En Sıcak Konular

Ahmet Taşgetiren


Ahmet Taşgetiren
0 0 0000

Çözümsüzlüğe mahkumiyet



Kemalistler, 1950 sonrası yaşananları “karşı devrim” olarak nitelerler. “Karşı devrim” suçlamasının gerekçesi de laiklik konusunda daha özgürlükçü bir açılım getirme çabasıdır.
 
Bu yaklaşıma göre Demokrat Parti de, Adalet Partisi de, ANAP da arada geçen CHP dışındaki hemen tüm partiler de ve bugün AK Parti de “karşı devrim” değirmenine su taşıdılar.

Oysa...

Bana göre bu partilerin tamamı, sistem içinde bir çözüm arayışı idi.

Çünkü Tek Parti zihniyeti Türkiye için bir çözümsüzlüktü.

Tek Parti zihniyetinin çözümsüzlük olduğu, daha o iktidarlar döneminde gözlemlenmişti.

Tek Parti zihniyeti, halka mal olmamıştı.

“Halka rağmen halk için” ilkesi, “Devrimler biraz kanlı olur” yaklaşımı, o günlerin tartışılmazlığı içinde kabule şayan gibi görülmüşse de, bu söylemin sürdürülemezliği açıktı. Kimi zaman, Meclis kürsüsüne silahların konulduğu o günlerde bile, danışıklı / danışıksız muhalif siyasi partilere büyük yöneliş olmuştu.

Çok partili hayat, farklı siyasi önerilere açılmak demekti.

Cumhuriyet'in başından bu yana Türkiye'nin en sancılı alanının Devlet – Toplum – Din alanı olduğu açıktır.

Çok partili hayatta partilerin “irticaya taviz yok” ön anlaşmalarına rağmen, Devlet – Toplum – Din ilişkisini daha sancısız bir biçime dönüştürmek için çözüm üretmek isteyeceği de açıktır.

Bana göre DP de, AP de, ANAP da ve bugün AK Parti de, sistemin ana karakteri olan laikliği yok etmek ve yerine bir “din devleti” kurmak üzere çıkmadılar.

Bu siyasi hareketlerin liderleri içinde belki en “İslamcı”sı, Tayyip Erdoğan'dır, ama ben, Tayyip Erdoğan, AK Parti oluşumu için yola çıkarken “İslamcı” olarak ve “Din devleti” amacına yönelerek yola çıktığını hiç düşünmüyorum.

Belki birçok insan hatırlamaz, ama ben, Tayyip Erdoğan'ın o dönemde Zaman'da çalışan Eyüp Can'a verdiği ve iki gün yayınlanan mülakatın başlığının “Din devleti artık hayal” şeklinde olduğunu adım gibi hatırlıyorum.

AK Parti hareketi, her şeyden önce reel- politiği olağanüstü önemseyen bir siyasi oluşumdur.

Refah'tan ana farkı budur.

Onun için Refah'tan farklı olarak ve bir ölçüde geldikleri kadim tabanın eleştirilerini göze alarak Amerika ile, AB ile taa baştan “Biz farklıyız, biz Amerika – AB gerçeğini görüyoruz, evet dindarız ama.....” gibi gelişen bir söylem içinde olmuşlardır.

“İslamcı” politikanın önce bu uluslararası barikatlara çarpacağı bilinmez mi?

AK Parti söz gelimi Amerika'ya veya AB'ye dedi ki: “Benim geldiğim çizgi ABD ve AB konusunda mesafelidir. Bunları emperyalist olarak görür. Ama ben bu iki dünyanın gerçek olduğunu ve onlarla emperyalist söylemi içinde konuşmanın bir sonuç vermeyeceğini biliyorum. Kendi ülkemin çıkarlarını sonuna kadar savunurum, ama sizin çıkarlarınızla savaşmak gibi bir öncelik içinde de hareket etmem. Gelin kazan-kazan gibi bir ortak bileşke bulalım.”

Bu söylemi ABD – AB anladı.

Bana göre AK Parti, Türkiye'nin “Sayısal” değil “siyasal ağırlık”la belirleyici konumda olan odaklarına da bir “çözüm önerisi”nde bulundu. Dedi ki:

“Türkiye'nin en önemli sorununun Din – Devlet – Toplum ilişkileri alanında yaşandığı bir gerçek. Bunun çözülmesi lazım. Bu çözülmeli ki Türkiye, yıllardan beri yaptığı gibi enerjisini bu alanda tüketmesin. Laikliği ben Türkiye Cumhuriyeti'nin değiştirilmesi teklif dahi edilmeyecek ilkeleri arasında görüyorum. Ama bu haliyle de laikliğin toplumsallaşamadığı, toplumdan büyük oy alan bütün siyasi partilerin, halktan gelen taleplerle, laikliğe farklı bir yorum kazandırmak istedikleri ve sistemin güç odaklarıyla çatıştıkları bir vakıa. Darbeler, muhtıralar, arkası gelmez siyasi gerilimler olmuş. Bu böyle gitmemeli.
Sözlerine şöyle devam etti:

“AK Parti liderliği, islami duyarlılığı diğer siyasi oluşumlardan daha belirgin bir toplumsal zemin ve siyasi mecradan geliyor. Toplumun islami açıdan daha duyarlı bir kesiminin, AK Parti liderliğine, bu özgün nitelikleri sebebiyle bağlı olduğunu düşünmek de mümkün.

Sözlerine şöyle devam etti:

“Seçim sonuçları gösterdi ki, bu hareketin büyük bir toplumsal karşılığı var. Yine seçim sonuçları gösterdi ki, hakim zihniyetin arkasında durduğu siyasi hareket, ikiye katlansa bile AK Parti'nin oy oranına ulaşamıyor. . Yani toplumsal karşılığı AK Parti'ye göre yarıdan daha az. Sistemin bütün ideolojik karakterini bu siyasi kadroya temsil ettirmek, sistemi toplum dışı hale getirmekten farksızdır.

Sözlerine şöyle devam etti:

“AK Parti laikliği toplumsallaştırabilir. Böylece sistem – toplum ilişkisindeki kadim çatlak giderilebilir. Her sözümüzde laikliğe vurgu yapacağız. Ama, bu arada insanların laikliğin bir inanç özgürlüğü olarak algılamasını sağlayacak adımlar atılmasına da kimse karşı çıkmamalı!”

Böyle dedi.

Kim dedi?

AK Parti.

Yani ben senaryonun öyle geliştiğini düşünüyorum.

Sonra ne oldu?

Kapatma davası açıldı. Kapatma çıkmadı ama, Partinin “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu”na hükmedildi.

Yani sistem, AK Parti'nin “çözüm önerisi”ni mahkum etti.

Yani çözümsüzlüğü ülkeye ülkeye dayattı.

Belli ki bu, yeniden, yeniden, enerji kaybı sürecine girmek demek.

AK Parti hâlâ iktidarda, çünkü kapatmak çözüm değil, çünkü kapattığınızda yeniden AK Parti zemininden doğan parti iktidar olacak, seçime gidildiğinde yeniden AK Parti'nin benzeri gelecek.

Belli ki, çözümsüzlük, toplumsuz bir yaklaşımdan doğuyor.

Peki bu çözümsüzlük sürecek mi, bence asla, ama bizim toplumumuz “Geç olsun da güç olmasın” diye bir hayat ilkesine de sahiptir.

Varsın öyle olsun: Geç olsun da güç olmasın.

bugün



Bu yazı 1,047 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 25 Eylül 2012 Vesayet tortusunu silmek...
    • 20 Eylül 2012 Ana gündem: Terörü yok etmek
    • 12 Eylül 2012 Gültan Kışanak kaçırılsa...
    • 11 Eylül 2012 AK Parti formatının önemi
    • 9 Eylül 2012 Ne kadar çok ''keşke'' diyoruz
    • 7 Eylül 2012 ''Akil adam'' enstrümanı
    • 28 Ağustos 2012 MGK ne yapacak?
    • 26 Ağustos 2012 Düşme, düşersen üzerine çullanırlar
    • 19 Ağustos 2012 Bayram nostaljisi
    • 14 Ağustos 2012 Aygün ve bölgenin çıplak gerçeği
    • 12 Ağustos 2012 115 asker ölseydi...
    • 9 Ağustos 2012 ''Güvenlikçi politika''
    • 7 Ağustos 2012 Şemdinlili bir ananın Karayılan'a mektubu
    • 2 Ağustos 2012 ''Daha büyük harita''
    • 27 Temmuz 2012 Ortak mutluluğu planlamak
    • 26 Temmuz 2012 Ortadoğu'da ne oluyor?
    • 24 Temmuz 2012 Bölgesel Kürt yapılanması
    • 19 Temmuz 2012 Erdoğan'ın kurgusu ne?
    • 18 Temmuz 2012 Kılıçdaroğlu için son raunt
    • 27 Haziran 2012 Türkiye sınanıyor

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,596 µs