En Sıcak Konular

Ali Bulaç


Ali Bulaç
0 0 0000

Sömürge olmamak!



Geçen yazımda Türkiye ve İran'ın farklı referans çerçevelerine sahip olsalar bile -birinin laiklik, diğerinin İslam- mahiyetçe totaliter rejimlere sahip olduklarını söylemiş; Ortadoğu'daki diğer ülkelerin sivil ve medeni hayat ile politik/toplumsal kültürlerinin çoğulcu, buna mukabil idari ve politik sistemlerinin otokrat ve sıkı otoriter rejimler olduğuna değinmiştim. Bunun sebebi İslam ülkelerinin farklı sömürge tecrübeleriyle ilgilidir.
Hiç kuşkusuz bu tespiti bilim adamları, siyasetçiler ve aydınlar kolayca kabul etmeye yanaşmaz. Zira Türk iktidar eliti 150 yıllık süre içinde "Batılılaştığı"nı, bölgeden koptuğunu düşünür. İran'la aynı kefeye konmaktan, Ortadoğu ilkeleriyle mukayese edilmekten nefret eder; kendine, tarihine ve bölge insanlarına bakışı derin bir bilinç yarılmasının eseri olan yerli oryantalizmdir. Bu elit politik ve askeri olarak sömürge olmamış, ama yerli oryantalizm sayesinde kendi kendini sömürgeleştirmiştir.

Benim "sömürgeciliğin dolaylı avantajları"ndan kastım, sufilerin dediği "kahırdan doğan lütuf"tur, yoksa Marxist/solun sömürgeciliği utanmazca meşrulaştırması değildir. Marx, Hindistan'daki İngiliz varlığından bahisle, sömürgeciliğin bütünüyle kötü olmadığını söyler. Sol aydınlara göre, sömürgeci alır ve verir. İneği sağarak süt almak isteyen onu besler. Sömürgeciler, ele geçirdikleri ülkelerde yollar yaptılar, imar hareketlerine giriştiler, yeni kurumlar getirdiler, kısaca geleneksel yapıyı parçalayıp değiştirdiler. Bugün "alternatifsiz liberal demokrasi ve radikal küreselleşme" adı altında aslında utanç verici bir biçimde vahşileşmiş kapitalizmi savunanların en çok sol kökenli aydınlardan geliyor olması tesadüfi değildir. Bunların Kurtuluş Savaşı sırasındaki temsilcileri mandacı aydınlardı. Bizim konumuz başka.

Bilindiği üzere 19. yy.dan başlamak üzere 20. yy.ın neredeyse son çeyreğine kadar İslam dünyasının büyük bölümü sömürge oldu. Türkiye ve İran hariç, bu dünyanın yüzde 80'i sömürgecilerin işgali altına girdi. Türkiye ve İran'ın sömürge olmaması, sanıldığının aksine "avantaj" sağlamadı. Her bakımdan değil elbette, bir yönüyle "dezavantaj" oldu. Şöyle ki: Sömürgecilik, tarih ve gelenek ile mevcut-çağdaş durum arasında radikal bir kopuşa yol açarken, Türkiye ve İran'da kurumların misyonu ve yöneticilerin tarihsel kimliği arasında süreklilik korunmuş oldu.

Sömürgelerde geleneksel devlet, kurumlar ve yöneticiler tasfiye edilirken, yeni yöneticiler sömürge valileri ve maiyetindekilerden oluşuyordu. İsmen dahi yöneticiler Müslüman veya yerli değildi artık. Sömürgelerde en tepedeki yönetici sömürge valisi olunca, "yeryüzünde de Allah'ın gölgesi olan sultan" kalmadı, artık yönetici kadro "bizden olan ulu'l-emr" değildi.

Geleneksel devlet bir hanedana nispet edilirdi. Bu özelliğiyle çoğulcu, adem-i merkeziyetçi ve sivil inisiyatiflerin kullanımına açıktı. Bir başka husus, modern devlet tekil, totaliter ve salt dünyevi/seküler amaçlıdır. Devlet modern kutsallık misyonunu Türkiye'de geleneksel usullerde devam ettirebildi, sömürge olan Müslüman toplumlarda tepesinde gayrimüslimlerin olduğu devletin elbette herhangi kutsallığından söz edilemezdi.

Deneysel olarak şunu gözlememiz mümkün: Bugün Mısır ve diğer Ortadoğu toplumları sivil alan ve medeni özgürlükler konusunda Türkiye ve İran'dan çok daha iyi bir noktada bulunuyorlar. Çünkü sömürgecilikten sonra kurulan yönetimler (milliyetçi yönetimler, radikal laik diktatörlükler ve dini monarşiler), sivil alanı zaptetme teşebbüslerini tamamlayamadılar. Bizde ise Tanzimat'tan bu yana devletin reform ve topluma ilişkin müdahale teşebbüslerinin neredeyse tamamı, sivil hayatı devletin denetimi altına ve düzenleme alanı içine çekme amaçlıdır. Bu yüzden hâlâ Ortadoğu'da rejimler otoriterdir, ama totaliter değildir. Türkiye ve İran ise totaliterdir, üstelik totalitarizm geleneksel siyasi tecrübemize (İslam ve Osmanlı) yabancılaştığı oranda toplumsal politik kültürün içine sinmiş bulunmaktadır.

zaman



Bu yazı 1,123 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 6 Nisan 2013 Neyin özgürlüğü?
    • 7 Nisan 2012 NATO'nun alan dışı stratejisi
    • 12 Kasım 2011 İdrak tutulması
    • 16 Temmuz 2011 Dört aktör
    • 25 Haziran 2011 Tiyatro bu
    • 19 Mart 2011 Afetler, felaketler!
    • 12 Mart 2011 Darbenin medya ayağı
    • 10 Mart 2011 Modelin altı parametresi
    • 7 Mart 2011 'Türkiye modeli'
    • 12 Şubat 2011 İhvan ve İslam korkusu!
    • 22 Ocak 2011 Kısır döngü
    • 13 Ocak 2011 Azınlık veya zımmi!
    • 10 Ocak 2011 Çatışmalar ve potansiyeller
    • 18 Aralık 2010 Başka bir dünya, başka bir iktisad!
    • 15 Kasım 2010 Diyanet'te 'yeni dönem'
    • 2 Ekim 2010 Millî Görüş'ten son kopuş!
    • 18 Eylül 2010 Ayrışmanın fotoğrafı
    • 2 Ağustos 2010 Askerler ve rolleri
    • 26 Temmuz 2010 Neden akletmiyoruz?
    • 24 Temmuz 2010 35. madde

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    4,784 µs