En Sıcak Konular

Leyla İpekçi


Leyla İpekçi
0 0 0000

Kaçak göçmenleri kurtarmak: 'Lüzumsuz merhamet'



Yaklaşık dört kilometrelik bir sahil şeridindeki koylarda kıyıya vurmuş 44 ceset bulundu evveli gün. Seferihisar'dan Yunanistan'a, oradan da Avrupa'ya geçme hayaliyle bir araya gelen yetmiş küsur kişinin umut yolculuğu bir kez daha denizin dibinde son buldu.
Şimdilik kurtulan sayısı yalnızca altı. Çoğunluğunu Irak, Somali ve Filistinliler'in oluşturduğu 15 metrelik teknenin lodosta iki metreyi geçen dalgalarla boğuşmaya uzun süre dayanamaması belki de doğaldı. Ama kaçaklar ne kadar zor şartlarda yaşıyor -hatta yaşayamıyor olmalılardı ki- ölümü göze alarak umut yolculuğuna çıkmakta tereddüt etmemişlerdi.

Ülkelerindeki savaşlardan, işgallerden, işsiz güçsüzlükten kurtulup kendilerine ve ailelerine güvenli, huzurlu bir yaşam kurmak için yollara düşen göçmenlerin sayısı küreselleşme vahşileştikçe daha da artıyor. BM rakamlarına göre son 12 yılda 2 bini aşkın göçmen yollarda ölmüş. Sadece beş yıl içinde Türkiye üzerinden Batı'ya sığınmaya çalışan 310 bin kişi yakalanmış. Daha da çarpıcı olanı, geçtiğimiz yıla göre bu yıl Türkiye karasularını kullanarak Avrupa'ya geçmek isterken yakalananların sayısı yüzde 270 artmış.

Yasadışı göçmenlerin başında Iraklı ve Afganların gelmesi kimseyi şaşırtmıyor olsa gerek. İnsan tacirlerine savaş ve işgal mağduru bu insanlar zar zor biriktirdikleri her şeyi (bin-iki bin Euro) vermekle kalmıyor, aynı zamanda ülke sınırlarından bin bir güçlüklerle Ege ve Akdeniz sahillerine dek ulaştıktan sonra hava ve deniz şartları ne olursa olsun gemiye binmeyi göze alıyorlar. İnsanın içi sahiden sızlıyor.

Geçtiğimiz yıl, Bahama bandıralı bir turistik geminin kaptanı, Sisam adası açıklarında fark ettiği Irak, Somali ve Moritanya uyruklu 22 kişiyi boğulmaktan kurtarmak istemiş ve onları Kuşadası limanına dek getirmişti. Ancak uluslararası anlaşmalara göre yolda yakalanan veya boğulmak üzereyken bulunan kaçakların herhangi bir ülkeye kabul edilmeyince filika içinde bulundukları yere bırakılması gerektiğinden, onları teslim alacak bir makam bulunamamıştı. Ve yolcu gemisi limanda bir gün demirlemek zorunda kaldığı için kıyamet de kopmuştu.

Gezi programı aksayan yolcular tazminat da talep edince, geminin bağlı olduğu firma 22 canı kurtaran kaptanı 'lüzumsuz merhameti' yüzünden işten atmıştı. O vakit şöyle düşünmüştüm: Gözlerinin önünde ölüm söz konusu olduğunda bile birileri bu faciaya sırtını dönecek kadar konfor içinde yolculuklarını sürdürmeye layık bulabiliyor demek kendini. Yani bu dünyada boğulmaya terk edilmesi olağan karşılanan, ölmeye müstahak, kurtarılması için hiç uğraşılmaya değmeyecek kişiler var olabiliyor birilerinin gözünde.

Hayatta kalmak için bilinmeyen sulara açılmayı göze alan bu kişilerin sefaletinde acaba kendi duyarsızlıklarımızın, güvenlik ve konfor hırsımızın hiç payı yok mu? Bu biçare halkların geri kalması, savaş ve sefaletten kurtulamaması sadece kendi beceriksizliklerinin mi ürünü? Onları sömürülecek kıvamda tutmak koşuluyla salt kendi halklarının refaha kavuşmasını sağlayan devletlerin bu insanlık dramında hiç mi sorumluluğu yok? Boğulmak üzere olan insanları kurtarıp sonra aynı yere geri bırakmak gibi bir anlaşmanın altına imza atmak da sömürü ve zulme ortak olmak değil mi?

Küreselleşmenin bir öznesi yokmuş gibi dursa da gizli özneleri var. Koskoca bir Afrika kıtasını hastalık ve savaşlara terk etmekle kalmayıp, yerlilerin ağaçlarını ve bitkilerini ellerinden alarak onları ucuz işçilikle sömüren, son kullanma tarihi geçmiş ilaçlarını pazarlayan dev firmaların da bir nevi insan tacirliğine soyunmadıklarını kim söyleyebilir?

Dünyada 'barbarlar sektörü'nün meşruiyet kazanması gerekiyor ki, potansiyel hastaları, işe yaramazları, suçluları ve düşmanlaştırdığımız öteki'leri kendi rahatlığımıza, güvenliğimiz ve refahımıza feda ediverelim kılımız kıpırdamadan. Kendimizi her daim haklı, güçlü ve iyiye layık bulabilmemiz için birilerinin de daima kötü, haksız, zayıf ve barbar olarak etiketlenmesi gerekiyor. Denizin dibini boylamaları pahasına. Döktüğümüz, timsah gözyaşları olmasın?

zaman



Bu yazı 882 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 10 Haziran 2008 'Temel ilkelerin iktidarı'yla evrensel adalet mümkün mü?
    • 3 Haziran 2008 Barış Meclisi'nde, barışın ortak diliyle
    • 27 Mayıs 2008 Adaletin merkez ve çevresi
    • 20 Mayıs 2008 Güneydoğulu dillerde yaşamak
    • 13 Mayıs 2008 Orta Anadolu; Modern yerellikler, çoğul kimlikler
    • 6 Mayıs 2008 Asıl gayrimüslimler çekti bu ittihatçı zihniyetten!
    • 29 Nisan 2008 Adaleti hangi dil ile talep edebiliriz?
    • 22 Nisan 2008 Özgürlük ve barıştan korkanların 'Tam bağımsız Türkiye'si
    • 15 Nisan 2008 Hakikat, ideolojik birimlerle ölçülemez
    • 8 Nisan 2008 İktidardan indiriliş öyküleri: Hep aynı kelimelerle
    • 30 Mart 2008 Ateş ve bahçe
    • 25 Mart 2008 Taraf gazetesi nasıl 'İslamcı ve AKP yanlısı' oldu?
    • 11 Mart 2008 Zalimin diliyle hakkı savunmak
    • 4 Mart 2008 Üniversiteye tarikatlar girecek diye çeteler mi girsin?
    • 19 Şubat 2008 Başörtülüler 'herkes için özgürlük' isteyince...
    • 12 Şubat 2008 Korku tutsaklığından özgür düşünce çıkar mı?
    • 5 Şubat 2008 Ilımlı İslam, laiklik ve 'emperyalizm işbirlikçileri'
    • 31 Ocak 2008 Halkların 'kendi olma özgürlüğü'
    • 29 Ocak 2008 Türbandan korkanlar neden adaletsizlikten korkmuyor?
    • 27 Ocak 2008 Biricik olmak

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    6,051 µs