Ekrem Dumanlı
0 0 0000
Rejimi asıl tehdit eden bu zihniyettir
Kim ne derse desin, değişmeyen bir gerçek var karşımızda: Danıştaya yapılan kanlı saldırı Türkiyenin yüreğini ağzına getirmekle kalmadı, bu ülkenin cepheleşme tuzağına birkaç saat içinde düşebileceğini gösterdi.
Olay duyulur duyulmaz herkes, tabii bir refleksle, katilin kimliği ve dünya görüşüyle ilgilendi. Elde edilecek bu tür bilgiler sayesinde menfur saldırının hangi güç odakları tarafından düzenlendiği anlaşılacaktı. Üst düzey bir yargı mensubunun kameralar karşısına geçip sanığın saldırı öncesi tekbir getirdiğini söylemesi kamuoyunu -ve tabii ki medyayı- yönlendirmeye yetti. Ayrıca Allahın askeriyiz diye bağırdığı da söyleniyordu. Arabasından Vakitin Danıştay üyeleriyle ilgili o tasvip edilemez kupürü de çıkınca ve 2. Dairenin başörtüsü ile ilgili tartışmalı kararı ile irtibatlandırılınca olay adeta bir saat içinde çözülmüş (!) oldu. Hükümet hakkında verip veriştirmeler olayı bir yandan siyasi bir platforma çekerken diğer yandan da laik-anti laik kavgasını kızıştırıyor, toplumun bir bölümü ağır bir itham altında tutuluyordu. Konuşulanlara bakın; daha ilk saatlerden itibaren orduyu göreve çağırmaya yeltenen, demokrasiyi rafa kaldırmayı salık veren beyanlara rastlarsınız. Neden? Tetikçinin daha ilk dakikalardan başlayarak çizilen portresi onu milliyetçi, dindar, ülkücü, Türk-İslam sentezcisi gibi sıfatlarla yâd ediyordu da ondan.
Rejim krizi çıkarmak bu kadar kolay mı?
Saldırgan Alparslan Arslanın kimliği biraz deşelenince, bağlantıları bir bir ortaya çıkınca anlaşıldı ki menfur saldırının faili hiç de sıcağı sıcağına resmedildiği gibi değil. Üstelik o çirkin saldırıyı gerçekleştirirken tekbir falan da getirmemiş. Gariptir; tekbir iddiasının sahibi kamuoyundan hâlâ özür dilemedi. Her neyse... Sanığın içki masasında anlaştığı yardımcıları, katıldığı eylemler ve o eylemlerin sakinleri, telefon trafikleri, dostluklar-düşmanlıklar ortaya çıktıkça, kamuoyu anladı ki bu hain saldırının son aylarda adeta tesadüflerle ortaya çıkan çetelerle benzerlikleri var. Katilin portresi ortaya çıktıkça, ilişkiler yumağı çözüldükçe kamuoyunun zihninde onlarca soru işaretleri belirdi. Umarım bu sorulara net, ikna edici cevaplar verilir ve bir daha benzer bir olay yaşanmaz...
Bu menhus olay sonrasında ortaya çıkan en büyük soru işareti şu cümlenin sonunda yer alıyor: Bir katilin kimliği üzerinden bir ülke bir anda rejim kriziyle karşı karşıya getirilebilir mi? Vahim bir durum bu! Düşünün bir cinayet bir ülkeyi -o ülkenin siyasetini, kurumlarını, medyasını vs.- bir anda iki safa ayırıyor ve asabı bozuk insanlar bir anda cinnet getirircesine birbirini yiyip bitiriyor. Bu kadar da basit olmamalı; çünkü esas tehlike, rejimi hain bir saldırının kalleş bir planıyla pamuk ipliğine bağlamaktır...
Melun saldırının üzerinden on günden fazla süre geçtiğine göre sanırım herkes daha soğukkanlı yorumlar yapabilir. Mesela katil gerçekten de milliyetçi-muhafazakar bir görüşe sahip, belki ülkücü, belki dinci, belki İslamcı olabilirdi. Bütün bu iddialar doğru çıksaydı, başta siyasi iktidar olmak üzere kendini milliyetçi, muhafazakar, ülkücü, İslamcı vesaire gören ya da öyle görülen insanlar bir lince mi tabi tutulacaktı? Hukukun en temel düsturu suçun şahsiliğidir; yani hiç kimse bir başkasının cürmünden mesul tutulamaz. Her zaman deliler, meczuplar, manyaklar, hasta fanatikler çıkabilir; üstelik her toplumdan çıkabilir bu tür hasta ruhlar. Böyle bir durumda iki büyük yanlışa düşme riski var:
1) Meseleyi hukuki çerçeveden çıkarıp siyasi bir harekata dönüştürerek insanları korkutma en azından bazılarını gayrete getirmek için elden gidiyor psikolojisi uyarma...
2) Bir cani yüzünden milyonlarca insanı hedef göstermek, onlara katiller diye bağır(t)mak. Azmettiricilik de hukuki bir tabirdir ve kendi disiplini içinde ölçüleri vardır; yani öyle ulu orta kullanılarak binlerce insan zan altında tutulamaz.
Daha açık söyleyeyim; katil dindar birisi çıksaydı, buna en çok dindarlar üzülecekti. Çünkü bu güzel din Bir insanın öldürülmesi bütün insanlığın öldürülmesi gibidir diyerek cinayeti haram kılıyor. Bu gerçeği görmediğinizde samimi dindarları sürekli rencide edersiniz ve bunun farkına bile varamazsınız...
Katil yakalanmamış olsaydı
Düşünün ki katil hiç yakalanmayabilirdi. Ele geçirilmediğinde bugünkü bilgilere asla ulaşılamayacaktı. Tıpkı daha önceki siyasi cinayetlerde (Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Necip Hablemitoğlu...) olduğu gibi bir varsayım üzerine kurulacaktı bütün iddialar. Ve bu iddialar belli bir dünya görüşünü zan altında bırakacaktı hep...
Sembollerin gölgesine sığınılarak işlenen cinayetlere, o cinayetlerin maksadına daha dikkatli bakmak gerekiyor. Olayın algılanma şekliyle oluşturulmak istenen hava arasında önemli bir bağ var. Kalabalıklar bir algı seline bir anlık öfke sonucunda teslim olabilir; buna bir mana vermek mümkündür; ancak ülkenin aydınları dolduruşa gelmemekle yükümlüdür.
En uç noktayı söylüyorum; bu hain saldırıyı düzenleyen adam hiçbir örgüt bağlantısı olmayan bir fanatik de olabilirdi; buradan hareketle ülke insanını kamplara bölmek, hükümeti devletin diğer kurumlarıyla karşı karşıya getirmek, siyasi tansiyonu yükseltmek, Çankaya hesabı uğruna kavgayı körüklemek, anti demokratik hislere teslim olmak vs. yanlış...
Sanık Alparslan Arslanın ulusalcılarla irtibatı üzerindeki farklılığı tekrar düşünmek gerekiyor; çünkü ulusalcılık Kızılelma çatısı altında toplanırken demokrasi dışı heveslerini zaten dışa vurmuştu. Organizasyonun içinde karanlık ilişkiler olması, bağlantıların cuntacılık kuşkusunu güçlendirmesi, bu topluluğu sıradan bir sivil toplum kuruluşu olmaktan çıkarıyor ve şok tesiri yapacak eylemler konusunda şüphelerin oluşmasını sağlıyor. Üstelik ilk defa da gündeme gelmiyor bazı karanlık suçlamalar. Son aylardaki gazete arşivlerini tarayan herkes bu organize ile çete oluşumları ve derin bağlantıları rahatlıkla görebilir...
Sözün özü şu: Türkiyede laiklik de tehlikede değildir Cumhuriyet de; çünkü Türk halkının çok büyük bir çoğunluğu -ki bu çoğunluğun içinde dindar insanlar büyük yekun tutar- aşırı hareketlere izin vermez. Herkesin sürekli zan altında tutulması, ülkenin temel tercihlerini güçlendirmez; tam aksine hayatın merkezindeki barışıklığın yerini husumetler alır. Rejimin ikide bir tehlikede olduğunu iddia etmek kadar rejimi gerçekten tehdit edecek başka bir düşünce olamaz; çünkü halka güvensizliğin bundan daha feci bir örneği gösterilemez. Üstelik bu büyük bir zaaftır; bu zaaf Türkiyeyi karıştırmak isteyenlere de yeni senaryolar bahşettiği gibi provokasyonlar için de cesaret veriyor...
Bu yazı 1,135 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
24 Eylül 2012
Ne gereği vardı?
-
11 Haziran 2012
Cuntalarla nasıl mücadele edilecek?
-
30 Nisan 2012
Şiddet!
-
16 Nisan 2012
'28 Şubat'çılardan panik atak hamleleri
-
10 Nisan 2012
Çin'den bakınca Türkiye'nin gücü
-
9 Nisan 2012
Darbede tanıdığım dört subay
-
2 Nisan 2012
Suriye İran... İşte çetin imtihan!
-
26 Mart 2012
Terlik
-
13 Şubat 2012
Aman dikkat!
-
6 Şubat 2012
Bu yüzden mi susuyorsunuz?
-
23 Ocak 2012
Hem Hrantçı hem Ergenekoncu olunabilir mi?
-
16 Ocak 2012
Kaç kafatası bir manşet eder?
-
9 Ocak 2012
Hesap vermek
-
26 Aralık 2011
Çanlar Avrupa için çalarken
-
19 Aralık 2011
Militan
-
12 Aralık 2011
Maazallah!
-
5 Aralık 2011
Global Ergenekon
-
28 Kasım 2011
Dersim'den alnımızın akıyla çıkmak
-
23 Kasım 2011
İngiltere'yi yeniden keşfetmek
-
21 Kasım 2011
Dersim'in şifreleri
Yorumlar
+ Yorum Ekle