Bizimle ilgili, hatta “varoluş”umuzla ilgili, “İstanbul’un geleceği”yle ilgili bazı bilgileri biraz şaşkınla, büyük ölçüde merakla Financial Times’ın geçen hafta sonu eklerinden birinde okudum. Thomas de Waal imzalı, “Bottleneck at the Bosphorus” (Boğaz’da Darboğaz- Türkçe daha da güzel bir başlık oluyor) başlıklı yazı, Boğaz’daki tanker trafiği ve İstanbul’un başına açabileceği muhtemel belâ ile ilgiliydi.
Şu tarih diliminde, Boğaz’dan yılda geçen tanker sayısını biliyor musunuz?
55 bin! Ve, bu rakamın Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin ekonomileri büyüdükçe artacağı ve Boğaz’daki tanker trafiğiyle birlikte, zaten İstanbul için söz konusu çok büyük olan tehlikenin daha da artacağı kesin görülüyor.
Bir çok ilginç bir bilgi daha: Dev petrol şirketlerinden Chevron’a bağlı Eurasia Business Unit’in denizyolları sorumlusu Kjell Landin, Bakû-Ceyhan petrol boru hattının 2006’da çalışmaya başlamasıyla, bunun, Boğaz’dan geçen tanker sayısını ne ölçüde azalttığı hakkında çarpıcı bir bilgi sunuyor: Bakû-Ceyhan, Boğaz’dan geçen tanker sayısında günde bir tanker kadar azalma sağlamış.
Evet, rakamla yazalım; özellikle Boğaz ve dolayısıyla İstanbul güvenliği açısından çalışmaya başlamasından büyük mutluluk duyduğumuz Bakû-Ceyhan’ın, buna katkısı, günde sadece 1 tankerlik bir azalma imiş!
Yazıyı kaleme alan Thomas de Waal, 20 mil uzunluğundaki Boğaz’ı 246 metre uzunluğunda bir tankerle geçmiş. Forward Pioneer adlı tanker Japon yapımı imiş, Chevron tarafından kullanılıyor, Singapur’a kayıtlı ve Panama bayrağı taşıyormuş. Kazakistan’ın ham petrolünü Rusya’nın Novorossisk limanından alıp, İngiliz evlerinin ısınması için Galler’deki Milford Haven’deki rafineriye götürmek için Hollanda’nın Rotterdam limanından yola koyulmuş.
Petrol konusu, sadece üretimi değil, taşınması açısından da şu “Küreselleşme” çağında bu kadar karmaşık ve bu “karmaşa”, tarihi 1936 olan köhneleşmiş bir Montreux Anlaşması ile düzenleniyor.
Modern petrol tankerleri, Boğaz’daki deniz trafik toplamının yüzde 4’ünü oluşturuyor. Bu kadar düşük oran ile taşıdığı “potansiyel tehlike” ters orantılı.
İstanbul, geçmişteki tanker kazalarından, o sırada esmekte olan “lodos”un mucizevi etkisiyle kurtulmuş. Allah göstermesin, yarın-öbürgün büyük çaplı bir kaza olduğu takdirde “poyraz” ya da “karayel” eserse, İstanbul, mahvolmak için deprem beklemek zorunda kalmayacak.
Yazıda, görüşlerine yer verilen İstanbul Kılavuz Kaptanlar Derneği Başkanı Cahit İstikbal’e göre, “Bir gün büyük bir tanker kazaya yol açacak. O gün daha öncekiler kadar şanslı olmayacağız... Bir felâket meydana gelecek.” İstikbal, bu kaygısını, yazıya göre, adetâ “fatalist” bir kesinlikle dile getiriyor.
*** *** ***
Cahit İstikbal, yine aynı yazıda yer alan çarpıcı bir “tarih analojisi” yapıyor. Diğer “Boğaz”ın, Çanakkale’nin güney ucunda yer alan Truva’yı hatırlatıyor ve şöyle diyor:
“Truva Savaşı bir aşk hikayesi değildi. Dönemin büyük güçlerinin boğazların kontrolü için savaştıkları eski çağların bir dünya savaşı idi. Truva Savaşı’nın arka plânında Yunanlıların Karadeniz havzasını ve oradaki altın kaynaklarını ele geçirme arzusu yatıyordu. Bugün bu söz konusu değil. Çünkü orada altın yok; ama petrol var.”
