda yazılıdır, bu suçları işleyen ‘suçlu’lar vardır hukuk devletinde, toplumun geniş kesimleri ‘Siz her an bu suçu işleyebilirsiniz’ denerek potansiyel suçlu olarak peşinen adlandırılamaz. Zaten kimseye potansiyel suçlu muamelesi de yapılamaz.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dün sabahki TRT mülakatında, sorularım üzerine Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin bu yıl yenileneceğini ve belgede artık ‘iç tehdit’e yer verilmeyeceğini söyledi.
Başbakan’ın son dönemde ortaya çıkan Balyoz darbe planı nedeniyle tartışılan EMASYA (Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma) protokolüyle ilgili sözleri de son derece önemliydi. Başbakan bu protokolün iptal edileceğini, gerekirse yasa değişikliği de yapılacağını söyledi.
EMASYA protokolünün kaynağında İller Kanunu var. Bu kanuna göre bir kentte polisin başa çıkamayacağı kadar büyük toplumsal olayların meydana gelmesi halinde ilin valisi ildeki garnizonu yardıma çağırabiliyor ve o andan itibaren askerler bir çeşit kolluk kuvveti haline geliyor. Ama askerlerin komutası elbette yine askerde kalıyor.
Kanunda bu yazılı olmasına rağmen en son 1997’de Genelkurmay Başkanlığı ile İçişleri Bakanlığı arasında imzalanan EMASYA protokolünde, yasayı aşarak askerin toplumsal olaylara valinin çağrısını bile beklemeden doğrudan müdahil olabilmesinin ve askerin polis dahil bütün güçlerin yönetimini ele almasının yolu da açılıyordu.
Bu protokol, askerin kendi asli görevi olan yurt savunmasının dışında iç güvenlikle de doğrudan ilgilenmesinin, kentleri mahalle mahalle tarayıp ‘potansiyel sakıncalı vatandaş’ları fişlemesinin, gerektiğinde bu vatandaşları bir stadyuma toplamak için planlar geliştirmesinin, mahallelerdeki ekmek fırınları dahil planlama yapmasının vs. sözde ‘hukuki’ altyapısını askere veriyor.
Askerin nasıl fişleme yaptığını, özellikle Özel Kuvvetler Komutanlığı ile onun bünyesindeki Seferberlik Tetkik Kurulu’nun kendince bir ‘iç tehdit’ ve ‘iç düşman’ tanımından hareketle nasıl vatandaşları, esnafı vs. tek tek fişlediğini geçmişte Radikal’de birkaç kez yayımladık. (Ayrıca Hürriyet’in meşhur ‘Sosyetik fişleme’ haberi de unutulmamalı.)
İşte Başbakan’ın dünkü tarihi açıklamalarıyla birlikte Türkiye’de iç güvenliğe bakışta radikal bir değişimin yaşanacağı anlaşılıyor.
Bana soracak olursanız son derece hayırlı bir gelişme bu.
radikal
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle