En Sıcak Konular

Hasan Cemal


Hasan Cemal
0 0 0000

Hasan Cemal, sen Kandil Dağı’na neden gittin?..



İyi bir yazar değil, iyi bir gazeteci olmaya çalıştım hep.   Kim bilir, belki de iyi bir yazar olmanın hiç de kolay bir iş olmadığını hissettiğim için böyle yaptım.
Kendimi her zaman gazeteci olarak tarif ettim. Meslek nedir diye sordukları vakit, gazeteci demekle yetindim.
‘Gazeteci-yazar’ demedim.
Çünkü benim gözümde yazarlık daha başkadır, daha farklı, daha özel bir kategoridir. Belki de gözümde büyüttüğüm için öyledir ama öyledir.
Buna bir neden daha olabilir.
Gazete köşeleri kendine yazar, kendine gazeteci-yazar diyenlerle o kadar çok dolup taşıyor ki, belki de ben bu yüzden gazeteciliği tercih etmiş ve “Ben yazar değilim!” demiş olabilirim.
Evet, ben gazeteciyim!
Pat diye bir soru:
Gazete köşeleri gazeteciler için mi, yoksa yazarlar için mi?
Öncelik gazetecilerindir.
Öyle olmalıdır.
Daha doğru deyişle, gazete köşelerinde öncelikle gazetecilik mesleğinden gelenler yazmalıdır.
Yıllar yılı dış haberlerin içinde pişmiş, dış olayların peşinde koşturmuş haberciler öncelikle dış politika yorumcusu olurlar.
Yıllar yılı ekonomiyi, finans dünyasını kuyumcu titizliğiyle izlemiş olan haberciler, günün birinde gazetelerin ekonomi, finans yorumcusu olarak köşelere kurulurlar.
Yıllar yılı siyaseti izlemiş olan muhabirler, gün gelir iç politika yorumcusu olarak gazete köşelerinde ahkam kesmeye başlarlar.
Spor için de geçerlidir bu.
Genel kural budur.
Paraşütle gelinmez köşelere!
Gazetelere hem hayatiyet kazandırır böyle bir çark, hem de kendilerine dönük aidiyet duygusunu güçlendirir.
Batı’nın büyük gazetelerinde böyle bir çark döndüğü içindir ki, onlar kaliteli ve ciddi sıfatını hak ederler. 
Gazete köşeleri öncelikle gazetecilikten gelenlerindir diye özetlenebilecek genel kuralın istisnaları yok mudur?
Elbette vardır.
Ama istisna olarak...
Peki iş dünyasından, akademiyadan, edebiyat ve sanat dünyasından, sendikalardan, barolardan, spor dünyasından gazeteye kimse yazı yazamaz mı?
Hiç kuşkusuz yazar.
Ama onlar gazetenin ‘devamlı yazarı’ değildirler; yorum sayfalarına ara sıra ‘dışarıdan’ yazı gönderirler.
Ama eğer aralarında yetenekli olanlar varsa, devamlı köşe sahibi olmak ve sistemli olarak haftada birkaç yazı yazmak istiyorlarsa, gazete yönetimi de bunu onaylıyorsa, o zaman ‘öteki işleri’nden vazgeçip (üniversite hariç) sadece ‘gazete yorumculuğu’na soyunabilirler.
Bizde böyle mi?
Hayır, genellikle değil.
Öte yandan, basın özellikle 1980’li yıllardan beri köşe yazarı enflasyonu yaşıyor. Gazetelerin her tarafından salkım saçak ‘köşe yazarı’ taşıyor, habere yer kalmıyor.
Ne yazık ki, köşelerde seviyeden yoksun polemikçilik ağır basıyor. 
Uzmanlık  arka plana itilirken, ilkçağ feylezofları gibi her konuya kalem sallama cüreti gösteriliyor.
Somut konular işlenmiyor, bunun yerine kişilerle uğraşılıyor. Bir fikrin eleştirilmesi yerine, o fikrin sahibine kara çalınıyor.
O kadar çok örneği var ki.
1981’de Cumhuriyet gazetesine Genel Yayın Müdürü olurken, Nadir Nadi beni uyarmıştı:
“Kişilerle değil, fikirlerle uğraş! Bir gazete için bu çok önemlidir.”
Kişilerle değil fikirlerle... Bu pencereden bakın bizim gazetelere...
Tablo iç açıcı değil.
Yeni de değil bu tablo...
Peki o zaman, salkım saçak gazete köşelerinden ne diye şimdi yakınıyorsun?
Kandil seferi dolayısıyla ben de şu günlerde o kadar seviyesiz, o kadar gerçek dışı saldırılara hedef oldum ki, ayrıntıya girmeden konuya şöyle bir değinmek istedim.
Uzun lafın kısası:
Öyle bir durum ki, bir yandan gazetelerin saygınlığıyla inandırıcılığını törpülüyor, bir yandan haberlere çok daha az yer kaldığı için, bizim mesleğin temel direği olması gereken habercileri  hayal kırıklığına uğratıyor, hem de gazeteleri birbirine benzeştirerek tirajı olumsuz etkiliyor.
Haberi önemsemeden, haberciyi önemsemeden, haberden heyecan duymadan, en başta haberciyi motive etmeden gazetecilik ve gazete olmaz.
Marquez’in çok sevdiğim bir romanı vardır:
Benim Hüzünlü Orospularım.
Romanın bir bölümü şöyledir:
“Ne iş yapıyorsunuz?
Gazeteciyim.
Ne zamandan beri?
Yüzyıldan beri dedim.”
İyi pazarlar!
Dip not:
Dünkü yazımın sonunda, Kürt sorunu ve PKK’da gelinmiş olan son noktaya ilişkin bir değerlendirme yapacağımı söylemiştim. Yer kalmadı, haftaya salıya bırakıyorum.

