Benazir’in trajik sonu, bir çok soruyu beraberinde getiriyor. “Pakistan’ın geleceği” ve bunun uluslararası politikaya muhtemel etkisi, cevabı en acil aranan sorulardan biri.
Ama, bundan daha önemlisi ve günlük basının yorumlarında, sayfalarında pek yer almayan “felsefi” bir soru ve sorular, belki de “acil siyaset” sorularından daha önemli.
Müslüman toplumlarda demokrasinin geleceği. Askeri yönetimlerden kurtulma ve kurumlaşmanın şansı. Müslüman ülkelerin ve toplumların, terör, “İslamcı” kaynaklı şiddet ile askeri yönetim arasında sıkışmaları kaderini nasıl aşabilecekleri. Aşıp aşamayacakları. Müslüman dünyada kadının konumu, rolü ve geleceği.
Batılı öğrenim görmüş “Doğu’nun Kızı”, Pakistanlı Benazir, tüm “yaşam performansı” ve “trajik sonu” ile bütün bu sorulara bir kez daha “meşruiyet” kazandırmış durumda ve bu soruların kolay ve hazır cevapları yok. Hatta, Benazir’in ölümüyle bu soruların cevapları daha da çetrefilleşti.
*** *** ***
“Taliban”, “Cihad”, “Orta Asya’da İslami Militanlığın Yükselişi” gibi uzman kitaplarıyla ün yapan Pakistanlı gazeteci-yazar Ahmed Raşid, dünkü Washington Post’ta, Benazir’in bıraktığı doldurulması neredeyse imkansız “boşluk”a değiniyordu.
Ahmed Raşid, “Benazir Bhutto’nun öldürülmesi, şiddet ve İslami aşırılığın çıkmazına sürüklenmekte olan bu nükleer-silahlı devletin yüreğinde muazzam bir siyasi boşluk bıraktı. Bundan sonra ne olacağı sorusu, özellikle Bhutto’nun kendisinin tek cevap olduğu şu an için cevaplanması neredeyse imkansız bir sorudur.” diyen Ahmed Raşid, Benazir’in ölümünün “Pakistan’ın sallantılı ve kan lekeli siyasi sisteminin yüreğinde olabilecek en büyük boşluğu bıraktığını” vurguladıktan sonra, Benazir’i, “siyasi cüceler ve asker hayranlarının ülkesinde bir siyasi dev” olarak tanımlıyor.
Benazir, Pakistan’ın tek “dev” siyasetçisi idi.
Ahmed Raşid’in değerlendirmelerine devam edelim:
“Benazir Bhutto ve onun Pakistan Halk Partisi, Pakistan İslam Cumhuriyeti”nin laik, demokratik siyasi kültür kazanmasını mümkün kılacak en yakın unsurlardı. Yakın geçmişte siyasi gelişme adımlarının sadece Taliban tarafından atıldığı bir ülkede, Bhutto, 165 milyonluk bu ulusu moderniteye ulaştırmak rolünü dolduruyordu ve bu rol, eğer Pakistan, ulusların siyasi ailesinde kalacak ise, muazzam bir cesareti ve mutlak bir gerekliliği ifade ediyordu. Zaafları ne olursa olsun, ülkesine aşıktı ve yaşamını onun için verdi...
Son haftalarda Taliban aşırılarını açıkça karşısında aldı. 11 Eylül 2001’den beri tüm afra tafrasına ve Başkan Bush ile yakın kişisel ilişkilerine rağmen Müşerref’in yapmaya cesaret edemediği buydu. Bhutto’nun ortadan kalkmasıyla böyle bir rolü oynayabilecek kimse kalmadı.”
Bu satırlar ve suikastın işleniş biçimine bakıldığında, Benazir’in öldürülmesinin ardında Taliban ya da el-Kaide’nn bulunduğunu açıkça işaret etmiyor mu?
Ancak, cinayetin işlendiği Rawalpindi kenti, bir “garnizon şehri” olarak biliniyor. Rawalpindi, bilenler bilir, başkent İslamabad’ın yanıbaşında. Havaalanından sağa saparsanız, 1960’larda inşa edilmeye başlanan İslamabad’a girersiniz, sola saparsanız geleneksel Rawalpindi’ye ya da Pakistanlıların dilindeki haliyle Pindi’ye.
Cinayet şekli Taliban,el-Kaide “parmak izleri”ni veriyor ama cinayet mahalli, “asker”i işaret ediyor. Benazir’in öldürüldüğü nokta, Pakistan ordusunun kuş uçurtmadığı ve uçurtmayacağı bir nokta. Bu arada, güçlü Pakistan “askeri istihbaratı”nın Taliban’la geleneksel ve çok sıkı bağlara sahip bulunduğunu hatırlayalım.
Zaten, Ahmed Raşid, şu noktaya da dikkat çekmiş:
“En uzun süren mücadelesi aşırılık yanlıları ile değil, liderlerinin kendisine hiçbir zaman güvenmediği asker ile idi. Fazla laik, fazla dünyaya açık ve muhtemelen fazla akıllıydı.”
Bu gibi cinayetler de, tetiği çeken kadar hatta ondan daha da önemli olan “tetiği çektiren” ya da “suikast planlaması”nı yapandır.
*** *** ***
Benazir’in ölümünü duyduktan sonra, Pakistan’da onmilyonlarca insanın geleceğinin karardığını, onmilyonlarca insanın geleceklerini göremez halde nasıl bir yeis içine düşmüş olduklarını düşündüm. 21.Yüzyıl’ın bu döneminde, İslam coğrafyasının büyük bölümü adeta “lanetli” bir coğrafya. Benazir’in şu sırada böyle öldürülmesi kadar, bu olguyu kuvvetle hissettirecek bir gelişme olamazdı.
Bu “lanetlilik” halinden ne zaman, nasıl çıkılacağı bilinmiyor. Ama, Türkiye gibi o “lanetli coğrafya” ile bir dizi ortak yöne sahip olan, bir yandan da demokratik-müreffeh Batı’nın kapısında patinaj yapan, “fay hattı” üzerindeki bir ülkenin, Benazir’in “trajik sonu”ndan çıkartması gereken çok önemli dersler olmalı.
“Laiklik”e “demokrasi” içinde sarılmak başta geleni. Yani, “askeri yönetim” fikrine, kapıları açılmayacak şekilde kapamak.
Askeri yönetimler, bu coğrafyada “terörizm” üretiyor. Terörizme, bir noktada ancak “askeri yönetim”le karşı konulabileceği düşüncesi egemen oluyor. Oysa, her ikisi bir “ayaklı merdiven” gibi.
“Askeri yönetim” ya da “terörizm” sarmalında kıskaca alınan bir ülke, “lanetli coğrafya”nın bir parçası haline geliyor. Öyle ülkelerde, oralarda, onmilyonlarca insanın geleceğinin kararması pahasına, Benazir’lere hayat hakkı yok...
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle