En Sıcak Konular

Ekrem Dumanlı


Ekrem Dumanlı
0 0 0000

Ayıp, ayıp; çok ayıp



Hemen baştan belirtmem lazım ki bu sütunda "falan şu hatayı, filan da bu yanlışı yaptı" türünden şeyler yazmaktan özellikle kaçınıyoruz. Bu tür tespitlerin yazılması yerine, ilkeli gazeteciliğin çerçevesini çizmekte fayda görüyoruz.
Kimi zaman bazı misaller vermemiz meseleyi daha somut hale getirmek içindir; kimseyi küçük düşürmek için değil. Zaten kamu vicdanı, kimin mesleğini doğru ifa ettiğini anlayacak kadar güçlü... Yine de bazen kötü örneklerin art arda sıralanması gerekiyor; birilerini aşağılamak, "daha iyisini ben yapıyorum" demek için değil. Tipik bazı hatalardan örnekler verip yazının başlığına sığınmak istiyorum; zira bu kadar bariz hatalar karşısında uzun uzadıya yorum yapmaya gerek yok. Söylenecek tek söz var: Ayıp, gerçekten çok ayıp!..

HAYRUNNİSA GÜL'E REVA GÖRÜLEN

Yarın yeni bir cumhurbaşkanımız olacak. Meclis'teki dengeye göre bu isim Abdullah Gül. Medya, Abdullah Bey'in eşine kafayı takmış. Hayrunnisa Hanım'ın başörtüsü konusunda incitici, onur kırıcı, aşağılayıcı yayınların ardı arkası kesilmiyor. Geçenlerde bazı çevrelerce önemsenen bir gazetemiz, bir mizanpaj hilesine sığınarak "insaf!" dedirtecek bir hata yaptı. Geçmeli mizanpajın algı hatasına yol açacak avantajını kullanan gazete, Abdullah Bey'le Hayrunnisa Hanım'ın fotoğrafını büyük bir haberin kutusu yapmış. Güya fotoğrafın, haberin mi yoksa kutunun mu parçası olduğunu gizliyor. Fakat fotoğrafın altında aynen şöyle yazıyor: "CNN: Türban ABD'lilere terörü hatırlatıyor". Hince yapılan bu algı yönlendirmesine diyecek tek bir kelime bulamıyorum; belki vicdanlarında hicap duygusu kalmıştır umuduyla ayıp, çok ayıp diyorum...

EVDE KALAN BAŞÖRTÜLÜLER

Tesettürlü kızların sorunlarına (!) karşı fevkalade duyarlı medyamız, bir kitaptan hareketle şu cümlenin altını çiziyor: "Şimdiki erkekler, namus kavramını önemsemeyen kızlardan hoşlanıyor. Bekâretimizi mezara mı taşıyacağız?" Otuz seneye yaklaşan bir zaman diliminde on binlerce genç kızın üniversite kapısından kovulmasına gık demeyenler, şimdi onların daha değişik sorunlarıyla(!) ilgileniyor. Tuhaf, ilginç ve maalesef oryantalist bir yaklaşım bu. Sabah'tan Emre Aköz, türbanlıların evlenme konusunda çektiği sıkıntıyı başka büyük bir nedene bağlıyor ki doğrusu da budur: "Eşi türbanlı bir erkeğe ikbal değil sorun vaat ediyor." Evet, doğrunun en can alıcı kısmı budur. Başörtülülere reva görülen baskı, onların eşlerine de dolaylı bir şekilde reva görülüyor. Bunu görmezden gelip meseleyi tamamen cinsel bir alana kaydırmak vahim bir hatadır. Kasıtlı ve ısrarla yapılıyorsa ayıptır, günahtır, vebaldir...

MEDYA, BAŞÖRTÜSÜNÜ SAVUNUYOR!

Yayın kimliğini bir türlü oturtamayan bir gazete, iki "başörtülü" çalışanın Zaman Gazetesi'nden çıkarıldığını yazmış. Hayret ettim; ne zamandan beri bu konularda duyarlı hale gelmişler? Kaldı ki böyle bir ayrımcılık asla söz konusu olamaz. İşe alınırken bir ayrımcılık yapılmadığına göre çıkarılırken de yapılmaz. Üstelik çok basit bir sorunun hazin bir cevabını herkes biliyor. Türk medyasının önemli bir kısmı başörtülülere iş vermiyor. Bakmayın siz "Bütün bürokratların eşleri örtülü, Türkiye manzarası böyle değil ki" diyenlere. Medya plazalarında bir tek başörtülü çalıştırmayan kurumlar var. Bir tanecik bile başörtülüye iş vermezken kalkıp, başörtüsünü insan haklarının ve inanç hürriyetinin vazgeçilmez bir parçası olarak gören bir kurum ile ilgili "İki başörtülü işten çıkarılmış" diye haber yapılamaz. Ayrıca kurumlar, çalışanlarını verimlilik açısından değerlendirir, bunda şaşılacak bir şey olmadığı halde meseleyi çarpıtmak ayıp etmek demektir; başka bir şey değil.

YAZI İŞLERİ OKUMUYOR MU, OKUDUĞUNU ANLAMIYOR MU?

Başbakan'ın söylediği bir cümle üzerinden Bekir Coşkun bayraklaştırılıyor. Olsun, böyle şeyler bazen hem imaj getirir hem de tiraj. Ancak bunu yaparken yazı işleri yanlış bilgi veriyor okuruna; üstelik incitici tanımlar yapıyor. Zaman'la ilgili de na-beca, na-seza laflar geveleyen arkadaşlar demek istiyor ki "dinci basın" Bekir Coşkun'a hücum edip, Başbakan'a hiçbir eleştiri yapmamış. Doğru mu bu? Tabii ki hayır. Mesela haberde bahsi geçen yazıda Hüseyin Gülerce'nin yazısında Başbakan'la ilgili şu cümleyi koca bir gazetenin yazı işleri hiç mi görmedi: "Bu tavır elbette tasvip edilemez. Sayın Başbakan'ın böyle konuşması hem şık değil, hem doğru değil." Bu eleştirinin çok ötesinde yazılar yer aldı Zaman'da. Sadece Ahmet Turan Alkan'ın yazısını (ki o da Gülerce'yle aynı gün yayınlandı) okusalardı bu ayrımcı ve incitici yazıyı yazmayacaktılar. Star'da Ahmet Kekeç de Başbakan'a benzer bir eleştiriyi getirdi. Yazı işleri hem okuyor hem de yazılanları gizliyorsa söyleyecek tek bir sözüm var: Hakikaten ayıp, çok çok ayıp!

YAZARIN HAKARET HAKKI VAR MI?

Türkiye'de bazı yazarların kariyeri, yaptığı hakaretin şiddetine göre ölçülüyor. Hakaretin şiddetine göre rütbe kazananlar da var. Ancak zaman içinde bu tarz yazıların tadı iyice kaçıyor, dayanılmaz bir zahmete dönüşüyor. Yol ayrımına gelişlerdeki "hakaret etme, lakap takma" gibi rahatsızlıklar bundan kaynaklanıyor. Ne var ki okuruna bidon kafa demeyi ya da vatandaşına göbeğini kaşıyan adam vs. demeyi hâlâ maharet sananlar var. İncitici sözlerle kariyer planlaması yapanlar, kendi gölgelerine basıldığında kıyameti koparıyor. Bundan sonrası veryansın faslı. Böyle durumlarda maşeri vicdan "ayıp oluyor; siz de başkalarına hakaret ettiniz, halen ediyorsunuz" diyor. Tabii duyan; daha doğrusu kulak veren varsa...

HER FIRSATTA DÖVÜLECEK ADAMLAR

Hafta içinde bir Musevi kuruluş (ADL) Ermeni soykırımı ile ilgili haddini aşan bir karar aldı. Üstüne vazife değilken alınan bu karara Türkiye'den yükselen tepki çok büyük. Ne var ki bazı analizciler, bu nahoş gelişmeyi bile tersinden okumak istedi ve son bir savletle AK Parti hükümetini haşlamayı denedi. Neymiş mesele? Güya Türk hükümetinin İsrail'e karşı takındığı tavır ve Hamas ziyareti gibi olaylar sonrasında Türkiye için çalışan Yahudi lobileri Türkiye'ye kırılmış da o yüzden Ermeni soykırımı iddialarını destekleyen bir karara imza atmış. Pes doğrusu! ADL başkanının Başbakan Erdoğan'a yazdığı özür mektubundaki yaklaşım, kanal kanal dolaşıp yorum yapan bizdeki yazarların durumundan daha insaflı. İnsan biraz da kendi cephesinde (Millî menfaatlerin odaklandığı cephede) durur. Her halükârda kendi ülkesini, kendi devletini küçük; hatta suçlu gören düşüncenin ayıp ettiğini söylemeye gerek var mı ki!

SEZER SEVGİSİ İYİ DE...

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in görev süresi doldu; şimdi veda turları da bitiyor. Abdullah Gül'e demediğini bırakmayan bazı gazete ve televizyonlar, Sayın Sezer'in her hareketinden yeni bir keramet derliyor. Kırmızı ışıkta durmasından başlayan övgü yumağının son merhalesi görev sırasında kendisine gelen hediyeleri alıp götürmemesi ve Köşk'e bırakması. Güzel bir davranış. Şimdi Sezer'in eliyle Köşk'ün kasasına Sezer portresinden Kur'an-ı Kerim'e kadar pek çok hatıra kalacak. Bunu takdir etmeyi yadırgamıyorum. Ancak Sezer'in "tüm halkı kucaklayan" bir cumhurbaşkanı olmadığını gizlemeye de gerek yok. Bir-iki tasarruflu hareketini alkışlayalım; ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en ağır ekonomik krizine sebep olduğunu, merhum Ecevit'e Anayasa kitapçığı fırlattığını da unutmayalım. Bir taraftan "herkesi kucakla" diye Abdullah Gül'ü dövenler diğer taraftan Sezer'e büyük methiyeler düzüyor. Biraz ayıp olmuyor mu?

ÜSLUP SEVİYESİ BU MU OLMALI?

Nedendir bilemiyorum bazı yazarlar ve yöneticiler ısrarla dinci basın, biat medyası gibi incitici tabirler kullanıyor, adeta tahrik ediyor, ağır cevap bekliyor. Ne gereği var ki bu tür suçlamalara! Şayet bu düzeyde konuşacak ve birbirimizi suçlamaya başlayacaksak, herkesin söyleyeceği çok ağır sözler, yapacağı yakıştırmalar var. Zaten bir dönem medyada işler böyle yürüyordu. Bir taraf dinci basın derken diğer taraf kartel medyası diyerek söylemediğini bırakmıyordu. Çıta bu seviyeye indirilince herkes bir şeyler söyler, kimse lafın altında kalmaz; ancak koca koca adamlar toplum huzurunda böyle mi konuşmalı? Ayıbın daniskası bu olsa gerek.

Örnekler çok. Saymakla bitmez. Lafı eğip bükmeden konuşmak lazım: Maalesef Türk medyası genelde negatif bir enerji üretiyor, sürekli olumsuz hadiselere odaklanıyor. Bunun adına da muhalefet yapmak deniyor. Oysa medya semboller kavgasından ziyade, icraat denetimine odaklanmak zorunda. Üstelik bunları yaparken hep yapıcı olmaya, yol gösterici kalmaya zorlamalı kendini. Toplumu çatışmaya iten; kişi, kurum ve kuruluşları birbirine düşüren yayıncılık, Soğuk Savaş döneminin karanlık dehlizlerinde kalmıştır. O dehlizden çıkmayan, çıkmak istemeyen olabilir; ancak şunu unutmamak gerekiyor ki, bugün izlenen yolda medya, sadece kendine zarar vermiyor; ülkeyi de yeni kaoslara doğru sürüklüyor. 
 
Zaman



Bu yazı 935 defa okundu.






Yorumlar

 + Yorum Ekle 
    kapat

    Değerli okuyucumuz,
    Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
    Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
    · Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
    · Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
    · Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
    · Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
    · Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
    · Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
    · Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
    Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.





    Diğer köşe yazıları

     Tüm Yazılar 
    • 24 Eylül 2012 Ne gereği vardı?
    • 11 Haziran 2012 Cuntalarla nasıl mücadele edilecek?
    • 30 Nisan 2012 Şiddet!
    • 16 Nisan 2012 '28 Şubat'çılardan panik atak hamleleri
    • 10 Nisan 2012 Çin'den bakınca Türkiye'nin gücü
    • 9 Nisan 2012 Darbede tanıdığım dört subay
    • 2 Nisan 2012 Suriye İran... İşte çetin imtihan!
    • 26 Mart 2012 Terlik
    • 13 Şubat 2012 Aman dikkat!
    • 6 Şubat 2012 Bu yüzden mi susuyorsunuz?
    • 23 Ocak 2012 Hem Hrantçı hem Ergenekoncu olunabilir mi?
    • 16 Ocak 2012 Kaç kafatası bir manşet eder?
    • 9 Ocak 2012 Hesap vermek
    • 26 Aralık 2011 Çanlar Avrupa için çalarken
    • 19 Aralık 2011 Militan
    • 12 Aralık 2011 Maazallah!
    • 5 Aralık 2011 Global Ergenekon
    • 28 Kasım 2011 Dersim'den alnımızın akıyla çıkmak
    • 23 Kasım 2011 İngiltere'yi yeniden keşfetmek
    • 21 Kasım 2011 Dersim'in şifreleri

    En Çok Okunan Haberler


    Haber Sistemi altyapısı ile çalışmaktadır.
    5,035 µs