Mezar taşlarının arasında dolaşıyorum. "Ne diye o kadar yıl birbirimizin gırtlağına sarıldık ki?.." diye soruyor, "Ne diye onca yıl birbirimizin gırtlağını kestik?.. Bak, şimdi yan yana yatıyorlar. Benim bugün Sırp, Hırvat arkadaşlarım var, birlikte gezip tozduğum..."
Bu akşamki maç ne olur?
Milli takımımız Bosna Hersek'le oynuyor. Kritik bir üç puan mücadelesi... Yenersek, 2008 Avrupa Şampiyonası'nın yolu çok büyük ihtimalle açılacak.
Bizim takım daha iyi. "Öyle ama, ummadık taş baş yarar. Bosna çok genç ve mücadeleci topçulardan kurulu" diyor bir meslektaşım. Doğru, futbol bu, hiç belli olmaz.
Aslan Mezarlığı.
Bir taraf Katolik, bir taraf Müslüman... Mezar taşlarını okuyorum.
Hilda Novak, 1945-1992.
Mehmedagiç Aida, 1976-1992.
"Savaşın ilk kurbanları" diyor Elis, 19 yaşında, turizm okulu mezunu bir Boşnak genci, "Büyükannem de Saraybosna'da öldü, savaş sırasında... Anlamıyorum. Bak, şimdi yan yana yatıyorlar. Neden birlikte yaşamak yerine birbirimizi öldürdük?.."
İçim acıyor.
Benzer yakınmayı 1995'te bir başka Boşnak gencinden dinlemiştim. Savaşın sürdüğü günlerdi. Osmanlı'nın on beşinci yüzyılda kurduğu Travnik şehrinde tanımıştım Isak Adın'ı.
"Savaşı sevmiyorum" demişti, "Milliyetçilik mikrobu bir felaket! Savaşta ölmeye değmez. Ne diye öleyim ki? Bu savaşı ben başlatmadım. Miloşeviç, Tudjman, İzzetbegoviç başlattılar, onlar bitirsinler."
Mezarlıklara özgü o tuhaf sessizliğin içinde yıllar öncesine gidiyorum.
1992'nin temmuz ayı.
Yine Saraybosna, yine aynı mezarlık, daha doğrusu şehitlik... Cumhurbaşkanı İzzetbegoviç, Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin. Kazılmış toprak ve çimen kokusu. Hepsinin başına birer basit tahta çakılmış. Çiviyle şöyle bir çizilmiş ay yıldız desenlerinin altındaki isimleri okuyorum:
Aslan Adnan, 1973-1992.
Zulfic Enver, 1971-1992.
Ağaçların altında yatıyor gencecik insanlar... Yaşamak için ille de acı çekmek mi lazım? Her birinin başında, toprağın içinde birer yapma gül... Çetin'le İzzetbegoviç ellerini açmış dua ediyorlar.
İlahi sessizliği birdenbire tepelerden patlayan çatır patır silah sesleri bozuyor. Hepimiz bir anda kendimizi yere atıyoruz. Çam ağaçlarıyla kaplı yemyeşil cennet gibi tepelerden ateş kusuyorlar.
On beş yıl geçmiş!
Başımı kaldırıp Saraybosna'yı saran tepelere bakıyorum. Yine yemyeşil, yine cennet gibi...
Bu maçı alacak mıyız?..
Almamız lazım, kilit bir maç!
Hayatta umuda yolculuk hiç bitmez. Futbolda ise 90 dakikadır umuda yolculuk. O son düdük sesine kadar futbolun adaletsizliği insanı korkutur. Ve de yenilginin kederini tatmadan, zaferin sarhoşluğu anlaşılmaz futbolda...
Ne bileyim, belki de her maç öncesi içimde tomurcuklanan yüksek tansiyonun keyfidir, benim futbola olan tutkumu sürekli besleyen...
Benim için Saraybosna sanki hüzün demek. Bu hüzün belki de yıllar ne çabuk geçiyor duygusunun insanda yol açtığı bir hüzün, kim bilir...
Yattım ama uyku tutmuyor. Hatıralar dipsiz bir kuyu gibi...
1995'in ağustos ayı.
Saraybosna'daki ilk gecem. Yine uyku tutmamıştı. Dışarıyı, geceyi dinliyorum. Ürkütücü sessizliği ara sıra güm diye patlayan bir bombanın, ya da o yemyeşil tepelerden bir tarakka halinde şaklayan ağır makinelinin sesi deliyor.
Sonra yine ürkütücü sessizlik, sabaha kadar... Saraybosna'lı için ürkütücü olan silah sesleri değil, o sessizlikti savaş sırasında. Çünkü sükunet hayra alamet sayılmazdı.
Ferhadiye Caddesi'nde yürüyorum.
Hüsrev Bey Camii'nden bakınca, caddenin öbür ucunda Hırvat Katolik Kilisesi... Az öte Sırp Ortodoks Kilisesi... Ve sinagog...
Saraybosna gerçeği bu.
Savaş sırasında, 1992'de 14 yaşında olan Zlata'nın çığlığı onca yıl sonra yine kulağımda çınlıyor:
"Sırplar, Hırvatlar, Müslümanlar... Hepsi insan... Hepsi aynı... Ben hiçbir zaman Sırp, Hırvat, Müslüman nedir diye düşünmedim. İyiler de, kötüler de var hepsinin arasında... Biz küçükler asla savaş çıkarmazdık. Ama politika büyüklerin işi... Biz küçükler acı çekiyoruz, aç kalıyoruz. Artık çiçeğe, güneşe sevinemiyoruz. Çocukluğumuzu yaşayamıyoruz, ağlıyoruz."
Milliyet
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle