En Sıcak Konular

Haşmet Babaoğlu


Haşmet Babaoğlu
0 0 0000

Kaybedersek çok üzülmeyeceğim!



Bugün Milli Takımımız Norveç’le final niteliğinde bir maça çıkıyor.

Milli Takım bu maçı kazanırsa 2008 Avrupa Şampiyonası’nda Türk futbolu da boy gösterecek!

Aslında medyamız bu tür maçlara “ölüm-kalım” maçı demeyi sever.

O da yetmez!

Söz konusu olan milli maçsa, olayı bir futbol karşılaşmasının boyutlarından çıkartıp derin bir hesaplaşma ve milli dava haline getirir.

Yalnız medya mı? Aslında hepimiz öyle koşullanmadık mı?

Kazanırsak büyük zafer, kaybedersek felaket gözüyle bakmıyor muyuz böyle maçlara?

Daha önemlisi ve kötüsü gerçekten de öyle hissediyor olmamız!

Bu yüzden hem futbolcular ve yöneticileri hem de kamuoyu gerginlikten kopacak hale geliyor.

Oysa farkında değiliz; böyle final niteliğindeki maçlara futbolun kaldıramayacağı kadar anlam yüklememiz ve savaşa “asker” sürer gibi futbolcularımızı sahaya sürmemiz hiç hayırlı sonuçlar vermiyor.

Bunu anlamak için en son 2005’teki İsviçre ve 2003’teki Letonya maçlarını hatırlamak yeterli.

Merak ediyorum: Acaba Oslo’dan Avrupa Şampiyonası vizesi çıkartamazsak nasıl davranacağız?

Üzüleceğiz, o kesin! Elbette sorumluların profesyonellere yakışır biçimde başarısızlığın bedelini ödemesini talep edeceğiz.

Ama yıkılmanın, kahrolmanın alemi var mı?

Yıkılıp kahrolunca akılcı mekanizmaları çalıştıramıyoruz.

Nerede yanlış yaptığımızı, niçin başarısız olduğumuzu analiz edemiyoruz. Köklü bir değişikliğin temellerini atamıyoruz.

O zaman Ahmet gidiyor, Mehmet geliyor ama futbolumuzun “kafa yapısı” aynı kalıyor!

Aslında bir şey değişmediğini anlayıncaya; yine takke düşüp kel görününceye kadar bir iki yıl daha kaybediyoruz.

Ben bu akşam...

Kazanmamız için dua edeceğim.

Ama işte açıkça söylüyorum: Kaybedersek de çok üzülmeyeceğim!

Çünkü futbolumuzun köklü yanlışları var.

Futbola medya ve kamuoyu olarak bakışımızda ciddi yamukluklar var.

Belki Avrupa Şampiyonası’nın kapısından hüsranla dönmek bu kez aklımız başımıza getirir.

Belki böyle bir yenilgiyi, böyle bir başarısızlığı futbol dünyamızın reform sürecine girmesi ve kendimize çekidüzen vermek için bir fırsat olarak kullanırız!


*****

HAFTANIN 5’İ
* Giller’ın 2008 Kedili-köpekli masa takvimlerini ve ajandalarını gördünüz mü? Çok sevimliler.

* Yağmur uzun yıllar sonra ilk defa güneş açmış gibi sevindiriyor beni! (Bu arada Hypnogaja’dan Here Comes The Rain dinleniyor tabii.)

* Evin bir köşesine küçük yapay bir zeytin ağacı kondurdum. Yapay falan ama o kadar iç açıcı ki.

* Kitaplığımı yerleştirirken epey bir aradan sonra tekrar karşıma çıkan şiir kitapları: Ömer Erdem’in, Haydar Ergülen’in, Cafer Keklikçi’nin şiirleri.

* İstanbulmodern Loft’ta yemek... Enfes yemekler, özenli servis. Cheesecake’ler müthiş.


*****

Artİstanbul’da yarın son gün
Perşembe günü öğle saatlerinde Karaköy Salıpazarı rıhtımında antrepoların girişine vardığımda ne yalan söyleyeyim biraz şaşırdım. Çevrede rengârenk bir ziyaretçi kalabalığı vardı. Otopark doluydu.

Bir yanda Antrepo no5’de Artİstanbul sergileri, öte yanda İstanbul Modern vardı ama yine de bu hoş manzara pek alıştığımız bir şey değildi doğrusu.

İnsan içinden tatlı tatlı şöyle geçiriyordu: “Ne oluyoruz canım, bu kalabalık da neyin nesi? Londra’da Tate Gallery’nin önünde miyim, yoksa rüyada mıyım?”

Artİstanbul Sanat Günleri çok sayıda galerinin özel koleksiyonlarıyla katıldığı ve bir hafta süren bir plastik sanatlar şenliği.

Bu yıl Antrepo no5’te yapılıyor ama açıkçası mekânın iç düzenlemesi biraz aceleye gelmiş izlenimi bıraktı bende. Hele yerlere döşenen o koyu renk halı bozuntusu yok mu, her şeyi bozmuş!..

Ben Yavuz Tanyeli’nin, Mustafa Horasan’ın ve epeydir yapıtlarını göremediğim kimi ustaların karşıma çıkmasından çok hoşlandım.

Ancak ititraf edeyim ki resimde Osmanlı sembollerinin ve padişah portrelerinin yüzeysel süslemeci niyetlerle kullanılmasının artık moda haline geldiğini görmek de canımı sıktı!

Meraklısının dikkatine. Artİstanbul pazar akşamı 20.00’de kapanıyor.

Vatan



Bu yazı 973 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 29 Nisan 2011 Çılgın projeyi eleştirenlere bakıyorum da...
    • 17 Temmuz 2010 Cep telefonu beyne zararlı mı?
    • 19 Aralık 2008 Gece... Mevlana... Düşünceler...
    • 16 Ağustos 2008 Giderayak İzmir, Çeşme, Alaçatı...
    • 17 Kasım 2007 Kaybedersek çok üzülmeyeceğim!
    • 27 Ekim 2007 Uçuruma doğru ilerleme
    • 13 Ekim 2007 Bayram gibi bayram!
    • 15 Eylül 2007 Kırılgan dünyalar, gergin tel gibi insanlar
    • 14 Temmuz 2007 İçimizdeki korkunç yalnızlık: Kıskançlık
    • 7 Temmuz 2007 Bu değil halkı, kendini bile tanımamaktır!
    • 5 Mayıs 2007 Mavi tuhaf ve karanlık bir renktir!
    • 21 Şubat 2007 Film deyip geçme, içinde ne çok şey var!
    • 26 Ocak 2007 Irkçılık, Şeytan ve Adem (insan)
    • 1 Ocak 2007 Beş yeni hayat... İşte bayram!
    • 11 Aralık 2006 Merakım dindi, geriye pek bir şey kalmadı!
    • 7 Aralık 2006 Papa ne yaptığını bilmiyor mu?
    • 6 Aralık 2006 Su bitecek, ilgileniyor musunuz?
    • 25 Kasım 2006 Philippe Noiret ölmüş diyorlar
    • 19 Kasım 2006 Romeo ve Jülyet yaşasaydı...
    • 8 Kasım 2006 Ecevit’in trajedisi: Bizi değil kendisini aldattı!

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,310 µs