Abdülhamit Bilici
0 0 0000
Danıştay'da dünya basını da tökezledi
Danıştay saldırısı sonrasında medyamızın sergilediği kötü performans, uluslararası bir medya kuruluşunda çalışan gazeteci arkadaşımın yıllar önce anlattıklarını hatırlattı.
Danıştay saldırısı sonrasında medyamızın sergilediği kötü performans, uluslararası bir medya kuruluşunda çalışan gazeteci arkadaşımın yıllar önce anlattıklarını hatırlattı. Bir haberi yayınlamak için çalıştığı kuruluşun çok önemli bir şartı vardı. Bir haberin, yayınlanabilmesi için, iki bağımsız kaynak tarafından doğrulanması gerekiyordu. Kaynaklar, iki haber ajansı, iki ciddi gazete, ya da bir gazete ile güvenilir bir yetkili olabilirdi. Testten geçemeyen haberi, editörler çöpe atıyordu.
Buraya kadar anlatılanlarda bir sıra dışılık yoktu. Saygın bir medya kuruluşunun yayın ilkesiydi bu. Ancak daha sonra ekleyecekleri çarpıcıydı. Çünkü bu kural, Türk medyası için geçerli değildi. Haberi doğrulayan kaynaklardan biri, Türk gazetesi ise bu geçerli sayılmıyordu. Bugün durum ne kadar değişti?
Medya içinde, gazeteciliği, evrensel ilkeler ışığında yapmak isteyen; en azından bu yönde çabalayanlar elbette var. Ama üzülerek görüyoruz ki, Danıştay saldırısı gibi krizle karşılaştığında medyamızın küçük bir kısmı ayakta kalabiliyor. Medyamız da, siyaset ve ekonomimiz gibi, sık sık kırılmalara, yalpalamalara maruz kalıyor. Yaşanan olaydan ders alındı derken, bakıyorsunuz, adeta gizli bir emirle herkes cephedeki eski yerini almış ve gazeteciliğin yerini çoktan ideolojik körlük alıvermiş.
İnsan şaşırıyor. Sanki Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, A. Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu ve benzeri karanlık suikastlar dizisi bu ülkede yaşanmadı. Sanki Susurluk ve Şemdinli gibi, görüntüsüyle gerçeği taban tabana zıt olaylar bu ülkede medyanın gözleri önünde gerçekleşmedi. Sanki 28 Şubat ve andıç olayı hepimizin gözü önünde yaşanmadı ve dönemin medya patronu Dinç Bilgin daha bir hafta önce bu konuda çarpıcı itiraflarda bulunmadı.
17 Mayısta Danıştayda gerçekleşen saldırının ardından gazetelerimizin büyük kısmının yaptıklarına gün gün bakılırsa, gazeteci arkadaşın çalıştığı medya kuruluşunun bizim medya hakkındaki tutumunu kim eleştirebilir? Çünkü dün olayın ne olduğunu anlamadan Laikliğe kurşun, Yargıya Türk-İslam sentezci saldırı gibi manşetler atan gazeteler, bugün Susurluklu, Çeteli ve Kızılelmalı başlıklarla çıkıyor. Kuşkusuz bu değişimde, failin yakalanması, güvenlik güçlerinin titiz ve fedakâr çalışmaları, gazetemizin olayı aydınlatmaya yönelik yayınlarının büyük etkisi oldu. Ama medya sayesinde ilk izlenimler hem Türkiye hem dünya için yanlış oldu.
Bu noktada herkes Türk medyasının sınıfta kalmasına dikkat çekiyor. Halbuki sınıfta kalanlardan biri de çoğu kez Türkiyede olup biteni daha objektif bir gözle analiz eden yabancı medyaydı. Göründüğü kadarıyla, kasıt ihtimalini gözardı edecek olursak, onlar da ortamı germekten fayda uman yetkililerin açıklamalarına ve medyanın yayınlarına bakarak etki altında kalmıştı. Halbuki büyük kısmı itibarıyla Türk basını eski hastalıklarından kurtulmamıştı. Bu yüzden yabancı medya temsilcileri, girişteki gazeteci dostumuzun aktardığı gibi, Türk medyasını izlerken asla şüpheyi elden bırakmamalıydı. Oluşturulmak istenen yapay psikolojik havaya karşı dikkatli olmalılardı. Bu ülkede yazılan ve söylenen ile gerçeğin birbirinden hayli farklı olabileceğini göz ardı etmemeliydiler.
Bunlara dikkat etselerdi, Avrupanın en saygın gazetelerinden Independent gazetesi, 18 Mayıs tarihli haberine İslamcı avukat Türk mahkemesine silahlı saldırıda yargıcı öldürdü diye başlık atmazdı (Islamist lawyer kills top judge in gun attack on Turkish court). Yine itibarlı gazetelerden Guardian, haberi verirken kullandığı başlıkta yargıcın başörtüsü yasağı yüzünden öldürüldüğünü yazmazdı (Judge shot dead in Turkish court over ban on headscarves).
Yukarıdaki hususlara dikkat edilseydi, Euronews, mahkeme cinayetinin Türkiyenin laikliğini hedef aldığı yorumunu yapmazdı (Court murder attack on Turkeys secularity). Ve yine dünyanın en saygın gazetelerinden Washington Post ve birçokları, saldırganın ateş açmadan önce tekbir getirdiği iddiasını gerçek gibi haberine yansıtmazdı (Judge Killed in Attack On Turkish High Court' başlıklı haber) Şimdi bu iddianın bizzat saldırıya uğrayan yargıç tarafından yalanlandığını biliyoruz. Sadece Türk medyasının değil, yabancı gazetecilerin de muhasebeye ihtiyacı var
Bu yazı 1,095 defa okundu.
Diğer köşe yazıları
Tüm Yazılar
-
25 Eylül 2012
Ankara'nın Suriye'ye bakışı
-
1 Eylül 2012
İran'a Mursi tokadı!
-
14 Ağustos 2012
Suriye kimin meselesi?
-
7 Ağustos 2012
Başbakan da 'terörist' oldu!
-
28 Temmuz 2012
Yüksek riskli Suriye politikası
-
24 Temmuz 2012
Suriye nereye gidiyor?
-
14 Temmuz 2012
"Derin devlet"
-
10 Temmuz 2012
Türkiye'nin kaybettiği üç lüks
-
3 Temmuz 2012
Ortadoğu için hangi Türkiye?
-
26 Mayıs 2012
Gül'ü kaçıran Google aracı!
-
21 Nisan 2012
Neden Batı Çalışma Grubu?
-
13 Mart 2012
Abant'ın 4 mesajı!
-
4 Şubat 2012
Araplar bilmez, biz biliriz!
-
24 Ocak 2012
Obama'yı vur, İsrail'i koru!
-
14 Ocak 2012
Silivri boşalsın, Türkiye rahatlasın!
-
24 Aralık 2011
Fransa'ya en iyi cevap
-
29 Ekim 2011
Keşke Başbakan da okusa!
-
27 Kasım 2010
Psikolojik harekâta dikkat!
-
30 Haziran 2010
AK parti'yi kaybetmenin sifreleri!
-
28 Kasım 2009
Davutoğlu Yeni Osmanlıcı mı?
Yorumlar
+ Yorum Ekle