En Sıcak Konular

Cengiz Çandar


Cengiz Çandar
0 0 0000

Washington’da İsrail’e sarı kart, Türkiye’ye yeşil kart uygulaması...



Davos hatta daha öncesinde Gazze’deki kanlı gelişmeler sırasında başlayan ve Türk basınının kimi köşelerine düşen bir değerlendirme var; Tayyip Erdoğan hükümeti, Hamas yanlısı-İsrail karşıtı tutumu nedeniyle Washington’da büyük tepki topluyor. Ortadoğu’da yakın zamana dek oynadığı rolü kaybediyor.
Bu hususlara vurgu yapan tüm değerlendirmelerin açık ya da gizli bir mesajı da var: Washington, bu hükümetin ‘biletini kesme’ kararına varıyor.
Bu, bir değerlendirmeden de öteye, bazı çevrelerin içten temennisi. Böyle bir temenniye sahip olmakta kendilerince haklı da olabilirler.
Bizim işimiz temenni kısmıyla ilgili değil. Değerlendirmenin ne ölçüde isabetli olduğu ile ilgili.
O nedenle, o günlerden bu yana ısrarla değerlendirmenin yanlışlığı üzerinde duruyoruz. Görülenin (ve temenniye zemin teşkil eden durumun) aksine, Davos’tan bu yana Türkiye’nin Ortadoğu’daki konumu zayıflamak bir yana, ABD’nin Türkiye ile işbirliğine eskisine oranla daha fazla ihtiyaç duyacağı şekilde güçlenmiştir.
Bunun bir nedeni, Obama Amerika’sının Ortadoğu’dan Afganistan’a, İran’ı merkezine yerleştiren bir eksende, Bush Amerika’sına oranla farklı bir politika izleme eğiliminin ortaya çıkmış ve bu ‘yeni Amerikan politikası’nda Türkiye’ye hayli geniş bir yer bulunacağının anlaşılmasıdır.
Bu ‘gerçeği’, Obama’nın Ortadoğu Özel Temsilcisi George Mitchell’ın son Türkiye ziyaretinin ertesinde ve yeni Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın birkaç gün sonra Ankara’yı ziyaret edecek olmasından çıkartmak mümkündür. Bunun ipuçları, özellikle George Mitchell’in Türkiye hakkında özenle seçtiği sıfatlar sayesinde yeterince anlaşılabilecek şekilde verilmiştir.
***
Washington’da yeni kadro oluşumu ve bu arada ‘yeni siyaset’ şekillendirme çabaları dikkatle izlenirse, daha da fazla ipucu elde edilebilir. Obama yönetimi, gözü kapalı bir ‘İsrail yanlısı’ politika izlemekten çok uzak davranacağına ilişkin personel tercihlerinde bulunuyor. Örneğin, Amerikan politikasına yol gösteren ‘Ulusal İstihbarat Değerlendirmeleri’ni (NIE-National Intelligence Estimates) yayımlamakla ve 16 değişik istihbarat kuruluşunun raporlarını süzmekle görevli, ülkenin en önemli istihbarat değerlendirme kuruluşu Ulusal İstihbarat Konseyi’nin (National Intelligence Council) başına Charles Freeman’ı getirdi.
The National dergisi Obama’nın Charles Freeman tercihi için şöyle yazıyor:
“Eğer İsrail ve yandaşları Obama yönetimini kendi görüşleri doğrultusunda İran konusunda ikna etmeyi düşünüyor iseler, İsrail’in çıkarlarının mutlaka Amerika’nın çıkarlarıyla aynı olmadığına inanan kuşkucu, bağımsız düşünceli bir Ulusal İstihbarat Değerlendirmesi, onların bu amaçlarına pek yardımcı olmayacak. İsrail lobisinin bugüne dek Amerikan Ortadoğu politikasının esası haline getirmeye çalıştığı önce-İsrail konsensüsüne bağlı olmayan ve Ortadoğu analizlerinde dengeli, parlak bir diplomat ve analist olduğuna dair bir şöhreti bulunan Freeman’ın atanmasını, eski bir AIPAC (Amerika’daki resmi İsrail lobisi) yetkilisi Steve Rosen, ‘son derece can sıkıcı’ olarak niteledi.
Geçen ekim ayında Freeman, Başkan Bush’u ‘İsrail’e açık çek yazmak’la suçlamış, ‘bunun İsraillileri kendileri ve devletleri için uzun vadeli güvenlik elde etmeleri için zor tercihler yapmaktan alıkoyduğunu’ belirterek, ‘Amerika’nın adaletsizlikleri, sıkıntıları ve işgalin yol açtığı aşağılanmaları görmezden gelmesinin kimsenin yararına olmadığını’ belirtmişti.”
Washington’un yeni ve muhtemel Ortadoğu yaklaşımına ilişkin bir başka ilginç not ise Davos’un sorunlu moderatörü David Ignatius’un yazısından öğreniliyor. Gerçekte çok parlak bir gazeteci olan David Ignatius, Obama’nın İran konusunda en ziyadesiyle kulak verdiği kişinin Wilson Center adlı kuruluşun yöneticisi olan Lee Hamilton olduğunu duyuruyor ve onunla İran konusunda yaptığı görüşmeye köşesinde yer veriyor.
Lee Hamilton, eski Dışişleri Bakanı James Baker ile birlikte Bush yönetiminin ikinci dönemindeki ünlü ve muhalif ‘Irak Çalışma Grubu’nun eşbaşkanı idi. Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin çok uzun yıllar başında bulanan Demokrat Lee Hamilton, Wilson Center’ın başına geldikten kısa bir sonra bendeniz de orada altı ay bulundum. Washing-
ton siyasetinin ‘bilge şahsiyeti’ olarak saygınlığının yakın tanığıyım.
Obama’nın Beyaz Saray’a yerleşmesinden sonra, yeni Başkan ile iki kez İran konuşan Lee Hamilton, “İranlılar ile diyalogdan yana olanlarımız, başarının derhal gelmeyeceği konusunda net olmalılar. Uzun bir süre, İranlılarla doğrudan ve süregelen bir diyalog gerekiyor” diyor ve bunu Sovyetler Birliği ile sürdürülen uzun süreli diplomaside gösterilen sabır ile karşılaştırıyor.
Hamilton’un Ignatius’a anlattığına göre, ‘başlangıç noktası’, İranlılara “İran halkına saygımızı ilan etmek, ABD politikasının bir aracı olarak rejim değişikliğini reddetmek, bir dizi konuya ilişkin diyaloğa girmek için imkânları arattırmak, İran’ın güvenlik kaygılarını ve sivil nükleer güce erişme hakkını kabul etmek”ten geçiyor. Lee Hamilton, Obama’nın bu tür bir görüşmeyi ‘önşartsız’ olarak istediğini de vurguluyor.
Hamilton, ‘temasların nasıl başlayacağı’na ilişkin olarak ise, ilk adımın ‘arka kapıdan’ ve ‘Başkan tarafından yetkilendirilen gizli görüşmeler’ olması gerektiğinin altını çiziyor. Bunun hazırlıklarının başlamış olduğuna hükmedebilirsiniz. Haritaya bakılınca, Türkiye’nin bu ‘süreç’teki ‘yapıcı işlevi’ne de hükmetmek kolay olabilir.
Lee Hamilton, Obama’nın İran nükleer programı konusunda üç seçeneği bulunduğuna işaret ederek bunları şöyle sıralıyor:
1. Statükoyu ve dolayısıyla İran’ın bombaya ulaşmasının kaçınılmazlığını kabullenmek;
2. Bunu engellemek için askeri saldırıya geçmek;
3. Diplomasi yoluyla çaba göstermek.
Üçüncü seçeneğin ‘tercih edilen seçenek’ olduğunu belirten Lee Hamilton, bununla birlikte ‘bir anlaşmaya varacak sürecin çok zor olduğu’nun da altını çiziyor.
Ama, ne kadar zor olursa olsun, bir ‘süreç’, böyle ‘diplomatik bir süreç’ Türkiye’nin de birinci tercihi ve içinde rol de alabileceği bir gelişme.
****
Gelelim Hamas konusuna. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın George Mitchell ile görüşmesinde ‘Washington Ortadoğu barışında ilerleme kaydetmek için sürece Hamas’ın da dahil edilmesi gerektiğini’ söylediği biliniyor.
Amerikalılar bunu duyduklarında acaba dehşete mi kapıldılar?
Pek sayılmaz. Tayyip Erdoğan-George Mitchell görüşmesinde bulunan bir Türk yetkilisinin Reuters’e söyledikleri şöyle: “Hamas’ın yöntemlerini tasvip etmemekle beraber, Hamas’ın barış sürecinden dışlanmaması ve (Filistin) siyasi sistem ile barış sürecine entegre edilmesi gereğini düşünüyoruz.”
Bu, Amerika’ya en yakın konumda bulunan İngiltere’nin Dışişleri Bakanı David Miliband’ın da görüşü. Reuters, Miliband’ın ‘Hamas ile konuşmanın yapılması gerekli doğru bir şey’ olduğunu söylediğini haber veriyor. Zaten Ortadoğu Dörtlüsü’nün (ABD, AB, BM, Rusya) Özel Temsilcisi Tony Blair’in ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin de düşünceleri bu yönde.
Bir özel not daha: Ankara’da çok önemli bir Batılı ülkenin büyükelçisi, geçenlerde kendisine ‘Tayyip Erdoğan Davos’ta dilini ısırmalıydı’ diyen bir meslektaşımıza onu şaşırtan şu karşılığı vermiş, ‘Bazen ısırmaması daha iyi oldu denebilir!’
Türkiye’nin, bir başka deyimle mevcut hükümetin, Ortadoğu’daki ‘manevra alanı’ yakın gelecek itibarıyla ABD ve AB nezdinde sanılandan daha geniş.
Değerlendirmeleri bir gözünüzle Washington’u, diğer gözünüzle bölgeyi izleyerek yaparsanız; temennilerinizi de gerçekçi ölçülere çeker ve ona göre bir ‘gerçekçi gelecek planlaması’ yapabilirsiniz.

