Ankara’nın Türkiye’nin geri kalan bölümüyle ilişkisinin kopukluğunu anlamak için, Ankara dışında yaşamak yeter. Anadolu’da hele Güneydoğu Anadolu’daysanız, Ankara, ayrı bir
gezegende yaşıyor gibi.
Bunu ‘Ankara kaynaklı’ değerlendirme yazılarından anlayabilirsiniz. Örneğin, ülkenin en yakıcı ve en önemli sorununa ilişkin gelişmeler konusunda Ankara’dan yazılıyorsa, yazı
şöyle başlayabiliyor:
‘Kürt açılımı konusunda kamuoyunda ilk başlarda oluşan ilgi ve dikkatin dağılmaya başlamasının’ nedenleri...
Ortada bir ‘gözlem’ var, ‘Kürt açılımı konusunda kamuoyunda ilk başlarda oluşan ilgi ve dikkatin dağılmaya başlaması’...
Bir hafta boyunca, daha önceki yazılarımızda altını çizdiğimiz gibi Türkiye’nin Güneydoğu’sunda 1500 kilometre yol yaptık, Türkiye karayollarının bittiği Türkiye-İran-Irak üçgeninin ucuna kadar gittik, tüm o bölge boyunca ‘Kürt açılımı’ konusundaki ‘ilgi ve dikkat’in dağılmaya başlaması bir yana, bu konu üzerinde ilgi ve dikkatin daha da yoğunlaştığını ve neredeyse sadece bu konu üzerinde ‘odaklandığını’ gözlemledik.
Türkiye’de sorunun doğrudan doğruya öznesi olan bölge ve tüm insanları ‘kamuoyu’ndan sayılmıyorsa, ‘Ankara gözlemi’ doğrudur. Kaldı ki, son iki hafta boyunca Ege’de ve İstanbul’da da her çevrede neredeyse sadece ve sürekli olarak ‘Kürt açılımı’ tartışılıyor.
‘Kürt açılımı, tamam mı, devam mı’ cinsinden bir mesele, ‘tamam, bitmiştir’ temennisi içeren Ankara zeminli bir siyaset yaklaşımının, muhalefet ile Genelkurmay’ın ve bürokrasinin bir kesimi için söz konusu olmalı.
Genelkurmay Başkanı’nın 25 Ağustos açıklamasının üzerinden daha saatler geçmeden MHP sözcülerinin ‘Bu noktadan sonra, Kürt açılımı sona ermiştir’ şeklinde beyanat vermelerini unutabileceğimiz kadar uzun vakit geçmedi.
Oysa, Kürt açılımı sona ermediği gibi, Şemdinli’den, Eruh’tan, Çukurca’dan gelen şehit haberlerine rağmen, -ki, yakın geçmişte buna benzer tek bir gelişme tüm süreci berhava ederdi- devam edeceği bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından açıklandı.
***
Açılım sürecinin noktalanmasını temenni eden çevreler, süreç hareket halinde kaldığı ölçüde, ‘yöntem’e ilişkin itiraz ve eleştirilerini dile getiriyorlar.
Yani, ‘keşke süreç ‘tamam’ dese ve şu noktada sona erse’ ama eğer devam ediyorsa, bu kez iş başa düşüyor ve buradan bir yere gidemeyeceğini kanıtlamak kalıyor kamuoyuna.
Çünkü, ‘yöntem hatası’ var.
Neymiş o ‘yöntem hatası’?
‘Kürt açılımı’nın başlangıç noktasında bunun CHP ve MHP ile en üst düzeyde görüşülmemesi; bunun yerine önceliğin toplumsal zeminde görüş alınması ve tartışmaya verilmesi.
Türkiye’de Kürt sorunu 1920’lerden bu yana tartışılmadığı kadar, 31 Ağustos 2009’da İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın basın toplantısından bu yana son bir buçuk ay içinde tartışılır oldu. Her gün konuşuluyor, herkes konuşuyor.
Konuşulmadığı, ‘tabular’ın arkasında bir ‘yasak alan’ haline dönüştürüldüğü vakit, ağızlarını ve zihinlerini konuşturamayanlar, silahları konuşturdular.
80 küsur yıllık bir Cumhuriyet tarihinde kimisine göre 29 ama büyük çaplı 4-5 ‘Kürt isyanı’ olması normal bir şey mi?
Tüm ülkenin bunu tüm boyutlarıyla enine boyuna konuşmasından, tartışmasından daha yararlı, daha hayırlı ne olabilir?
Tabii, araya 25 yıllık bir silahlı çatışma dönemi ve dökülen kanlar girince, konuşma ve tartışma doğal olarak ‘silahların nasıl susturulması’, ülkenin birlik ve bütünlüğünün nasıl ‘sağlama alınması’ üzerinde de yoğunlaşıyor.
Bu çerçevede İmralı’nın, Kandil’in ve PKK sözcüklerinin de gündeme gelmesi kaçınılmaz. Zira, konu ‘silahların susması’ ve ‘susturulması’ ise, ‘isyan silahları’na hükmedenlerin bu silahları bırakma kararına nasıl varmaları gerektiği ve nasıl varacakları da haliyle tartışma konusu olmak zorunda.
Burada ‘sorun’, DTP’nin ‘işi kısa sürede PKK’nın meşrulaştırılması odaklı bir sürece doğru çekmesi’ değil. Çünkü, ‘Kürt açılımı’ ile birlikte öne çıkan konu, ‘Kürt sorunu’na çözüm tartışmasının ve çözüm yolları araştırılmasının, ‘şiddetten arındırılmış’ bir ortamda yapılabilmesi.
Eller tetikten çekilmeden konuşulmaz, tartışılmaz; savaşmaya hazır beklenilir.
Ellerin tetikten çekilmesi
için, PKK’nın ‘bir şekilde’ sürece dahil edilmesi, ‘sorunun tarafı’ olmaktan çıkarılması, ‘çözümün bir parçası’ haline getirilmesi gerekiyor.
‘Sorun’, bunun nasıl yapılacağında. 25 yıldır ezberlediğimiz klişelerle yapılacaksa, ‘Kürt açılımı’na gerek yok. Bugüne kadar ne yapılıyorsa, o yapılmaya devam eder ve ara ara şehit cenazelerinde söylenen basmakalıp nutukları da gözyaşları arasında dinlemeye devam ederiz.
***
İşe ‘CHP ve MHP ile başlama’yı ‘çözümün selameti’ açısından bir önşart olarak gören ‘Ankara yaklaşımı’nın temel zaafı, CHP ve MHP’nin itirazlarını sanki ‘yönteme itiraz’ olarak sunmak ile ilgili.
CHP’nin genel başkanı ile MHP’nin yönetici kademelerinin itirazı, ‘söz’e değil; ‘öz’e.
Eğer, ‘yöntem’ olarak işin en başında kapalı kapılar ardından onlarla görüşmek seçilseydi. ‘Kürt açılımı’ açıldığı gün mevta haline gelirdi.
Bugün ‘Kürt açılımı’nın açtığı ‘süreç’in devam şansı varsa, o da ‘toplumsal kabul’ görmesi ve söz konusu ‘toplumsal kabul’ün CHP ve hatta MHP zeminini zorlaması sayesinde.
O ‘toplumsal zemin’ aynı zamanda, DTP’nin zemini ve hatta PKK bünyesinin içinde de ‘çatlaklar’ oluşturuyor.
O nedenle, süreçte ‘ısrar’ ve her şeyden önemlisi ‘kararlılık’ ve ‘sabır’ gerekiyor.
Ağustosun son günlerinde Genelkurmay Başkanı’nın ağzından ifadesini bulan ‘Kürt açılımı’na üstü kapalı itirazın ise ‘yöntem yanlışlığı’ndan ötürü ‘İlker Başbuğ’un kendisini açıklama yapmak zorunda hissetmesi’ ile ilgisi pek yok.
Askerin tavrı ile ilgili isabetli bir değerlendirme, ‘Türkiye’de asker-siyaset ilişkileri’nin önde gelen uzmanı, Princeton Üniversitesi’nde Prof. Ümit Cizre’nin önceki gün Star gazetesinin ‘Açık Görüş’ ekindeki yazının şu satırlarında görülebilir:
“Ergenekon davası ile zirveye ulaşan bir dizi aşırılık, askeri cenahın psikolojik iktidarına
çok ağır bir darbe vurarak bu açılıma kapıyı açan en önemli etkenlerden birisi olmuştur. Bu açılıma askeri bürokrasinin ‘rıza’ ve ‘onay’ göstermesinden söz etmek yerine, konjonktüre bağlı stratejik bir seçim yaparak proaktif olmaktan kaçındığını, geri planda kaldığını ifade
etmek daha doğru olur. Dolayısıyla, bazı muhalefet liderlerinin askeri cenahın tavrının gerisine düşmesi aslında herhangi bir çelişkiyi ifade etmiyor.”
Yani, resmen ilan edilmesinden bir buçuk ay sonra ‘Kürt açılımı’ ile vardığımız nokta öyle bir
nokta ki, ‘açılıma tamam’ dendiği anda, bunun altında Ak Parti hükümeti kalır. Sadece o kalsa neyse, Türkiye kalır.
O nedenle, ‘devam’; çünkü göze alınabilir, kabul edilebilir başka seçeneği olmayan bir ‘süreç’ bu.
‘Süreç’e ‘toplumsal desteği’ diri tutmak gerekiyor. ‘Açılım’ın başarısı için ‘olmazsa olmaz’
şart bu...
radikal
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle