• Bilimsel savaşın amacı; zihinsel işgal yoluyla bilimsel anlayışı yok ederek, ülkeleri bilim ve teknoloji üreten yerine tüketen sömürgeler haline dönüştürmektir. Zihinsel işgali takip eden kültürel, ekonomik ve teknolojik işgal sonucunda bu sömürgeler cep telefonundan kol saatine, ilaçtan aşıya kadar güzel bir pazar olurlar.
• Zihinsel işgale uğrayan ülkeler kıt kaynaklarını sigaradan alkole kendini hasta etmek için tüketirken, sağlığına bile yeterli kaynak bulamaz sürünürler. Hastalık üreten yaşam tarzının sebeplerini yok etmek gerekirken, kuyruğu peşinde dolanan kedi gibi sonuçlarla uğraşır dururlar. Küresel beyinlerin sürüklediği ayaklar olduğunu idrak edemezler. Zihinsel, bilimsel ve bunun sonucu olan teknolojik işgal, ülkeleri sömürge haline getiren böylesine acımasız bir akıl oyunudur.
Bilimsel yozlaşma
• Zihinsel işgale uğrayan beyinlerde ayrık otu gibi her yeri saran bilimsel ve kültürel yozlaşma, sağlıksız yaşam tarzına yol açıyor. Özgür ve bağımsız düşünmeyi yok eden çoktan seçmeli ezbere dayanan eğitim sistemi ise hastalık üreten yaşam tarzının sorgulanmasını engelliyor. Çünkü şıklar arasında bu seçenek yok.
• Bu ortamda gelişen bilim politikaları ise, bilimsel değeri olmayan kendini tatmin odaklı anlamsız kötü kopyalar üretme ile yabancılar tarafından dikte edilen pahalı teknolojileri satın alma üzerine kurulmuş bulunuyor. Bizim anlamsız harcamalarımız gelişmiş ülkelerin finans kaynağı oluyor. Sadece İstanbul’daki tanı cihazlarının sayısı bile, İngiltere’de bulunan sayıdan daha fazladır. Hangi bölgeye ne kadar ihtiyaç olduğunu bilen ve bunları planlayan merkezi bir beyinden bile yoksun bulunuyoruz.
• Kendi yaşamsal sorunlarımızı çözmeye yönelik bilimsel araştırmalar yapamıyoruz. Bunun yerine dış kaynaklı araştırmaların taşeronu olma tarzında sürdürülen sözde bilimsel çalışmalar ile ülkemizin kıt kaynakları çarçur ediliyor. Küresel beyinlerin sürüklediği ayaklar oluyoruz.
• Gelişmiş ülkelerde bilimsel araştırmalara harcanan milyarlarca dolar, trilyonlarca dolar olarak geri döndüğü için toplumun bilime verdiği değer ve yaşam kalitesi artıyor. Geri dönen paraların önemli bir bölümü bu karlı sisteme yeniden harcanıyor. Biz de ise bilime ayrılan kıt kaynaklar, geri dönüşü olmayan dipsiz kuyuya atılmaktadır.
• Yapılan kopya araştırmaların neye şifa olduğu belli değildir. Ne çözülen hayati bir sorun ve ne de keşfedilen kayda değer bir ilaç ve teknoloji ürünü vardır bize ve insanlığa yararlı olan. Doçentlik, profesörlük gibi akademik unvanların kazanılması bile yabancı dergi editörlerine bağımlı hale getirilmiştir.
• Gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında, alınan patent sayısı ve bilimsel araştırmaların teknolojiye dönüşme oranı bile bilim politikamızın ne kadar kısır olduğunu göstermektedir. Böyle bir ortamda dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasına giremediğimize şaşmamak gerekir. Bilimsel araştırmalara her yıl 550 milyar dolar harcayan bilim dünyası, ülkemizde yapılan bütçesiz sanal araştırmalara gülerek bakmaktadır. En basit bir doktora tezine bile onbinlerce dolarlık fon gerekirken, geleceğin bilim adamlarını sıfır maliyetle bilim dünyasına girmeye zorlayan bilimsel anlayışımız devam ediyor.
• Toplumsal beynimizin ipotek altına alınması ve teknolojik bağımlılığın sonuçları; yaşamsal sorunlar karşısında aptallaşma ve çaresiz kalmadır. Zihinsel işgal altında olan ülkelerde yolsuzluktan çevre felaketine kadar hiçbir yaşamsal konuda bilimsel araştırma yapılmasına ve bilimsel çözümler üretilmesine izin verilmez. Zaten bu konular kimsenin aklına da gelmez, derdi de değildir. Kaçınılmaz kader; caddelerde boy gösteren yabancı isimlerle donatılmış mağazalar, kültürel, ekonomik ve teknolojik işgaldir.
Zihinsel işgalin doğal sonucu: Bilimsel mandacılık
• Bilimsel mandacılık; kendi yaşamsal sorunlarımızın çözümünü dışarıdan beklemektir. Marmara denizi fay hatlarını incelemek üzere sismik araştırma yapacak 40 milyon dolarlık bir gemi için, dünyanın 18. ekonomik gücü olan ülkemizin yabancılara avuç açması, birbiriyle didişen bilim dünyamızın iflas ettiğinin belgesi değil mi? Soykırım yasası çıkaranlar bizi depremden koruyacak(!) Aklımızı mı yitirdik? Deprem silahının konuşulduğu bir dünyada fay hatları dâhil gizli neyimiz kaldı?
• Teknoloji üretemeyen ve bunu ithal etmekle övünen ülkeler, bilim ve teknoloji sömürgesi olduğunu ne zaman idrak edecekler. Sadece makale yayınlamakla sorunlarımız çözülmüyor. Nerede proje? Nerede patent? ABD’ de geçtiğimiz yıl 600.000 patent başvurusunun 100.000 ‘i patent alırken, bizler komik bir şekilde parmaklarımızı sayıyoruz.
• Ülkemiz ve çevresi petrol ve maden kaynarken bilim dünyamız ne hikmetse olmadığını ispata çalışıyor. Ne garip ve üzücü! Başka ülkelerde harikalar yaratan bilim adamlarımız, ülkemizde üretim yapamıyor. Neden acaba? Burada bir yanlış yok mu?
• Bilimsel ve teknolojik işgal altındaki ülkeler, yaşamsal sorunlar karşısında çözüm üretemez, ne yapacağını şaşırır, başkasının ağzına bakarak kopya çekmeye çalışır. Bilimsel ve zihinsel işgalin kafamıza geçirdiği esas çuval, felaketler karşısında bocalama ve çaresiz kalmadır.
• Marmara gibi insandan yoğun bir bölgeye Avrupa’nın en kirli sanayisi kaydırılır ve bir çevre felaketi yaşanırken sessiz ve çaresiz kalıyoruz. Mazot bile olmayacak yanmış yağlar, yemeklerde kullanılır veya denizlerimize dökülürken sesimizi duyan olmuyor. Genetik yapısı değiştirilmiş gıdalar kol gezerken seyrediyoruz. Bunların sağlığa olan zararlı etkileri hakkında bilimsel araştırma yapamıyor, tam tersine yapanları ve toplumu uyaranları cezalandırıyoruz(*). Zihinsel ve bilimsel işgal işte budur!
• Salgın hastalıkların önlenmesi ve toplumun can güvenliği için zorunlu olan aşı üretimi ve araştırmaları yapamıyor, soykırım yasaları çıkaran ülkelere milyonlarca dolar ödemeyi marifet sayıyoruz. Rahim kanserini önlemek için önerilen, milyarlarca dolar tutacak HPV aşısı ‘yapılsın mı, yapılmasın mı?’ diye tartışırken, çok daha küçük bütçeyle ‘Ulusal Aşı Merkezi’ kurmak kimsenin aklına gelmiyor. Kendi geleceğimiz ile ilgili, kendi bünyemize uygun aşı üretimi için bilimsel araştırmalar yapamadığımız gibi, yapacak olanları da yok ediyoruz. Geri kalmış doğu Avrupa ülkeleri bile aşı alanında çok büyük çalışmalar yaparken, bizler seyrediyoruz. Öte yandan, yabancılara satılan veya devredilen firmalar nedeniyle, Ulusal ilaç sanayi tükeniyor. Bilim dünyamız bu konularda ne diyor acaba? ‘Patent yasası’ gibi dış kaynaklı düzenlemeler ise eş değer ilaç ve aşıları daha ucuz fiyata ve istediğimiz yerden ithal etmeyi bile engelliyor. Ulusal bir salgın veya sağlık felaketi karşısında, küresel sistemin merhametine ve keyfine terkedilmiş bulunuyoruz.
• Halbuki, Atatürk döneminde savaşın getirdiği yokluğa rağmen az sayıdaki doktor ve bilim adamıyla salgın hastalıkları önleme ve aşı üretiminde imkansızı başarmıştık. Şimdi doktor ithal edecek ülke durumuna düşürüldük. Atatürk döneminde doktor sayısı sadece bin iken, şimdi 200 bin doktor ihtiyacından söz ediliyor. Nüfus 6 kat artarken, doktor ihtiyacı 200 kat artar mı? Bu artış ne anlama geliyor? Bunun sağlık savaşı olduğunu idrak edecek bilimsel öngörüyü bile yitirdik. Hastalık üreten bataklığı kurutmak yerine, bu bataklığın ürettiği hasta bir toplumla uğraşıyoruz. Her yer hastane dolarken yenilerini açmaktan gurur duyuyoruz. Hastalıkları önleme ve sağlığı koruma ise kimsenin aklına gelmiyor. Bu akıl oyununda kafatasını ithal beyinlere devredenlerin işi çok zor. Zihinsel ve bilimsel işgal işte budur!
Hayatımızı kilitleyen bu şifreyi nasıl çözebiliriz?
• Hastalıklı yaşam tarzını ve bunun ürünü küresel ısınmayı başımıza bela edenlerin bakış açısıyla hiçbir sorunu çözemeyiz. Sorunu çözmenin birinci şartı, bilimi bile küresel çıkarlarına alet edenlerin düşünce tarzını terk etmektir.
• Üniversiteler, düşünce kuruluşları ve strateji merkezleri hangi sorunları çözen ulusal bilgi üretiyor, bunları kim nasıl uyguluyor? Sonuç ne? Bu yeterli mi? Kötü kaderimiz değişiyor mu? Eksik olan nedir? Kendi yaşamsal sorunlarımızı çözmeye yönelik bilimsel araştırmalar ve kongreler yapmayı ne zaman akıl edeceğiz? Bilimsel yozlaşma ile teknolojik, ekonomik ve kültürel işgalin yol açtığı yaşamsal sorunlara çözüm arayan Ulusal yaşam kongresi düzenlemeliyiz.
• Üniversiteler, bilim ve düşünce kuruluşları, ulusal bilginin üretildiği ve derin aklın oluştuğu ulusal bir beyine dönüşmelidir. Yaşamsal sorunlar karşısında dağıtılan ve işlevsiz bırakılan akıl ve bilim gücümüzü, sağlam bir kafatası içinde toplayarak ulusal bir beyin olmalı yani aklımızı başımıza almalıyız. Bu beyin naklini başarmadan kendi geleceğimizi kendimiz tayin edemeyiz.
• Hastalık üreten yaşam tarzımızı değiştirmek için öncelikle bilimsel anlayışımızı değiştirmemiz gerekiyor. Düşünce ve yaşam tarzını bozan kültürel ve bilimsel yozlaşmaya, yine “bilim” dediğimiz eleştiri ve yenilenmeye açık bir düşünme disipliniyle karşı koyabiliriz. Atatürk’ün çok önem verdiği şu prensibi öncelikle tüm beyinlere iyice işlemelidir; “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. Bilim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, sapmadır”.
Kendi geleceğimize kendimiz sahip olmalıyız!
ATATÜRK, 27 Ocak 1923, İzmir
Hangi İstiklal var ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin.
ATATÜRK 6 Mart 1922, TBMM
Kaynak : Yeşilçimen K: Hastalık Üreten Yaşam Tarzımız Nasıl Değişir. Hayykitap 8. Baskı, 2007
Değerli okuyucumuz,
Yazdığınız yorumlar editör denetiminden sonra onaylanır ve sitede yayınlanır.
Yorum yazarken aşağıda maddeler halinde belirtilmiş hususları okumuş, anlamış, kabul etmiş sayılırsınız.
· Türkiye Cumhuriyeti kanunlarında açıkça suç olarak belirtilmiş konular için suçu ya da suçluyu övücü ifadeler kullanılamayağını,
· Kişi ya da kurumlar için eleştiri sınırları ötesinde küçük düşürücü ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi ya da kurumlara karşı tehdit, saldırı ya da tahkir içerikli ifadeler kullanılamayacağını,
· Kişi veya kurumların telif haklarına konu olan fikir ve/veya sanat eserlerine ait hiçbir içerik yayınlanamayacağını,
· Kişi veya kurumların ticari sırlarının ifşaı edilemeyeceğini,
· Genel ahlaka aykırı söz, ifade ya da yakıştırmaların yapılamayacağını,
· Yasal bir takip durumda, yorum tarih ve saati ile yorumu yazdığım cihaza ait IP numarasının adli makamlara iletileceğini,
· Yorumumdan kaynaklanan her türlü hukuki sorumluluğun tarafıma ait olduğunu,
Bu formu gönderdiğimde kabul ediyorum.
Yorumlar
+ Yorum Ekle