Sevgili okuyucular, bu pazar sohbetinde sizlere ‘referandum’ ve ‘Anayasa Reformu’ndan söz etmek istiyorum.
Türkiye’nin son haftadaki siyasî manzarası çok ilgi çekici ve tezatlarla dolu... Bir tarafta, Türkiye’nin ‘polis devleti’ne, ‘sivil vesayet’e, hattâ ‘faşizm’e gittiğini ısrarla tekrarlayan
bir muhalefet ve jakoben çevreler; diğer tarafta, demokrasi konusunda açılım üstüne açılım yapan iktidar var.
Hangi ‘sivil vesayet’?
Efendim, Türkiye’nin son yüzyıllık siyasî tarihine bakarsanız, meşru siyasî iktidara ve millet iradesine karşı olanların, bir türlü seçim sandığından çıkamayanların, kendilerine
oy vermeyen halka ve sisteme düşman olduklarını görürsünüz.
Bu oligarşik despotların nazarında, kendilerini istemeyen ve tahakkümlerinden şikâyet eden halk cahil ve gericidir. Şeflik Dönemi’ndeki CHP faşizminin ideologu Recep Peker, “Halkın her şeyi yanlışsa, herşeyini söküp atarız” diyordu. İnönü, Peker ve tek parti ekibi bunu
yapamadılar ama halk onları söküp attı...
CHP despotizmi sandıktan çıkamayınca, darbecileri tahrik ederek ve cuntacılarla
işbirliği yaparak 27 Mayıs Darbesi’ni yaptırıp siyasî rakiplerini yok etti. Bunu
yaparken de hiç sıkılmadan ‘demokrasi’den ve ‘vesayet’ten bahsettiler. Sizin anlayacağınız, demokrasi diyerek demokrasiyi ortadan kaldırdılar ve cuntacıların sâyesinde iktidara geldiler. Halkımız, ‘CHP+Ordu=İktidar’ formülünü çok iyi anlamıştır.
Daha sonra Demirel ve Özal da aynı ithamlarla karşılaştılar. Muhatapları, şeytanî bir demagojiyle ‘çoğunluk egemenliği’ ve millî iradenin değil, ‘azınlık tahakkümü’nün doğru olduğunu ispatlamaya çalıştılar. Onlara göre, oligarşik despotluklarına imkân vermeyen bu sistem kötüydü. Sistemle, ‘sandıksal demokrasi’, ‘cici demokrasi’ diye alay edip, TSK, yüksek yargı, üniversite ve medyayı istismar ederek siyasî hırsları uğrunda kullandılar.
Bugün de aynı oyun oynanıyor...
Baykal’ın deyimiyle ‘kale’lerinin düştüğünü, demokratikleşmenin geliştiğini ve askerî
vesayetin kalkmakta olduğunu görenler, güçlerini halka değil silâhların ucuna bağlayanlar, provokasyonlarını ‘sivil faşizm’ paradoksuyla yürütmeye çalışıyorlar.
Türkiye demokratikleşiyor
Sorarım sizlere, hiç ‘polis devleti’ne gidenler, polis üzerinde gözetim komisyonu kurarlar mı? Tamamen bağımsız kurum ve kurullarla kendi yetkilerini sınırlayıp idarî tasarruflarını
denetime açarlar mı?...
İçişleri Bakanı Prof. Beşir Atalay’ın son basın toplantısında açıkladığı demokratikleşme paketi, sivil vesayet, polis devleti gibi iddiaların ne kadar asılsız ve gülünç olduğunu açıkça göstermektedir. Bakan’ın açıklamalarına göre, tamamen bağımsız ve kendiliğinden çalışacak şekilde 4 kuruluş teşkil edilmektedir:
1. Türkiye İnsan Hakları Kurumu.
2. İşkence ve Kötü Muameleyi Önleme Kurulu.
3. Ayrımcılıkla Mücadele ve Eşitlik Kurulu.
4. Kolluk Gözetim Komisyonu.
Görüldüğü gibi, bırakınız ‘polis devleti’ne gitmeyi, bilâkis idarenin ve polisin icraatının bağımsız şekilde denetlenmesi söz konusudur. Hattâ, bize kalırsa, bu konuda diğer demokratik ülkelerden daha fazla cömert davranılmış ve sistem suiniyetli müdahalelere açık olma tehlikesine mâruz bırakılmıştır.
Böyle bir zihniyetten nasıl olur da sivil vesayet ve faşizm beklenebilir?...
Yeni Anayasa’ya doğru
Efendim, Başbakan Erdoğan ‘Referanduma alışın’ diyor. Bu ifade, artık sıranın en köklü reforma, yani ‘Anayasa Reformu’na geldiğinin müjdecisidir.
Referandum, köklü bir demokratik kurumdur. Temsilî demokrasinin tıkandığı zamanlarda, geçici olarak doğrudan demokrasiye müracaat edilmesidir. 1982 Anayasası’na, rahmetli Özal döneminde yapılan 17.5.1987 tarihli ve 3361 sayılı tâdille girmiştir. Buna göre çıkarılan 23.5.1987 tarihi ve 3376 sayılı Kanunla esasları tespit edilmiştir.
Ben o esnada Devlet Bakanı ve Hükûmet Sözcüsü idim. Merhum Özal, siyasîlerin affı konusunu referanduma sunmak istiyordu. Bu konuda referanduma gidilmeden doğrudan anayasa değişikliği yapılması için onu ikna etmiştim ama sonradan araya giren siyasî oportünist tâifesi onun fikrini çelerek referanduma ikna etti. Evvelemirde düşünülen konu siyasî af olduğu için Özal kanundaki süreci uzun tuttu ve 120 gün olarak tespit etti.
O zaman itiraz etmiş ve sürenin çok uzun olduğunu, 30 gün içinde netice alınabileceğini söylemiştim ama uzun bir kampanya dönemi düşünen Özal bunu kabul etmedi.
Şimdi, 3376 sayılı Kanunun değiştirilerek referandum uygulama süresinin 45 güne çekilmesi son derece isabetli olacaktır.
Böylece, yaklaşık 30 yıllık 1982 Anayasası’nın antidemokratik hükümleri bizzat halkın
oyuyla değiştirilebilecektir.
Tabiatıyla bu durumdan halkı cahil görenler ve millet iradesinden hoşlanmayanlar memnun olmayacaktır. Lâkin bütün demokrasilerde halkın nihaî karar mercii olduğu bilinen bir gerçektir.
Bakalım jakoben oligarşi bu konuda nasıl tezviratta bulunacak?!..
radikal
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle