En Sıcak Konular

Cengiz Çandar


Cengiz Çandar
0 0 0000

Ekonominin geleceği fena değil desem...



Anlamadığım, bilmediğim, üzerinde pek çalışmadığım konulara ilişkin yazmadığımı daha önce de burada dile getirmiştim sanırım. Bunların başında ekonomi ile ilgili konular geliyor. Bir ‘ekonomi cahili’ olduğumu, yine daha önce, burada ilan etmiştim.
Bir ‘ekonomi cahili’ olduğuma en güçlü dönemini yaşadığı 1980’lerin sonu 1990’ların
başında Asil Nadir’e bir türlü inandıramamıştım. Birkaç sohbetimizde ‘ekonomi cahili’ olduğumu söyleyerek gardımı alarak ona yönelttiğim sorularla kendisiyle kafa bulduğum kanaatini edinmişti. Benim ekonomiyi çok iyi kavradığımı bile söylemişti.
Kendimi biliyorum. Buna beni inandırması mümkün değildi. Yaklaşımımın ‘Ekonomiyle ilgili olmadığını, psikolojiden yola çıktığını’ söylediğimde, ‘Zaten ekonomi dediğinin yüzde 80’i psikolojidir’ diye kestirip atmıştı.
Dönemin dünya çapında başarılı bir iş adamının bu değerlendirmesini önemsemiştim.
Sanırım, ‘Ekonominin yüzde 80’inin psikoloji olduğu’ önermesinden cesaret alarak, bir ‘ekonomi cahili’ olduğuma dair uyarılar yapmayı ihmal etmeden, nadiren de olsa burada ekonomi konusunda yazmıştım. Nedeni, dünyada patlak veren ‘mali kriz’e ilişkin Türkiye’de akıl almaz bir duyarsızlık sezmiş olmam idi. Krizden bizden çıkmadı, henüz bize ulaşmadı diye sanki hiç etkilenmeyecekmişiz gibi umursamazlık ve kayıtsızlığın doğru olmadığını vurgulamak için yazmıştım.
Tek kutuplu uluslararası sistemin tek kutbundan, tek ‘süperdevlet’ten kaynaklanan kriz, ‘küresel etkiler’ yapmak zorundaydı ve yaptı. ‘Radyoaktif serpintileri’ bizim üzerimize de düşmeye başladığında, tartışma da başladı.
Başbakan Tayyip Erdoğan, ‘Bizi teğet geçecek’ değerlendirmesini yaptı. Bir ‘siyasi iktidar referandumu’na dönüştürülen yerel seçim kampanyasına denk geldiğimiz şu günlerde, krize ilişkin tartışmalar da seçim kampanyasının ihtiyaçlarına tabi.
Buna, IMF ile yapılacak anlaşma da dahil. Muhalifler, hükümeti IMF ile stand-by anlaşması imzalamayı savsaklamakla suçluyor, hükümet yandaşları ise IMF karşısında Başbakan’ın çizgisini onaylıyor.
Bu arada, kriz, Türkiye’yi ‘teğet mi’ geçecek; yoksa mahvederek, delip mi geçecek, bu da bir siyasi polemik konusu.
Bir ‘ekonomi cahili’ olarak ben tartışmanın bu yönüyle ilgilenmiyorum. Genel siyasi ve ekonomik trendlere, verilere ve mantıklı gördüğüm tezlere bakıyorum.
***
2008 Aralık ayı işsiz sayısı dün açıklandı. 838 bin kişi artarak 3 milyon 274 bin kişiye çıkmış. İşsizlik oranı geçen yılın aynı dönemine oranla yüzde 10.6’dan yüzde 13.6’ya yükselmiş.
Özellikle genç nüfusta işsizlik oranı daha önemli. Yüzde 20.6’dan yüzde 25.7’ye fırlamış.
Nüfusu genç olan ülkelerde genç nüfus ile işsizlik oranı arasındaki ilişki, o ülkelerin geleceğine, toplumsal çalkantılarına ve dolayısıyla siyasal yapılarının nasıl biçimleneceğine ilişkin ipuçları verdiği için önemli. Örneğin, İran nüfusunun yüzde 66’sı 30; yüzde 50’si 20 yaşın altında ve işsizlik oranı yüzde 15.
Bu ne demek?
Her yıl 800 bin gence iş bulunması demek. 10 yıl içinde yaklaşık 10 milyon gence iş bulunması demek. 10 milyon dediğiniz Yunanistan nüfusunun toplamı. İsrail ve Filistin
nüfusunun da toplamı. Hesap edin artık ve Türkiye’deki trendi buna göre değerlendirin.
Buradan yola çıkıldığında Türkiye için ‘felaket senaryoları’ yazmaya başlayabilirsiniz.
Fakat, son dönemlerin en çarpıcı ekonomi yorumcusu olan Süleyman Yaşar’ın dün dikkat çektiği şu hususa ne diyeceğiz?
‘Geçtiğimiz hafta, Hazine Müsteşarlığı’nın yayımladığı bültende, Türkiye’ye uluslararası sermaye girişleri 2009 Ocak ayında geçen yılın aynı dönemine göre 22 milyon dolar artarak 872 milyon dolar oldu. Yaşanan küresel mali ve ekonomik krize rağmen Türkiye’ye gelen uluslararası doğrudan sermaye girişindeki artış, dünyanın Türk ekonomisine olan güvenini gösteriyor.’
Süleyman Yaşar ayrıca hafta sonu Londra’da yapılan G-20 Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları toplantısında alınan ve altı başlıkta toplanabilecek kararların Türkiye’nin elini güçlendirdiğine ve IMF ile Türkiye arasındaki anlaşmazlığa da bir nokta koyduğuna işaret ediyor.
G-20 Maliye Bakanları ve Merkez Başkanları toplantısının kararları arasında bulunan ‘büyümeyi ve istihdamı yükselten ekonomiyi iyileştirme paketleri’nin açılmasını Türkiye de destekliyor.
Buna göre, IMF, önlem paketinin büyüklüğü ve bütçe rakamlarını görüşürken, Türkiye’nin ekonomik büyümeye yönelik taleplerini de dikkate almak zorunda kalacak?
Bu gelinen noktadan, IMF ile pazarlıkta, bugüne dek kendisine yöneltilen her türlü eleştiriye rağmen Tayyip Erdoğan hükümetinin haklı çıktığı sonucuna varabilir miyiz?
Bilmiyorum, ben bu işlerden anlamam. Zira, bir ‘ekonomi cahili’yim.
***
Bildiğim şu: Başkan Barack Obama’nın, denizaşırı gezisinin ilk ayağı 2 Nisan’da Londra’da G-20 Zirvesi olacak. Orada Türkiye de var. Zirve, geçtiğimiz hafta sonu maliye bakanları ve merkez bankası başkanlarının aldığı kararlara ‘siyasi onay’ ve ‘yürütme gücü’ sağlayacak. Obama’nın denizaşırı gezisinin son ayağı ise Türkiye.
Yani?
Yanisi şu: ABD’nin başında bulunduğu uluslararası sistem çökerse, Türkiye de çöker. Aksi halde, Türkiye, ekonomisi üzerinden çökmesine asla izin verilmeyecek ülkelerin başında geliyor.
Obama’nın ilk ikili ziyaretini Türkiye’ye yapacak olmasının, bir önemi de bu.
Bu arada, Amerikan Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke’nin ‘2010 yılında ABD’nin krizden çıkmış olacağını’ dün açıkladığını da bir kenara kaydedelim.
Malum, 2010, aynı zamanda Obama’nın Irak’tan çekilme takviminin sınırı. Bir anlamda,
Irak güvenliğinin -esas olarak Irak Kürdistan’ı- adı konmadan Türkiye’nin sorumluluk
alanına gireceği tarih....
Biz yine ekonomide kalalım ve Ben Bernanke’nin krize ilişkin şu değerlendirmesiyle devam edelim:
‘Bu krizi, 1990’ların ikinci yarısısında başlayan ticaret ve sermaye akışlarındaki küresel dengesizlikleri göz önüne almadan anlamak imkânsızdır. Bu dengesizlikleri azaltmakta üzerimize düşeni kollektif olarak yeterince yerine getirmedik.
Ve böylece kriz başladı.’
Gerisini Washington Post’taki yazısında David Ignatius getiriyor:
“Temel dengesizlik Amerika’nın ürettiğinden fazla tüketmesiydi. Amerika bu fazladan tüketimi, Çin’den ve ayrıca ihracat öncelikli büyüyerek muazzam tasarruflar oluşturan diğer yükselen Asya uluslarının ekonomilerinden para alarak finanse etti. Her iki taraf da, ticaret ve sermaye akışlarına müptela oldu. Amerika, ucuz ithalatın iştihasına bayıldı; yabancılar ise doymak bilmez ABD pazarına malları doldurmanın sağladığı hızlı büyümeyi sevdiler.”
G-20 Zirvesi, bu duruma bir çare getirmek için toplanıyor. Washington, yukarıda ifade edilen geçmişin dengesizliklerinin tekralanmaması için eşgüdümlü bir küresel tavır yanlısı. Avrupalılar ve Çin buna uyum gösterdiği ölçüde, krizden çıkmak kolaylaşacak.
Obama’nın Atlantik-ötesi ilk gezisinin ilk ayağının Londra’daki G-20 Zirvesi, son ayağının ise Ankara-İstanbul ile Türkiye olduğuna bakarak, şunu söyleyebiliriz:
Türkiye, Obama’nın Londra-İstanbul parantezinde bulunan tek ‘uluslararası aktör’ olarak, krizin kurbanlarından ziyade ‘doktorları’ndan biri arasında sayılmak durumundadır.
Şu döneme ilişkin hiçbir olumsuz ekonomik veri, geleceğe ilişkin güven beslemenin üzerine çıkmamalı...

radikal



Bu yazı 1,040 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 2 Mart 2012 'İç savaş salgını' ve 'korunma yolları'...
    • 8 Şubat 2012 Türkiye, Suriye'de savaşa mı gidiyor?
    • 13 Temmuz 2011 Diyarbakır DTK'nın, BDP Ankara'nın
    • 22 Haziran 2011 Türkiye'nin doğru Suriye pusulası
    • 14 Haziran 2011 Yeni anayasa için AK Parti-BDP-CHP uzlaşması
    • 13 Mayıs 2011 İktidar Kürt sorununu anlamalı
    • 16 Nisan 2011 AK Parti'nin Güneydoğu'da 'siyasi ricatı...'
    • 12 Nisan 2011 Aday listelerini okuma kılavuzu
    • 1 Mart 2011 Hoca ve 28 Şubat'ın cenazesi
    • 22 Şubat 2011 Libya: Osmanlı dominosu ve Bingazi'deki kan davası
    • 19 Şubat 2011 Ergenekon faturası
    • 5 Şubat 2011 Mısır'ın tarih yazdığı gün...
    • 8 Ocak 2011 Hizbullah tahliyesi mi rönesansı mı?
    • 5 Kasım 2010 TAK, ne kadar PKK, ne kadar 'Ergenekon?'
    • 29 Ekim 2010 'Tek Cumhuriyet'in iki Ankara'sı
    • 26 Ekim 2010 Bu gidişle katilden çocuk yaratılacak
    • 6 Ekim 2010 Washington'daki Türkiye
    • 1 Ekim 2010 Daha seyahatin başı, çözümün eşiği değil...
    • 29 Eylül 2010 Türkçeye onurunu iade edin
    • 21 Eylül 2010 Hakkâri provokasyonuna inat

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    3,682 µs