radikal



Bu yazı 1,026 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 2 Mart 2012 'İç savaş salgını' ve 'korunma yolları'...
    • 8 Şubat 2012 Türkiye, Suriye'de savaşa mı gidiyor?
    • 13 Temmuz 2011 Diyarbakır DTK'nın, BDP Ankara'nın
    • 22 Haziran 2011 Türkiye'nin doğru Suriye pusulası
    • 14 Haziran 2011 Yeni anayasa için AK Parti-BDP-CHP uzlaşması
    • 13 Mayıs 2011 İktidar Kürt sorununu anlamalı
    • 16 Nisan 2011 AK Parti'nin Güneydoğu'da 'siyasi ricatı...'
    • 12 Nisan 2011 Aday listelerini okuma kılavuzu
    • 1 Mart 2011 Hoca ve 28 Şubat'ın cenazesi
    • 22 Şubat 2011 Libya: Osmanlı dominosu ve Bingazi'deki kan davası
    • 19 Şubat 2011 Ergenekon faturası
    • 5 Şubat 2011 Mısır'ın tarih yazdığı gün...
    • 8 Ocak 2011 Hizbullah tahliyesi mi rönesansı mı?
    • 5 Kasım 2010 TAK, ne kadar PKK, ne kadar 'Ergenekon?'
    • 29 Ekim 2010 'Tek Cumhuriyet'in iki Ankara'sı
    • 26 Ekim 2010 Bu gidişle katilden çocuk yaratılacak
    • 6 Ekim 2010 Washington'daki Türkiye
    • 1 Ekim 2010 Daha seyahatin başı, çözümün eşiği değil...
    • 29 Eylül 2010 Türkçeye onurunu iade edin
    • 21 Eylül 2010 Hakkâri provokasyonuna inat

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,384 µs