Halbuki Homeros’tan Iliada ve Odyssea’yı okumak, Truva Kralı’nın küçük oğlu Paris’in Sparta Kralı Menelaos’un karısı Güzel Helen’i kendisine âşık ederek Truva’ya kaçırması üzerine, kardeşi Agamemnon komutasındaki birliklerin Truva’ya akın ettiği, Atina’nın da sefere destek verdiği, yarı-tanrı Atina’lı Achilleus’un (Aşil), Paris’in ağabeyi Hector’la karşılıklı olarak giriştiği, bu iki kahramanın ölümcül efsanevî mücadelesini mitolojide okumak ne hoştur.
Truva Savaşı’nın mitolojiden çıkması ve Realpolitik’le açıklanması da, bu kadar güzel olabilirdi.
Keza, Boğaz’ın oluşumunu mitolojiden çıkartıp, 7000 yıl önceye dayandıran ve Akdeniz’in taşarak Karadeniz’i de doldurarak oluşturduğunu ifade eden “bilimsel bilgi”yi de “Boğaz’ın Darboğazı” başlıklı yazıda okuyarak öğrendim.
Yazıda belirtildiği gibi, İstanbul’un tarihini bu şekilde oluşmuş olan coğrafyası belirledi ve o günden beri Karadeniz’den güneye gitmek isteyen tüm deniz araçları İstanbul’un ortasından ve Çanakkale Boğazı’ndan geçmek zorunda kaldılar.
Bu olgu, ister istemez, “jeopolitik” bir boyutu beraberinde getirdi ve Rusya’nın, daha sonra Sovyetler Birliği’nin “sıcak denizler”e inmesi ihtiyacı nedeniyle Türkiye ile kuzey komşusunun çıkarlarını ters yönlere yerleştirdi.
Boğaz, İstanbul’un ortasından geçiyor. Şehrin tam ortasından. Ve, yılda İstanbul’un ortasından 140 milyon tondan fazla petrol ve petrol ürünleri geçiyor.
Konu, artık Rusya’nın “sıcak sular”a inmesi değil, petrolün dünya pazarlarına ulaşması.
Tehlikenin büyüklüğüne bakın...
*** *** ***
Hazır petrol konusu açılmışken, petrol ile dünyanın en büyük gücü Amerika’nın dış politikası arasındaki bağlantıya değinelim. Tanınmış Amerikalı tarih düşünürü Walter Russell Mead, yılın ilk günü Wall Street Journal’da “A Dangerous World-Why We’re in the Gulf” (Tehlikeli bir Dünya- Niçin Körfez’deyiz) başlıklı yazısında ilginç bilgiler sundu.
Amerika’nın Körfez’deki (ve dolayısıyla Ortadoğu’daki) varlığı petrolle ilgili ama Amerika’nın petrol ihtiyacından ötürü değil. ABD’nin enerji ihtiyacı açısından, Ortadoğu, bugün pek az bir oran ifade ediyor.
Amerika halen dünyanın üçüncü büyük petrol üreticisi ve büyük kömür rezervlerine sahip. Dış enerji kaynaklarına dünyanın diğer büyük ekonomilerine oranla çok daha az bağımlı. Örneğin, Amerika’nın enerji ithalatı, enerji tüketiminin yüzde 35’i. Bu rakam, Avrupa Birliği için yüzde 56, Japonya için yüzde 80.
Amerika’nın ithal ettiği petrolün yarısı ve doğal gazın tamamı, Batı yarıküresinden geliyor ve burada Afrika’nın güney kesimi dengeyi sağlıyor.
Körfez?
Amerika’nın petrol ithalatının Körfez’e ait oranı yüzde 17; Körfez’in Amerika’nın ithal ettiği doğal gazdaki oranı ise yüzde 0.5. Buna karşılık, bu oranlar Japonya için yüzde 80. 2015’te Çin’in Körfez’den enerji ithalatı ise yüzde 70 olarak tahmin ediliyor.
Körfez’deki Amerikan askeri gücü ve bunun sağladığı “güvenlik şemsiyesi”, dünya lideri olmanın raconu. Yani, “enerji güvenliği”nin jandarması olmadan “dünya lideri” ya da “süperdevlet” olunmuyor. Nitekim, söz konusu “Amerikan askeri şemsiyesi” sayesinde, Almanya, Japonya, Çin, Kore ve Hindistan’ın Ortadoğu’ya, enerji kaynaklarına ulaşmalarını güvence altına almak için askeri güç göndermeleri gerekmiyor. Bu ülkelerin, petrol ve LNG taşıyan süpertankerlere eskort etmek için dünya denizlerinde donanma dolaştırmaları da gerekmiyor.
Türkiye’nin “enerji transit ülkesi” olarak “stratejik önemi”nden söz edilmeye sıkça başlandığı şu günlerde, bu “bilgiler”i depolayıp, “strateji” düşünmek yararlı olabilir...
referans
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle