En Sıcak Konular

Ahmet Taşgetiren


Ahmet Taşgetiren
0 0 0000

Rektörler vak’ası



Bir süredir bazı üniversite rektörlerini izlerken korkuyorum.

Kızım olsa, bu rektörlere eğitim için nasıl teslim ederdim, diye düşünüyorum.

Gözlerinden ateş saçılıyor demeç verirken...

Birer siyaset aktörü haline gelmişler.

Kız çocuklarının başındaki örtüden siyaset çıkarmaya çalışırken, rektörlerimizin nasıl bir siyaset gayyasına düştüklerini görmüyoruz sanki.

Yasak kalkıp başörtülü öğrenci okul kapısına geldiğinde, sınıflara girdiğinde bu rektörler bu öfkeyle ne yaparlar?

Tarafsız kalabilirler mi?

"Çatışma çıkar" deyip duruyorlar.

Çatışmayı onların çıkarmasından ve öğrencileri bir ateşin içine atmalarından endişe ediyorum.

Bu öfke hali akla zarar.

Bilim akılla yapılır.

Bu öfke ile bilim yapılır mı?

Bu militan tavır, bu jakoben üslup üniversite dünyası ile nasıl buluşur, anlamak mümkün değil.

Öğrencisinin değerler yapısı ile böylesine karşı karşıya düşmüş, böylesine bağnaz bir dile yakalanmış bir bilim adamı mantığı nasıl hakim olabiliyor Türkiye üniversitelerine?

Hep YÖK vak'asından şikâyet edilir.

Bunun önemli ölçüde "Rektörler vak'ası" olduğunu düşünmek belki daha doğru.

Ya da tavuk yumurtadan çıkıyor, yumurta da tavuktan...

Birbirini üretiyor YÖK düzeni ile bu rektör prototipi...

Korkuyorum.

Bu zihniyette bir yönetimden asla bilim çıkmaz.

Korkuyorum.

Öğrenciler de rektörlerine benzerse ve Türkiye bir fanatizm cehennemine dönüşürse, diye korkuyorum.

Korkuyorum, bu rektör standardı ile nasıl bir akademik yapı oluşur, yukarıya doğru nasıl bir seleksiyon işler ve kimler neden tasfiye edilir, o akademik yapı içinde farklı düşünceler nasıl barınır, bu sorular ürkütüyor beni...

Rektörlerin başörtüsü karşıtlığı, neredeyse derin bir özgürlük karşıtlığı biçiminde anlaşılacak görüntüde.

İlaç niyetine, bir kere olsun, özgürlük için yollara düşseler.

"Bilime en çok özgürlük lazım" diye seslenseler. "Kılık kıyafet üniversite için sorun olmaz, bizim için kafanın içi önemli" diyebilseler. "Biz tırmanma gücü olanın yolunu, uçabilecek olanların kanatlarını kesmeyiz, bu memlekete yetişmiş insan lazım" diyebilseler.

Ah, o şefkati bir kere olsun gözlerinde görebilsek.

Çakmak çakmak gözleri, bir kere bile olsa her eğilimde öğrencinin başarısını kutlamak için açılsa...

Karşınıza "savaş baltaları"nı bilemiş ve eline almış bir topluluk çıkıyor sanki.

Ben korkuyorum, insanların korktuklarını hissediyorum.

1960'lardan beri üniversite çıkışları korkutuyor toplumu. "Çıkış" yani "huruç!"

Türkiye'nin, öğrenciyi üniversiteye almamak için kapıya güvenlik görevlisi koyan bir ülke haline gelmesi ne gariptir.

Türkiye, başörtüsüne özgürlük kadar acil biçimde bir üniversite reformuna ihtiyaç duyuyor.

Türkiye, militarize olmuş rektörlerden bir an önce kurtulmak istiyor ve yüreği, farklı eğilimlerdeki tüm öğrencilerini, her fikirden akademisyeni içine alabilecek genişlikte rektörlere ihtiyaç duyuyor.

Türkiye, üniversitelerin, sokakta cübbeleri ve "Ordu Göreve" pankartlarıyla yürüyen öğretim üyeleri ve, medyada millet iradesine meydan okuyan rektörlerle değil, uluslararası başarılarıyla gündeme geleceği günleri özlüyor.

Türkiye, siyasi kadrolar, ülkenin daha özgür insanlar ülkesi haline gelmesi için adım atarken, üniversitelerin, yasakçılıkta ayak diremek gibi garabetlere yönelmediği, özgürlüğü daha çok büyütmek için çaba gösterdiği bir zamanı özlüyor.

Özgürlükler söz konusu olduğunda rektörlerimizin önemli kısmı bin kere sınıfta kaldı.

Bu, üniversiteler açısından da, bu dönemlerde eğitim gören gençlerimiz açısından da bir talihsizliktir.

Şu günlerde Türkiye, bir kere daha rektörleri sınavdan geçiriyor.

Belki de öfkenin bu dozu, kaybedilecek koltuk kaygısındandır. Bu kaygının, ülkeyi böylesine bir anafor içine sürüklemesi ise, açık bir talihsizlik.

bugün



Bu yazı 984 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 25 Eylül 2012 Vesayet tortusunu silmek...
    • 20 Eylül 2012 Ana gündem: Terörü yok etmek
    • 12 Eylül 2012 Gültan Kışanak kaçırılsa...
    • 11 Eylül 2012 AK Parti formatının önemi
    • 9 Eylül 2012 Ne kadar çok ''keşke'' diyoruz
    • 7 Eylül 2012 ''Akil adam'' enstrümanı
    • 28 Ağustos 2012 MGK ne yapacak?
    • 26 Ağustos 2012 Düşme, düşersen üzerine çullanırlar
    • 19 Ağustos 2012 Bayram nostaljisi
    • 14 Ağustos 2012 Aygün ve bölgenin çıplak gerçeği
    • 12 Ağustos 2012 115 asker ölseydi...
    • 9 Ağustos 2012 ''Güvenlikçi politika''
    • 7 Ağustos 2012 Şemdinlili bir ananın Karayılan'a mektubu
    • 2 Ağustos 2012 ''Daha büyük harita''
    • 27 Temmuz 2012 Ortak mutluluğu planlamak
    • 26 Temmuz 2012 Ortadoğu'da ne oluyor?
    • 24 Temmuz 2012 Bölgesel Kürt yapılanması
    • 19 Temmuz 2012 Erdoğan'ın kurgusu ne?
    • 18 Temmuz 2012 Kılıçdaroğlu için son raunt
    • 27 Haziran 2012 Türkiye sınanıyor

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,087 µs