En Sıcak Konular

Kürşat Bumin


Kürşat Bumin
0 0 0000

Çözüm 'Türkiye modeli' çerçevesinde aranmasın sakın



İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın hükümetin Kürt sorununun çözümüne yönelik başlattığı çalışmalar hakkında yaptığı açıklamaya ilişkin ilk kanaatimi (itiraf ediyorum!) "hayal kırıklığı" şeklinde ifade etmiştim.

Bir gün öncesinde "İçişleri Bakanı yarın önemli açıklamalar yapacak" denildiği için –doğrusu- söz konusu açıklamadan beklentim çok daha yüksekteydi.

Ama şimdi bakıyorum da -bazı yorumcuların haklı olarak dikkat çektikleri gibi- Atalay'ın açıklaması beklentime cevap verecek türden olmasa da, o güne kadar tutturulan türküden epeyce farklı idi. (İlk elde edindiğim kanaatimi düzeltiyorum yani.)

"Farklılık", her şeyden önce, "sorun"a ilişkin "klişeler"den hemen hiçbirine yer verilmemiş olmasındaydı. Açıklamada "Tek vatan, Tek bayrak, Tek devlet, Tek millet" (unuttuklarım var ise onu da siz ekleyin) gibi klişenin klişesi ifadelerin yanından bile geçilmediği gibi, "geçmişten ders alıp geleceği birlikte kurmak" gibi memleket ahalisinin resmi ağızlardan duymaya hiç mi hiç alışık olmadığı güzel cümleler de yer alıyordu.

Atalay, pek çok yorumcunun söylediği gibi, açıklamasını "demokratikleşme" gibi bir siyaset-hukuk terimi üzerine kurmuştu. "Sorun"un teşhisi ve tedavisi de bu terime dayandırılıyordu: Demokratikleşmede ciddi olarak ısrar edersek, diğerleri gibi bu sorunu da çözeriz.

Tamam, Atalay'ın açıklamasında "Meselenin Türk toplumunun meselesi olarak değerlendirilmesi gerektiği" gibi "klişemsi" ifadeler eksik değildi. (Yanılıyor muyum; meselenin esası zaten toplumun "Türk" sıfatıyla birlikte anılmasından kaynaklanmıyor mu?)

Atalay'ın açıklamasında beni "işkillendiren" asıl bölüm ise şuydu: "Hiçbir ülkenin benimsediği yöntemi uygulama niyetimiz yok, zaten mümkün de değil. Biz kendimize özgü, ülkemize uygun, kendi modelimizi uygulamaya çalışıyoruz. Bu çalışmaların sonucunda çözüm konusunda dünyaya model olarak bir Türkiye modeli de biz oluştururuz."

Görüyorsunuz, "iddia"nın çapı olağanüstü...Atalay, her ne kadar, "Türk modeli" ifadesinden kaçınarak bir "Türkiye modeli"nden söz ediyorsa da, söz konusu iddia yine de fazla büyük.

Açıklamada dile getirilen ve bir bakıma "model ihracı" faslına girebilecek bu iddia –hakkını teslim edelim- Beşir Atalay'a özgü bir tarzın ürünü değil. Hatta belki, hükümet üyeleri içinde bu tarza en uzak kişilerden birisi o. Bu şekilde "milli iddialar"a girmek bizde –devlet kadar toplumda da- milli bir davranış şekli aslında. Yani; bugüne kadar dünyaya, "asimilasyon" çerçevesinde nasıl eşi az bulunur bir "model" ihraç etmiş isek, şimdi de sıra bunun tam tersi yönde dünyaya "entegrasyon" çerçevesinde bir "Türkiye modeli" ihraç etmeye geldi. Bu düşünüş ve davranış biçiminin "tevazu"yu tanımadığına şüphe yok!

Neyse, biz dönelim açıklamadaki "demokratikleşme" önerisine.

Sabah gazetesinde bir müddettir köşe yazarı olarak ilgiyle okuduğumuz İbrahim Kalın da Atalay'ın açıklamasının merkezine yerleşmiş olan bu kavramı-öneriyi, yani "demokratikleşme"yi konu edinmiş dünkü yazısında.

Yakın dönemde Davutoğlu'ndan boşalan "danışman"lık görevine başlayan Kalın, yazısına şöyle başlamış:

"Kürt açılımı çerçevesi belli oldu: Demokratikleşme. İçişleri Bakanı Beşir Atalay sorunu Kürt meselesi değil, bir demokratikleşme sorunu olarak tanımladı. (...) hükümetin, sorunu bir etnik sorun değil, demokratikleşme meselesi olarak tanımlaması doğrudur. Kürt sorunu dahil Türkiye'deki bütün kronik sorunların temelinde demokrasi zaafı vardır. Anayasa, laiklik, sivil-asker ilişkileri, Aleviler, gayrimüslim azınlıklar, ekonomik fırsat eşitliği ... 'Sistemle ilgili' bütün bu sorunların temelinde Türkiye sosyolojisi ya da tarihi değil, demokrasiyle olan çarpık ilişkimiz yatıyor."

Kalın'ın bu değerlendirmesi –bu değerlendirme Kürtlerin hoşuna gitmeyecek olsa da- genel olarak yanlış değil. Ama sadece "genel olarak".

Çünkü, demokratikleşme dendiğinde dünyada son üç on yıldır anlaşılan-tartışılan hususlar Kalın'ın çizdiği bu "demokratikleşme" şemasının epeyce dışına çıkmış durumdadır. Zaten böyle olduğu içindir ki, son üç on yıldır "demokratikleşme"nin teori ve pratiği asıl olarak "kimlikler" zemininde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla, üzerinde çalışılmakta olan yol haritası, "Sorunumuz Kürt sorunu değil, demokratikleşme sorunudur" tespitinden hareketle oluşturulur ise, iddialı "Türkiye modeli" bir kere daha sınıfta kalacaktır.

Tabii ki, her ülkenin olduğu gibi Türkiye'nin "sosyolojisi ve tarihi" önemle dikkate alınmalıdır. Tabii ki, "ekonomik fırsat eşitliği" ile dağlara taşlara "Ne Mutlu Türküm Diyene" özdeyişinin kazınması aynı dalgadan sorunlar değildir. "Aleviler" meselesi keza, "gayrimüslim azınlıklar", "laiklik", "Anayasa" meseleleri keza...

"Demokratikleşme" kavramının-önerisinin öne çıkarılması resmi ve gayri resmi ağızların topluma yıllarca dinlettiği eski tarz tarih-siyaset-sosyoloji derslerinden vazgeçilmekte olduğunun bir işareti olarak çok makbul bir davranıştır. Ama ödevimiz burada son bulmamalı, yeni ödevimiz, dinamik bir kavram olan "demokratikleşme"nin yeni hallerini asla ihmal etmemek, büyük sorunlarımızın çözümünü bu çerçevede aramak olmalıdır.

Bu "açılım" sonrasında da, "Kürt sorunu denmeyecek, demokratikleşme sorunu denecek!" türünden işin esasında eskisinden pek de bir farkı olmayacak yeni bir "otoriter pedagoji" ile daha karşılaşmayalım diye yazıyorum bu satırları...

yenişafak



Bu yazı 888 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 17 Aralık 2011 'Harbe hazırlık' ve Bahçeli'den 'suikast hazırlığı' yorumu
    • 20 Kasım 2011 Çadırlarda yaşayan depremzedeler kışlalara yerleştirilsin
    • 19 Kasım 2011 'Bedelli' tartışması ışığında Uğur Kantar cinayeti
    • 22 Mayıs 2011 'Darbecilik genleri': Büyük bir keşif!
    • 7 Şubat 2011 Kıbrıslı Türkler ne diyor?
    • 16 Ocak 2011 RTÜK Kanunu'nun 'yayın ilkeleri'
    • 26 Eylül 2010 Yeni anayasa'?
    • 10 Temmuz 2010 Kötümser mi –yoksa- iyimser mi olmalıyız?
    • 28 Mart 2010 Paket'e ilişkin 'üç tarz'ı siyaset'
    • 7 Aralık 2009 DTP'ye de dokunma!
    • 29 Kasım 2009 İki karar da problemli (2)
    • 16 Kasım 2009 'Dersim Açılımı'
    • 5 Ekim 2009 'Yargı' bizi çıldırtmadan…
    • 14 Eylül 2009 'Vatan hizmeti'nin sapkın bir tarifi: İşkence yapmak
    • 2 Ağustos 2009 Çözüm 'Türkiye modeli' çerçevesinde aranmasın sakın
    • 27 Temmuz 2009 YÖK'ün aldığı kararın 'önümüzü açtığı' doğru mu?
    • 9 Şubat 2009 Bir tahliye kararı
    • 18 Ekim 2008 Başbakan'ın desteği
    • 12 Temmuz 2008 Konuyu ikisi de bilmiyor muydu zaten?
    • 23 Haziran 2008 'Lalalık pedagojisi'ne devam

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,459 µs