 milliyet



Bu yazı 918 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 16 Eylül 2012 Türkiye AB’nin, AB Türkiye’nin neresinde?
    • 13 Eylül 2012 Ve soruyorum Ak Parti iktidarına...
    • 7 Ağustos 2012 Özkök Paşa demokrasi adına bir şanstı!
    • 12 Mayıs 2012 Ak Parti’yle kadınlar, başörtüsü sorunu ve Kürt sorunu...
    • 18 Nisan 2012 Demokraside asker sorunu, sivil sorunu!
    • 15 Nisan 2012 Suriye’de akan kan ve evimizin içi!
    • 3 Nisan 2012 Suriye’de ben de tarafım!
    • 27 Mart 2012 Zamanın ruhu ve dış konjonktür PKK’ya karşı!
    • 21 Ocak 2012 İnsanlık ölmedi, karanlık sorgulanacak!
    • 18 Ocak 2012 Sanık Kenan Evren, ayağa kalk!
    • 20 Kasım 2011 ''Dersimli okşanmakla kazanılmaz!''
    • 18 Ekim 2011 Herkes ‘Atatürk milliyetçisi’ olmak zorunda mı?..
    • 5 Ekim 2011 Ak Parti, CHP, BDP uzlaşması...
    • 29 Eylül 2011 Ciğeri yanan Erdoğan’a, Öcalan’a...
    • 27 Eylül 2011 PKK, BDP, Güneydoğu’dan haberler öyle ki...
    • 22 Eylül 2011 Avrupa Birliği Türkiye'ye dürüst davranmıyor mu?
    • 21 Eylül 2011 Düşen helikopterin beynini kim söküp aldı ?
    • 7 Eylül 2011 Başbuğ Paşa da hesap vermek zorunda!
    • 2 Eylül 2011 Erdoğan’ın askeri vesayetle mücadelesi...
    • 6 Ağustos 2011 Kürt sorunu: Bardağın dolu ve boş tarafı!

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,738 µs