Başörtüsüne “yükseköğrenim hakkı ve özgürlüğü” diye sloganlaştırılabilecek gelişmelerin çevresindeki hararetli tartışmanın belki de en önemli yansıması, AK Parti’nin “liberal-demokrat intelligentsiya”nın onayından mahrum kalması oldu. AK Parti liderinin, -liderlerinin değil- bu “olgu”dan gerekli dersi çıkartması beklenir.
“Temel hak ve özgürlükler” söz konusu olduğunda, 2002’den bu yana, 2007’de kesin biçimde AK Parti’nin bu yöndeki davranışlarında arkasında duranların çok önemli bir bölümü, “hazır kıta” olmadıklarını ortaya koydu.
Başörtüsüne “yükseköğrenim hakkı ve özgürlüğü”nü savunmadıkları ve istemedikleri için değil; hükümetin “siyasi tavrı” ve “yöntemi”ni doğru bulmadıkları için.
“Temel hak ve özgürlükler arasında hiyerarşi yoktur; bu, bir ilke meselesidir” diyerek, AK Parti ile MHP’nin arasında hangi özgürlük taleplerinin hasır altı edilmesine dair “zımnî” de olsa bir “uzlaşma” ihtimalini göz ardı ederek bu konuya yaklaşanların “vaazı”nın geçerliliği yoktur. Çünkü, tam da “ilke adına”, ister istemez, “amaç, araçları meşru kılar” şeklindeki “Makyavelist oportünizm”in tuzağına düşüyorlar.
AK Parti, siyaset yapıyor. Yaptığı siyaset doğrultusunda, temel hak ve özgürlükler arasında “hiyerarşi”yi o kuruyor; kurduğu şekliyle görünürde bir “temel hak ve özgürlüğü” yerine getirirken “liberal-demokrat destek”in ölçüsü ve gerekçesi olan “temel hak ve özgürlükler”in gerçekleştirilmesine sırtını döndüğü izlenimini veriyor. Ve sanki bir temel hak olarak sunulan başörtüsünü elma şekeri gibi “liberal-demokrat destek”in yalamasını bekliyor.
Bu, mümkün değildi. “İlke siyaseti” yerine 22 Temmuz çoğunluğuna bakarak “bildiğimi okurum” tavrını benimseyen bir hükümete kayıtsız-şartsız destek vermek söz konusu olamazdı.
*** *** ***
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, önceki gün TBMM’de başörtüsüne ilişkin anayasa değişikliklerinin tartışıldığı oturumda, gerçekten çok parlak bir konuşma ile AK Parti-MHP ortak önerisini savundu. Gelgelelim, aynı Cemil Çiçek, “301’in kaldırılmasının toplumun derdi olmadığını” da söyleyen yetkili.
301 “toplumun derdi” olmadığına, bunu söyleyen başbakan yardımcısı sıfatını taşıdığına göre Hrant Dink cinayetinin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen cinayet soruşturması “siyasi irade/iradesizlik”ten kaynaklanan binbir hukuki gedikle garabet halini aldığına göre başörtüsü konusunu MHP ile ittifak halinde “yeni sivil anayasa”dan ayırt edip gündeme getirilmesiyle MHP’nin karşı çıktığı açıkça bilinen “yeni sivil anayasa”nın görünebilir bir gelecekte gündeme gelmeyeceği aşağı yukarı belli olduğuna göre, ayrıca, Ergenekon gibi siyasi tarihimizin “en büyük temizlik operasyonu” olabilecek ve “demokratikleşme”nin önünü açabilecek bir olayda “frene basıldığı” anlaşıldığına göre söz konusu anayasa değişikliklerine kayıtsız-şartsız “liberal-demokrat destek” çağrısı beklemek, siyasetle ilişkiyi tümden kesmek ve “Polyanna siyaseti”ni “ilkelilik” sanmak demek.
Böyle bir şey yok.
Başörtüsü yasağının kaldırılmasını içeren herhangi bir adımda, tozu dumana katacak olanlar çıkacaktı. Bu yasak, tüm temel hak ve özgürlükleri kapsayan bir “yeni anayasa paketi” içinde yer alsa da toplumun “özgürleşmesi” ve devletin “sivilleşerek demokratikleşmesi”ni başörtüsü tartışmasına indirgeyerek buna karşı koyanlar elbette olacaktı. Oldu da zaten.
Yasağın kalkması, YÖK’ün yeniden düzenlenmesiyle de yapılmaya kalkışsa, gündeme hararetli tartışmalar yine düşecekti.
Yani, fark etmez miydi?
Ederdi. Böyle bir “tarz-ı siyaset” izleyecek olan AK Parti, kendisine destek olan geniş bir yelpazenin bütününün duyarlılıklarını yansıttığını ortaya koymuş olacaktı. 22 Temmuz’u doğru okuduğunu sergilemiş olacaktı. 22 Temmuz’un “yüzde 47 beni destekledi; öyleyse ben, bildiğimi okurum” şeklinde okunmaması gerektiğini, kendisinin de öyle okumadığını belirtmiş olacaktı.
Destek de ona göre şekillenecekti. Ülkedeki “fay hattı”, temel hak ve özgürlüklerden yana olmak-karşı olmak, zemini üzerinden belirlenecekti.
Temel hak ve özgürlüklere ilişkin genel bir duyarsızlık sinyalini veren AK Parti-MHP ittifakı ile tek bir “temel hak ve özgürlüğü” selektif olarak gündeme getirdiği izlenimini vermemiş olacaktı.
*** *** ***
Türkiye’nin bilge hukukçusu Sami Selçuk günlerdir çırpınıyor ve “Türk hukuk mevzuatında fiili bir başörtüsü yasağı olmadığını”, bunun bir “sanal yasak” olduğunu kanıtlamaya çalışıyor.
Sami Selçuk’a kulak verirsek, anayasada ve daha sonra YÖK Yasası’nda yapılacak değişiklikler yürürlüğe girdiği takdirde, yasağın kalkması bir yana, bunun bir “gerçek yasak” haline dönüşeceğini, bir dizi hukuki argümanla vurguluyor.
Yani, yasağı kaldırıyoruz diye aslında yasağı koyma durumu. Hem de anayasal hale getirerek.
AK Parti’nin yanlış siyaset rotasında ilerlememesinin, tekrar “liberal-demokrat destek”i elde etmesi ve güvenmesinin tek yolu var: “Yeni sivil anayasa yapımını öne almak” ve 2008’i AB yılı yapmayı laftan çıkartıp, fiiliyatta da kanıtlamak.
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle